Sosyal fobi

9 Kasım 2014

İnsan sosyal bir varlıktır denir ya, sosyal fobik olma durumu burada bir paradoks yaratır. Sosyal gruplara katılma, sosyal destek alma, sosyal etkinlikte bulunma gibi sosyalleşme süreçlerinde kişinin içsel engelleri varsa, basitçe mutlu olmakla da ilgili ciddi bir sorun var demektir.

Zeka ve entellektüel kapasitesi çok iyi olan kişilerde bile gerçek performansın ifadesini engelleyen ve sağlıklı, doyurucu ilişkiler geliştirmenin önüne geçen sosyal fobi toplumda yaygın bir bozukluktur.

Küçük düşme ve utanç duyma olasılığı olan koşullarda ortaya çıkar.

Sosyal bağlamda diğer kişiler tarafından incelenme ve yargılanma korkusu vardır.

Korku duyulan koşullardan kaçınılır.

Üniversite öğrencisi birisi çok iyi bildiği halde derste fikrini söyleyemez, şirket kademelerinde önemli yeri olanlar mesleki sunum ve konuşmalarını topluluk önünde gösteremezler. Alışveriş yapamaz, restoranda yalnız yemek yiyemez, yeni birisiyle tanıştırılırken zorlanır, şaka yapılmasından rahatsız olur, misafir kabul etme gibi sorunlar yaşar.

Sonuçta akademik ve mesleki başarısızlık, depresyon, kaygıyı yatıştırmak için alkol ve madde kullanımı ve intihar gibi sonuçlar da sosyal fobinin ciddi bir ruhsal

Yazının Devamı

Boşanma sonrası...

22 Ekim 2014

Biten bir ilişkinin ardından tek başına kalabilmek... Boşanma aşamasında yaşanan yoğun kaygı ve umutsuzluk duyguları ,oldukça sık karşımıza çıkan bir durum. Eğer kişinin daha önce bekar yaşama deneyimi olmamışsa, kaygının katsayısı bir hayli artmakta.

Tek başına bir eve çıkabilecek mi? Yalnızlık duygusuna dayanabilecek mi? Faturaları kim ödeyecek? Alışverişi yalnız başına mı yapacak? Eşiyle olan ortak arkadaşlarıyla ilişkisini yeniden nasıl düzenleyecek? Ya bir daha kimseye aşık olamazsa? Ya bir daha kimseyi hayatına sokamazsa? Peki şimdi boş kaldığı zamanlarda ne yapacak? Yeni arkadaşlıklar olabilecek mi?

Kısaca yeniden cinsel ve sosyal kimliğini tanımlayabilecek mi?

Kötü giden bir ilişkinin ardından bile, hele bir de evli kalınan süre fazlaysa bu endişeler görülebilmekte.

Boşanmanın ardından yeniden toparlanabilmek için birincisi belli bir zamana, ikincisi bakış açınızı değiştirmeye, üçüncüsü eyleme dönük planlar yapamaya ihtiyacınız var.

Boşanmanın ardından gelen "Tek başına olma deneyimi", evlilik öncesi tek başınalıktan farklı olarak; artık bir gelişim görevi olan evlenip çocuk yapayım kaygısından uzak ,potansiyel eş arama durumu olmayıp, gerçekten ne istediğinizi daha iyi

Yazının Devamı

Evlilik sona erebilir ama ana-babalık sonsuza dek sürer

12 Ekim 2014

Evli ve çocuk sahibiysek yaşamımızda meydana gelebilecek her türlü değişiklik çocuklarımızı da etkiler. Boşanma söz konusu olduğunda bu durum, çocuklar için yaşayacakları en önemli travmalardan biri olabilir.>Araştırmalar iki farklı görüş öne sürerler; kimi araştırmalar çocukların ömür boyu yara aldığını öne sürerken, kimileri de çocukların ana-baba boşanmasından yararlanabileceği görüşünü savunur. Evliliğiniz kötü gitmeye başladığında ya da boşanmaya dair tehlike başgösterdiğinde çocuklar bunu hemen sezinlerler. Hatta yetişkinlerden daha fazla farkında olurlar.Aslında çocuklar bu süreçte ailelerine destek bile olurlar. Çoğu zaman üzmemek için uslu olurlar. Ne kadar acı ve öfke yaşadıklarını belli etmezler, anne-babalarını mutlu etmeye çalışırlar. Anne-babalarını hırpalamamak için kendi uyum süreçlerini bir süre dondururlar. Ne zaman ana-babalar rahatlar, uyum sağlar ve güçlenirse dikkatli olmaları gerekir.Çocuklar ana-babalarının toparlandığını sezinlediklerinde, artık tepki vermeye başlayabilirler. Ağlama, öfkelenme ve içindeki acıyı dışarı atma sırası>Çocuklardaki en yaygın kanı "Tek başlarına kalacakları korkusu"dur. "Annem ve

