Benfica ile oynanan yarı final karşılaşması sonrasında Aykut Kocaman’ı eleştiren malumumuz bir takım zihniyetler çıktı ortaya.
Evet, finale gidilemediği için herkes çok üzgün. Benfica elenemeyecek bir takım değildi, bunu ilk maçta da gördük, ancak ısrarla görmek istemediğimiz şeyler var ve kuru gürültü yaparak kafa bulandıran bu kişiler nedeniyle gerçekleri ayırt edip bunların üzerine yoğunlaşacak fırsatları ısrarla kaçırıyoruz.
Gündemimizi kaybediyoruz, oysa sorun başka yerlerde.
Fenerbahçe, Benfica’yı eledi, Chelsea’yi de geçti ve kupayı aldı. Sorunlarımız çözülecek mi? Sorunlarımızın acaba farkında mıyız? Yoksa oturduğumuz yerden genel anlamda hiçbir şeye dokunmadan eleştirmenin hafifliği ile sarhoş olmayı, kafa yapmayı mı tercih ediyoruz?
Hoşlanıyoruz?
Doğru yolu mu yoksa emniyet şeridinde hareket etmeyi mi gösteriyoruz?
Aykut Kocaman, geçen hafta Hürriyet'in özel sayısında çıkan röportajında her zamanki bilgeliğiyle aslında bize eksik taraflarımızı gösteriyor.
Şimdi bunları çalışma notu olarak alt alta sıralayalım ve tartışalım.
-Kısa vadede Türkiye ne sporda ne de futbolda birinci sınıf bir ülke olabilir.
Türkiye bir spor ülkesi değil; sporu öğrenme aşamasında. Bu gerçeği değiştirmeye çalışıyoruz. Zaten temel felsefe de bunu değiştirmekle mümkün olabilecektir.
-Ekstra bir bilimsel buluş ve aşama yapmazsak birinci sınıf ülke olmayacağımızı, Manchester United ve Real Madrid gibilerinin arasına giremeyeceğimizi düşünüyorum.
Başarının, kazanmanın ölçüsü fark yaratabilmektir. Bu eğitimden tutun da ekonomiye, ticarete, bilime, teknolojiye, spora varıncaya kadar hiç değişmiyor. Manchester United, Alex Ferguson ile fark yarattı ve 1991’den bu yana Avrupa futbolunu domine ediyor. Burada kişisel yorumumu devreye sokmak istiyorum. Aykut Kocaman'a bir Projesi olduğu ismini koyan kişiyim, 2009 yılının Aralık ayından bu yana bunu ısrarla takip ediyor, anlamaya ve desteklemeye çalışıyorum. Çünkü futbolumuzda fark yaratacak unsurun bu olduğuna inanıyorum.
-Futbolun merkezi yine Avrupa’da kalır. Sadece para Türkiye’yi merkez ülke haline getirmez. Çünkü doğal merkez Avrupa’da.
Merkez ülke olamadığımız için birinci sınıf oyuncuları Türkiye’ye getiremiyoruz. Bu merkez Avrupa’da bile çeşitli ülkeler arasında dağılıyor. İspanya, İngiltere, Almanya, İtalya, Fransa öncelikli ülkeler, sonra Portekiz, Türkiye sıralanıyor.
-Emniyet şeridinden hızlı gidersen kazanırsın. Türkiye’ye gelen yabancıların bile trafikte ilk öğrendiği şey bu.
Müthiş bir tespit. Hıncal Uluç gibi benzerleri spor kamuoyuna emniyet şeridini gösteriyor. "Kaçın" diyor. Öyle olduğu için de yakalandığında ceza ile karşılaşıyor veya trafiğin en yoğun yerinde beklemek zorunda kalıyoruz. Belki de ülkemizi en güzel özetleyen cümle bu olmuş.
-Dünyanın en büyük futbol ülkelerinden birinde çalışmış ve başarılı olmuş teknik direktör ama burada tutturamadı. Alex Ferguson gelsin, beş ay sonra ona da başarısız denir. Rijkaard buraya gelip de düzenli bir takım yaratamıyor.
Geldiğinde Rijkaard’ı ve onun oynatmaya çalıştığı futbolu yakından takip etmeye, anlamaya çalışmıştım. Arşivde bununla ilgili onlarca yazım var. Ancak futbol medyamız nasıl olduysa Rijkaard’ı futbol bilmez, asistan teknik adam olarak gördü ve gönderdi. Parreira, Löw, del Bosque, Zico’ya da benzer şeyleri yaptık. Son dönemde ülkemizde Ertuğrul Sağlam, Abdullah Avcı, Aykut Kocaman da aynı muameleyi görüyor. Oysa fark yaratma potansiyelleri var.
