Bir önceki yazımda, son yaşadığımız felaketten habersiz "Travma Sonrası Stres Bozukluğu" nu yazmıştım.Çok sayıda maden çalışanımızı kaybettiğimiz bu acı olayın, ölenin yakınları başta olmak üzere Türkiye'de yaşayan herkesin üzerinde önemli olumsuz etkileri olacağı şüphe götürmez bir gerçek. Bugün itibariyle ölenlerin yakınlarının "akut yas" içinde olduklarını biliyoruz. Aynı zamanda toplum olarak bizlerin de, kayıbın ağırlığını gözönüne alırsak, toplumsal bir yas sürecinin içinde olduğumuz düşünülmelidir. Bu sebeple bugün size yastan bahsedeceğim. Yas sürecinde hangi duygudurum içinde olduğumuz ve "gecikmiş yas" ı anlatacağım.
Yas, acı bir duruma verilen normal bir tepkidir. Ölüm, boşanma, iş kaybı, savaşlar, büyük toplumsal felaketler gibi. Bu travmatik yaşantılara verilen tepkilerin anlaşılması önemlidir.
Yas sürecinde hem ölenin yakınlarının hem de toplumdaki diğer bireylerin ruhsal ve bedensel sağlığı üzerindeki olası etkilerini bilmek, ruh sağlığı uzmanlarınca gerekli görülmektedir.
Akut yastaki insanların sergiledikleri tablolar dikkat çekici bir biçimde birbirine benzerler. Hepsinde ortak olarak dalgalar biçiminde gelen 20 dakika ila 1 saat süren bedensel sıkıntı, boğazda
Kişinin, ekstrem bir travmatik olaya maruz kalmasının ardından oluşan uzun dönemli bir problemdir.
Örneğin;
-Cinsel saldırı,
-Başka bir türde şiddet içeren suça maruz kalmak,
-Aile içi şiddet
-İşkence,
-Terorist elinde rehin tutulmak,
-Doğal veya insan eliyle gerçekleşmiş felaketler(trafik kazası, deprem, sel, yangın, vb.).
Facebook ve Twitter hayatlarımıza gireli neredeyse 10 yıl oluyor. İnstagramın ve Whatsapp' ın geçmişi ise henüz 2 yıl gibi. Peki günlük yaşamımızı neredeyse sosyal paylaşım siteleri üzerinden yaşamaya başladığımız bu son 10 yıl içerisinde bize neler oldu?
Facebook ve twitter gibi sosyal paylaşım siteleri, toplumsal ve siyasal olayları hızlı bir şekilde geniş kitlelerin birbirleriyle paylaşımına ve tartışmalarına aracılık etmesi dışında özel yaşamı da neredeyse tamamen tekeline almış durumda.
Elbette bu paylaşım sitelerinin sosyal, sanatsal, kültürel, mesleki birçok etkileşim ve paylaşımlara, çeşitli grupların birbirlerine ve toplum yararına olan katkı ve çalışmalara da aracılık ettiği bir gerçek. Ben burada özel hayata olan etkisine değinmek istiyorum.
Paylaşım sitelerini en az şekilde kullanmaya çalışan kişiler bile, profil resimlerini arada bir değiştirip beğeni almaktan geri kalamadılar. Ya gittikleri uzak yerleri, ya katıldıkları ilginç gezi veya hobileriyle ilgili resimlerini başkalarına da sunma ve görüş alma arzusunda olan facebook kullanıcısı hiç de az değil.
İlişkiler facebook'da başlıyor, gelişiyor ve sona eriyor. Kişiler, ilişki durumunu değiştirerek statü kazanıyor veya
Aşk acısı çekenler bilirler; ateşlerde yanmak gibidir. Aşığın terkedilmesinden bahsediyorum, beklemediği veya istemediği bir anda sevgilinin çekip gitmesinden.
Sevdiklerimizden geçici olarak ayrı kalmak bile, duygusal olarak bizi sarsar, onları özleriz ve bir an önce kavuşmak isteriz. Peki ya öteki yarımızı buldum dediğimiz, ruh eşim dediğimiz, idealize ettiğimiz, onsuz nefes dahi alamayacağımızı düşündüğümüz, dünyayı neredeyse onun gözünden gördüğümüz, onunla yatıp onunla kalktığımız, taktığımız da taktığımız... Bu takıntıdan hiç de rahatsız olmadığımız, bir olduğumuz, bir olunca "ben" in ağırlığından kurtulduğumuz, mükemmelimiz, dünyanın bütün dertlerini bize unutturan aşkımız; bizi terkederse ne olur?
Sezen Aksu' nun şarkısında; "Ah İstanbul İstanbul olalı, hiç görmedi böyle keder" dediği aşk ayrılığı ne kadar çok yoksunluk halidir. Aşığa göre; "Böyle bir keder" yeryüzüne gelmemiştir, kimse böyle bir acı çekmemiştir. Dünyanın ışıkları sönmüştür! Değerli olduğuna dair duyguları altüst olmuş, kendilik değeri düşmüştür.
Bağlanma kuramı üzerine yazan Bowly; sevilenin kaybına ilişkin öfkeyi "Bağlanılan nesnenin yeniden kazanılmasına yönelik bir mekanızma" olarak görür. Yas tutmak yani
Çok kilolu birisini gördüğümde eğer bu kişinin kilosu genetik, hormonal, ilaç kullanımı veya başka bir fiziksel nedene bağlı değilse, bu kişinin yaşamında "öfke" nin çok belirgin bir duygu olduğunu düşünürüm.
