İyi bir üniversitenin İnşaat Mühendisliği bölümünden bu yıl mezun olan genç danışanım, umutsuzca mesleği konusundaki karamsarlığından sözetmişti birkaç ay önce.
Mantar gibi türeyen konutlardan ve dağ taş hafriyat, inşaat ve gürültü manzaralarından muzdaripti.
Nasıl bir kariyer planı yapacağı konusunda Türkiye' deki yapılaşmayı düşündüğünde oldukça sıkıntı duyuyordu; yaratıcılıktan ve estetikten uzak, yeşil alanların hızla yok edilerek çoğalan kerameti kendinden menkul gayrımenkul halleri danışanımın idealizmiyle hiç örtüşmüyordu!
E-5' in her iki yanı, Göztepe' den köprüye doğru giden mevcut bütün yeşil alanlar, tamamen beton yığını yani görüntü kirliliği denebilecek bir durumda şimdi. Ülkemizde gelişmişliğin ölçütü artık lüks konut ve AVM. Bu kadar betona, binaya yatırım yapan bir ülkede bilim ve sanat' ın paralel seyrinden sözedilebilir mi?
Başka bir danışanım çocukluğundaki Suadiye' den söz etti birkaç seans önce. Kocaman bahçe içindeki evlerinden, bahçede yetişen sebzelerinden, komşuyla paylaşılan ağaçtaki meyvelerinden.
Evlerinden biraz uzaktaki sahilde bağlı duran teknelerine yiyecek ve içeceklerini alıp ailece binip açıldıkları akşam sefalarında, Maksim Gazinosu' ndan gelen
"Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele."
Edip Cansever
Ben rahat uyuyamıyorum artık... Gezi Parkı olaylarının ilk gününden bu yana, günde 3-4 bazen 5 saat uyuyabiliyorum. Binlerce insanın yaralandığı, 4 kişinin öldüğü ve halen olayların birçok il, ilçe ve beldelerde sıcak bir şekilde tezahür ettiği günler yaşıyoruz.
Resimlerde gördüğümüz Taksim, Gazi mahallesi, Kuğulu Parkı, Kennedy Caddesi, Dikmen, Eskişehir, Adana, Mersin ve daha birçok yerdeki kalabalıkların bedeni ve ruhu şiddet altında kaldı, ben uyuyamıyorum!
Bakın; yürüyerek, mizah yaparak, şarkı söyleyerek, müzik yaparak, dans ederek, durarak ve karanfil atarak eylem yapan bir halk kitlesinden sözediyoruz. Sadece geyik yaptığını düşündüğümüz "Y Kuşağı" denen bu gençler, mizahı siyaset üzerinden yapmaya başladılar. Bunu öyle bir yaptılar ki, memleket meselelerine sahip çıkmakla kalmayıp, bezgin bir şekilde rekabet piyasasının ortasında cansızlaşan,"hiçbirşeyi etkileyip değiştiremem" diye düşünen ebeveynlerini, büyüklerini de silkeleyip "Kendinize gelin" dediler.
KÜSMEK nedir bilir misin..??
Küsmek DÜRÜST' LÜKTÜR..
Çocukçadır ve ondan dolayı SAF' TIR..
YALANSIZ' DIR..
Küsmek; SENİ SEVİYORUM' dur..
Vazgeçememektir..
Beni anlatır KÜSMEK..
KIZDIM ama hala buradayımdır, gitmiyorumdur, gidemiyorumdur..
Düşünüyorum da, yaşadığımız yuzyılda insanoğlunun en önemli sorunu 'kayıtsızlık' yani 'hissetmeme durumu' dur. Son yıllarda 'boşluk depresyonu' diye adlandıracağımız sorunla profesyonellere başvuranların sayısı giderek artmakta, artık kişiler 'anlam' sorunu nedeniyle başvurmaktadır.
Yaşamımızı anlamlı kılma çabamız ve anlam kaynaklarımız psikolojik gelişimimizi tamamlayan önemli bir basamaktır. Anlamlandırma duygumuzu kaybedersek yalnızlık, boşluk ve hiçlik duygumuz da büyür. Kayıtsızlık demek, hayatın anlamını yitirmesi demektir.
Oysa günümüzde eşe, sevgiliye veya sevgiye kayıtsızlık, ilgiye kayıtsızlık, şiddete kayıtsızlık, yaşananlara kayıtsızlık, memleket meselelerine kayıtsızlık, emeğe kayıtsızlık... hat safhadadır. Elbette gelinen nokta kendi isteklerine, ihtiyaçlarına, iç dünyasına, mutluluğuna kayıtsızlıkdır.
Yabancılaşma, içsel olarak yoksullaşma ve daha da acısı 'duygulanımsızlık' kişinin yaşama yetisinin de yitimine yol açar.