-Bir maçta yaklaşık 1500 aksiyon oluyor. Her oyuncunun beceri oranına, bunları hangi şartlar altında gerçekleştirdiğine bakıyoruz. Eskiden sadece gözle yaptığımız şeyi şimdi biraz daha fazla rakamlar yardımıyla yapıyoruz. Ama yeterli mi? Değil.
Bu, sporla bilimin buluştuğu yerdir. Artık daha fazlasına ihtiyaç var. Yorumculuk da buna bağlı olarak peşinden gelebilmeli, sadece tek boyuta, bileşene odaklanarak sporu anlayamayız. Sadece zaman geçiririz.
-Mesela yorumcunun biri çıkmış “Futbol koşmak mı?” diyor bana. Avrupa’daki rakiplerim en büyük bütçelere sahip, en iyi oyuncuları alıyor, bizden daha teknikler, her anlamda daha organizeler. Onlarla nasıl baş edeceğim? Hiç olmazsa daha fazla koşarak. Bu kadar koşulmasaydı ben de antrenörlüğü seçmez futbolculuğa devam ederdim.
Atletizm her türlü sporun temelidir. Koşmadan, mücadele etmeden ancak bir sezon başarılı olursunuz. Kuşkusuz tek bileşen bu değildir, bunun yanına yeteneği, tekniği, taktiği de eklemelisiniz.
-Bugün futbolda öyle bir hız ve güç seviyesi yakalandı ki 40-50 yıl öncenin oyuncuları bugün sahaya çıksa bu tempoya bırakın 30 dakikayı, 10 dakika bile dayanamaz, sakatlanırlar. Bugün her bilgiye daha kolay ulaşabiliyoruz. Oynadığım iyi takımın bir araya gelmesi de tesadüflere bağlıydı. Şu anda konuştuğumuz konulardan o zaman konuşabilir miydik? Konuşabilseydik, bir futbolcu olarak kendime dair yapacağım ilk şey kuvvet çalışması olurdu. Dayanıklılığım artardı ve 250 değil belki 500 gol atardım oyunculuk kariyerimde.
Bu yorum biraz Fenerbahçe’nin 1988-1989 kadrosuna atıfta bulunuyor sanki. Bütün Türkiye’yi kendisine hayran bırakan o kadronun bir sezon sonra sakatlıklar nedeniyle dağılması dramdır. Rıdvan Dilmen sadece bir sezon futbol oynayabilmiş, sonrasında bir sürü ameliyat ve sakatlıklarla boğuşmuştur. İyileşmeden çıktığı her maç sonrasında bir başka yerinden sakatlanması futbolumuzun o dönemdeki bilinç durumunu göstermektedir.
-Teknik direktörlüğün niteliği çok değişti. Nasıl her meslekte, her kurumda branşlaşma, uzmanlaşma standart hale geliyorsa futbolda da böyle olacak. Teknik direktörlük de bunun dışında kalamaz. Hatta antrenörlüğün dışında psikologların, diyetisyenlerin, farkı alanlardan uzmanların bulunduğu bir yapıya doğru gidiyoruz. Bunun bazı örnekleri de mevcut: 10 yıl içinde futbolda hücumu, savunmayı ayrı ayrı çalıştıran yardımcılar görebiliriz.
Futbol böylesine endüstriyel bir duruma gelmişse elbette bunun en önemli unsuru olan takım, onu çalıştıranlar da çeşitlenecektir. Bir yenilgi sonrasında televizyonlara çıkıp, büyük stres altında oynadığını iddia eden futbolcu profili bu endüstriyel yapı tarafından kabul edilemez. Kontrol altında olmalıdır. Kuşkusuz bu da profesyoneller eliyle olacaktır. Hiçbir meslekte psikoloji spordaki kadar mazeret konusu olamıyor
Kuşkusuz konulacak çok şey var. Zamanı geldiğinde her başlığı teker teker ele almalıyız. Burada ayırt etmemiz gereken şey bize bütün bu realiteyi ortaya koyan bir Aykut Kocaman gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzu fark edebilmektir.
http://twitter.com/uzaygokerman