Yemek yemek... Kişinin yemekle kurduğu ilişki onun hayatındaki belirleyici unsurlardan biri midir?
Duygusal durumunuza göre yemek yeme davranışınız değişiyor mu?
Mesela kızgınken sürekli birşeyler yeme isteği, özellikle karbonhidratlı yiyeceklere düşkünlük fazlasıyla artıyor mu?
Çocukluk döneminden itibaren edinilen beslenme alışkanlığımız, yetişkinliğe giden döneme kadar kendi kontrolümüzde bir düzene oturur ancak ergenlik döneminde çeşitli duygusal sebeplerle başlayan yeme bozuklukları vardır.
Aile içi iletişim çatışmaları mesela; olumsuz duyguları ebeveynleri tarafından uygun bir biçimde ele alınamayan ve kaygılandığında annenin de kendi duygusal zorlukları nedeniyle kaygısı yatıştırılamayan çocuk, aşırı müdahaleci ve koruyucu anne modeli gibi sorunlar kişilerde 15-30 yaş arası yeme bozukluğu dediğimiz durumun ortaya çıkmasına yol açabilir.
Bu durum genellikle aşırı yemek yeme-suçluluk-yediğini çıkarma döngüsünde ve sürekli kilo alma kaygısıyla ağır diyet yapma, kendini kilolu
Günümüzde strese yol açan faktörler gittikçe artmakta, gittikçe karmaşıklaşan dünyada bireyden yeni ve değişik uyum çabaları beklenmektedir. Toplumsal ve siyasal alandaki güvensizlikler, ekonomik baskı, iş yaşamındaki rekabet, romantik ilişkilerdeki değişim süreci, hızlı tüketim gibi birçok yaşam gerçeği ruhsal dünyamız üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır.
İnsanların kişilik yapısına göre stresle başa çıkma davranışları, problem çözme becerileri ve kişilerarası ilişkileri ele alma biçimleri farklılık göstermektedir. Yeni dünya düzeninin kişinin rusallığına yaptığı baskılar iç dünyasında çeşitli çatışmalara ve zorlanmalara yol açmakta ve psikoterapiye duyulan ihtiyacın daha fazla arttığı görülmektedir.
Günümüzde bireyin karşılaştığı zorluklara karşı koymakta kendini yetersiz ve güçsüz gördüğünde uyumu gittikçe bozulmaktadır. Bu uyum bozukluklarının belirtileri arasında klinik olarak depresyon, kaygı bozuklukları, obsesif-kompulsüf bozukluklar, fobiler gibi belirtileri sayabiliriz.
Geçmişten bugüne varolan psikiyatrik ve psikolojik sorunlardan depresyon, panik atak, işyeri sorunları, ilişki problemleri, öfke kontrol bozukluğu, sosyal fobi, uyku bozukluğu, cinsel işlev bozuklukları
Geçen haftaki "Kaygı çağında aşk" isimli yazım oldukça ilgi gördü. Bu yazı üzerine bir okuyucum, kendi deneyiminden yola çıkarak, düşüncelerini benimle paylaşma gereği duymuş. Kendisinden izin alarak, yorumsuz yayınlamak istedim;
"Kaygı çağında aşk isimli yazınızı okuyunca, bende kendi adıma bir sanal arkadaşlık bağımlısı ve bu sanalizasyon çukurunun defolu ruhlarından biri olarak, gözlemlerimi sizin ile paylaşmak istedim.
İlk önce sizin belirtiğiniz
"Kolay ulaşılabilirlik,
Hızlı bir şekilde amacına ulaşma,
Kendini açığa vurmadan sahte bir imaj ve maskelerle görüntü verme,
Tüketip atabildiği için sorumluluk taşımama,
Bunu bir oyun haline getirip buluşmanın gerçekleştiği durumları başarı gibi görüp bundan narsisistik olarak beslenme,
Geçenlerde 30' lu yaşlarda bir kadın danışanım, umutsuz bir ifade ile serzenişte bulunuyordu; "Ruşen hanım, kadınlar olarak doğru düzgün erkekler nerede diye söylenip duruyoruz ya! Eğitimli Türk erkekleri gündüz plazalarda işte, akşam sporda, hafta sonu kendi erkek arkadaşları ile gece dışarda, geri kalan zamanda internette" dedi.
Danışanımın söylediği şey, aslında bilmediğimiz bir tespit ya da bilgi değil. Bu konuyla ilgili tespitler ve yorumlar birçok yayın organında yer almakta, inceleme kitaplarına konu olmakta, sosyal bilimlerde araştırma konusu olabilmektedir.
Erkekler kadar kadınlar da internettedir fakat kadınların şikayet ettiği şey, arkadaşlık sitelerinde çoğunlukla kadınlar duygusal ilişki yaşayabilecekleri birileriyle karşılaşabilecekleri ümidiyle bu sitelere üye olurken, erkekler günü birlik ilişki yaşamak için akşamları bu sitelerde uzun saatler geçirebilmektedirler.
Anlatılan hikayeler odur ki; genellikle kişiler birbirleri ile kısa bir yazışma yaşadıktan sonra erkek direk cinsel mesaj ve taleplere geçmektedir. Yani çoğunluğu lafı dolandırmadan, gayet açık bir biçimde niyetini belli etmektedir. Benim anladığım genel olarak kadınların bundan hayal kırıklığına uğradığı