Yazının Devamı

Boşanma kararı

24 Eylül 2014

Eğitim sürecimde hocalarımızdan birinin evlilikle ilgili söylediği birşey, evli çiftlerle çalışırken zaman zaman aklıma düşer. "Evliliklerin %90'ı kötü gider, %10' u ise mutludur. Evlenen herkes bu %10' nun içinde olacağını varsayarak evlenir." demişti. Bu söylediği yıllar önceydi. Bugün %10 dilimin düşüp düşmediği ile ilgili bir veri yok ama boşanmaların giderek arttığını ve mutsuz evliliklerin çoğaldığını gözlemliyoruz.

Pek çok kişi için boşanma; resmin bozulması, yalnızlık, gelecekten umutsuzluk ve başarısızlık duygusuna yol açar. Bazı kişiler mutsuz bir evliliği sadece resmin bozulmasını, parçalanmasını istemediği için yürütürler. Tabii bilinçaltı resimlerimiz de mutlu sonla biten filmlerden ve masallardan kareler taşıdığından hayal kırıklığı ve öfke dayanılır gibi değildir. Bir danışanım boşandıktan hemen sonra "Ama ben yaşlanınca onunla elele tutuşup yürümek istiyordum" demişti ağlayarak.

Elbette birlikte anılar biriktirdiğimiz veya öyle umduğumuz birini kaybetmek acı verici bir deneyim. Kişinin kendini yaralı, ihanete uğramış, kandırılmış, yıllarından çalınmış hissedebileceği bir süreçtir bu.

Zaten hukuksal boşanma gerçekleşmeden "duygusal boşanma" aşamasından geçilmiştir

Yazının Devamı

Aldatma: Üç kişilik ilişki olmaz!

14 Eylül 2014

Kadın ve erkek başlangıçta birbirlerine büyük sözler vermelerine rağmen sadakatsizlik neden dizboyu?

Çokeşlilik gerçekten cinsiyete özgü birşey mi?

Kadın ve erkek niye aldatır? Bagışlamak nedir? Bağışlanabilir mi? Yani "Aşk herşeyi affeder mi?"

Bu konuda kültürler arası bir ölçüde fark olsa da, hemen hemen tüm kültürlerde erkeğin aldatmasına görülen hoşgörü kadın için geçerli değildir.

Edebiyatta ve sinemada, kadının bu konuda konumlanması suçlama, ayıp, utanç, suçluluk ve ceza üzerinedir.

Anna Karanina, Madam Bovary, Carmen, Shakespeare'in Othello'sunda kadınlar ya kendilerine biçtikleri ceza ile ya da Othello'da olduğu gibi sevgilisinin kendisini boğmasıyla ölürler.

Zeki Demirkubuz'un "Masumiyet" filminde de kocasını aldatan kadın, erkek kardeşi tarafından sevgilisiyle birlikte ölüme mahkum edilmiştir; sevgilisi ölmüş kendisi şans eseri hayatta kalmıştır.

Kadına bazı toplumlarda evlilik dışı ilişki zina olarak kabul edildiği için ölüm cezası verilmektedir.

Yazının Devamı

Herkes beni sevsin!

2 Eylül 2014

İnsan, sosyal bir varlık olarak tanımlanır ve bireyselleşme sürecinde bireyselliğini korurken aynı zamanda toplumla da uzlaşı içinde yaşar. Ancak bu dengenin bozulmasına sebep olan bazı düşünme biçimleri vardır; kişinin mutluluğunu ve özgürlüğünü ciddi biçimde baltalayan, kendisi olmasına bir türlü izin vermeyen, bireysel kimliğini ifade etmekten alıkoyan, başkalarının memnuniyetini önceliğine alan ve kişiyi giderek yalnızlaştıran düşünce kalıplarına sahip kişilerden sözediyorum.