Her akşam televizyon dizilerinin başında hayatlarını başkalarının hikayeleri üzerinden yaşayanlar, dizi kahramanlarıyla özdeşleşerek gerçeklik algısını yitirenler kendi hayatlarına ne kadar ilgi gösterirler ve hayatlarının yaratıcısı olabilirler?
Şiddet
Evliliğin 7 ilkesinde 4. İlke:
Eşinizin sizi etkilemesine izin verin
“Hayat müşterektir” sözünü eskiden evli çiftlere öğüt vermek amaçlı aile büyükleri zaman zaman kullanırlardı. Müşterek olma hali evliliğin yükümlülüklerini birlikte taşımanın yanında, evli insanların alınacak önemli kararlarda, planlamalarda, bir problemin varlığında çözümü için çiftlerin birbirlerini etkilemelerine açık olmaları ve izin vermeleri anlamı taşır.
Yapılan araştırmalar, kadınların büyük çoğunluğunun kocalarının görüşlerini ve hislerini hesaba katarak, aldıkları kararı etkilemelerine izin verdiklerini gösterirken, erkeklerin buna çoğunlukla karşılık vermediğini ortaya koymaktadır.
Evlilik terapistleri J. Gottmann ve N. Silver uzun vadede en mutlu, en dengeli evliliklerin, erkeğin karısına saygılı davranıp güç paylaşımına ve kararların birlikte alınmasına direnmediği evlilikler olduğunu bulgulamışlar. Karı koca anlaşamadığında, bu kocalar bildiklerini okumak yerine etkin bir biçimde ortak zemin arayışına giriyorlarmış.
Araştırmalara göre, erkek erki eşiyle paylaşmakta isteksizse, evliliğin kendi kendini tahrip etme olasılığı %81 bulunmuş. Erkek, eşinin duygularını tanımak yerine, onu dışlayan ve bakış
J. Gottman ve N. Sılver' ın ortaya koyduğu mutlu bir evliliği sürdürmenin yedi ilkesini anlattığımız yazı dizisinin 3. süne geldik. Evlilik terapisti Gottman' a göre birbirine duygusal açıdan bağlı çiftler uzaklaşma yerine yakınlaşmayı seçen çiftlerdir.
Bu nedenle 3. ilke:
Uzaklaşmak yerine yakınlaşmak
Evli insanlar düzenli olarak, eşlerinin dikkat, sevgi, mizah anlayışı ve desteği için davetiye çıkarırlar. Bu davetiyeden sonra birbirlerine ya yakınlaşır ya da uzaklaşırlar. Yakınlaşma; duygusal bağlantı, aşk, tutku ve iyi bir cinsel yaşamın temelidir.
Yakınlaşan çiftlerin evli ve birbirine duygusal açıdan bağlı kaldığını, uzaklaşanlarınsa eninde sonunda yolunu yitirdiğini söyleyen Gottman, bu evliliklerin farklı sonuçlanmasının nedenini "duygusal banka hesabı" diye adlandırdığı şeye bağlıyor. Birbirine yakınlaşan eşler, hesaba yatırım yaparlar. Mesela eşler;
Akşamları biraraya gelip geçirdikleri gün ile ilgili konuşuyorlar mı?
Pazar gazetesini birlikte mi, yoksa sessizce tek başına mı okuyacaklar?
Öğlen yemeğini yerken sohbet edecekler mi?
Gottman' ın evliliği sürdürmenin yedi ilkesinin ilkini bir önceki yazımda yazmıştım. Okuyucudan epey ilgi gören yazıyı okuduktan sonra, eşine birbirlerini tanıma ile ilgili test uygulayan okuyucularım oldu. Sonucu benimle de paylaştılar, teşekkür ederim.
İkincisinden bu yazımda bahsedeceğim:
Sevgi ve hayranlığınızı geliştirin
Gottman' a göre bir çiftin sevgi ve hayranlık sistemi hala çalışıyorsa, evlilikleri kurtarılabilir. Sevgi ve hayranlık, mutlu ve uzun süreli bir ilişkinin en önemli öğelerindendir.
Mutlu çiftler eşlerinin kişilik kusurları yüzünden zaman zaman başka şeylerle ilgilenme dürtüsüne kapılabilseler de, evlendikleri kişinin saygıya layık olduğunu hissederler. Bir evlilikte bu duygu tamamen yok olduğunda, ilişki yeniden canlandırılamaz.
Bir çiftin sevgi ve hayranlık sisteminin hala çalışıp çalışmadığı, geçmişlerine nasıl baktıklarıyla sınanır. Evliliğiniz şu anda derin bir sorun yaşıyorsa, işlerin nasıl gittiğini sorarak birbirinize övgü yağdırmanız pek olası değildir. Ancak geçmişinize odaklanarak, çoğu kez közleşmiş olumlu hisleri ortaya çıkarabilirsiniz;
Nasıl tanışmıştınız?
Eşinizin hangi yönü sizi etkilemişti?