Bu öyle bir zorluktur ki kişiler farkında olmadan, hayat ile bağları kopmuş, daha öfkeli ve giderek kendisine yabancılaşmış bir duruma gelirler.

'Başkalarının ne dediği' ne göre yaşayanlardan, başkalarının kendisi hakkında sürekli yargıda bulunduğunu düşünüp ona göre davrananlardan, sürekli dış referanslarla hareket edenlerden, kendisine ait bir fikri ve inisiyatifi ortaya koymaktan çekinen kişilerden bahsediyorum.

Her girdikleri ortamda sınanma kaygısı yaşayanlar, girdikleri ortamlarda sürekli performans göstermesi gerekiyormuş gibi düşünenler, sürekli onay alma beklentisi ile yaşayanlar için hayat gerçekten de çok zor olmalı.

İnsanları kırmaktan korkmak, hayır diyememek, olumsuz bir duygusunu dile

Yazının Devamı

Alıştım!

15 Ağustos 2014

"Ben herşeyin bir bir yok olmasına o kadar alıştım ki

Ve her şeyin bir bir varolmasına o kadar alışacağım ki

Bilirsin neler için çarpmıyor bir yürek..."

Edip Cansever

Alışmak, peki ama neye? Yaşadığın yere, oturduğun eve, yaptığın işe, gittiğin yola, baktığın manzaraya... Öyle ya İstanbul boğazı' nın güzelliğine bile alışmıyor mu insan? Güzelliğe alışmak! Ne demek ki bu? İki anlamı var sanki; biri vazgeçememek güzel olandan, ikincisi artık heyecanlanmamak, bakıp geçmek ve sıradanlaşması güzel olanın.

İnsanın bağımlılığı mıdır alışması. Alışmak TDK sözlüğünde hem "sürekli ister hale gelmek" olarak tanımlanıyor, hem de "etkisini yitirmek" olarak.

Peki bizimki alışkanlığa dönüştü artık ne demek ki? Hayır iyi mi, kötü mü? Nereye çekelim bu sözü?

Alıştıysak bir zamanlar yanıp kavrulduğumuza, sevdiğimize, yarimize, etkisini yitirdi anlamında mı? Yoksa acıya alışmak gibi mi sevginin artık alışkanlığa dönüşmesi! "Allah dağa taşa ölümü vermiş dayanamamış ama insana vermiş dayanmış" der eskiler. İnsanın alışma potansiyeli çok mu fazla? Müptelaya yatkınlık insana mı özgü, ne dersiniz?

Yazının Devamı

İnsan ruhuna bodoslama dalamazsınız!

4 Ağustos 2014

Mesleki pratiğimde, 'değişimi gerçekten arzu eden' danışan sayımın gittikçe arttığını gözlemlemekteyim. Çağımızın insanı kendi mutsuzluğuna çare aramakta daha kararlı olabilir mi acaba? Bireysel ihtiyaçlarının daha çok farkında olan ve bu ihtiyaçlarını karşılamak için daha çok çaba harcayan insanlar çoğunlukta artık.

Niye psikoterapi almak gerekir?

Gittikçe karmaşıklaşan dünyada kişiden yeni ve değişik uyum çabaları beklenmektedir. Toplumsal ve siyasal alandaki güvensizlikler, ekonomik baskı, iş yaşamındaki rekabet, romantik ilişkilerdeki değişim süreci, hızlı tüketim gibi birçok yaşam gerçeği ruhsal dünyamız üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır.

Günümüz bireyi, karşılaştığı zorluklara karşı koymakta kendini yetersiz ve güçsüz görmekte ve uyumu gittikçe bozulmaktadır.

Bireysel gelişimin önünü açan en önemli şey 'bilme' halidir. Bilme bir taraftan acı verici gibi görünse de öte yandan uyanışın getirdiği aydınlanma kişiye zamanın ve mekanın kesiştiği her durumda kendi varoluşuna ilişkin bir alan verir. Bu varoluş hali artık hayata dair kontrolün daha çok kendisinde olduğu ve benliğin daha çok güçlendiği bir hissetme halidir.

Psikoterapiyi, kişinin kendini tanıması ve anlaması yani

Yazının Devamı