Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yıl hükmettiği topraklardan 36-40 ülke çıkması, bu ülkelerde yaşayan insanların 600 yıl önceki dillerini konuşuyor olması, gelenek ve göreneklerini, dini inançlarını korumaları dünya tarihinin bugün ısrarla görmezden geldiği bir gerçektir.
Oysa özellikle sömürgecilik süreci boyunca sömürgeci devletler, milletler gittikleri yerlerin bütün yapısını kökünden değiştirmiştir, kendisine benzetmiştir.
Drogba, Sow, Webo hangi dili konuşuyor?
Neye inanıyorlar?
Afrika’nın balta girmemiş coğrafyalarında kiliseler, papazlar ne iş yapıyordu?
1980’lerin en ilgi çekici dizilerinden biriydi Kökler; Kunta Kinte’nin yaşadığı insanlık dışı öyküyü hatırlamayanımız var mı? Kunta Kinte, Amerika’ya getirildikten sonra sahibi önce ismini değiştirdi, sonra yaşam şeklini, inançlarını...
Bu durum Hindistan, Avustralya, Güney Afrika, Yeni Zellanda için farklı mı?
Irkçılığın dünya tarihindeki yerini bilmeden, öğrenmeden, hangi sosyal olaya karşılık geldiğini bilmeden karşılaşılan her olaya “bu ırkçılıktır” demek sömürgeci kafasıdır, “sömürülmüş düşünce zihniyetinin” uzantısıdır.
Modernizm, demokratizm, humanizm böyle olmaz.
Türkiye için farklı mı? İngilizce, Fransızca, Almanca bilmeden dünya ile entegre olma, onlarla çalışabilme şansımız var mı?
İstanbul’un göbeğinde bugün bir inşaatta İngiliz proje yönetim grubu var ve orada çalışabilmenin ön koşullarından biri iyi derecede İngilizce bilmek.
Osmanlı sömürmeyi becerebilmiş olsaydı kuşkusuz Türkiye’nin tarihi bugün başka yazılıyor olurdu.
Türkiye’yi bir mozaik gibi gösterdikten sonra onları parçalara ayırıp bölmeyi sonrada bunlar arasındaki ayrışmaları, zenginlik adına ortaya dökmeye pek meraklıyız.
İnsanların sosyal hakları, çalışma saatleri, asgari geçim düzeylerini, nerede oturup yaşadıklarını, eğitim ve sağlık sorunlarını tartışmayı hiç sevmeyiz ama konu ayrışmaya gelince bülbül kesiliriz.
Çünkü birinin adresi bellidir, diğerinin ortadadır.
Türkiye’de olmayan ırkçılık olgusu 12 Mayıs 2013 Pazar gününden itibaren insanların zihinlerine, algılarına yerleştirilmeye başlanmıştır. Bugüne kadar hiç kimsenin aklına bile gelmeyen bir sosyal olay bir kaç kişinin ne amaçla yaptığı belli olmayan eylemiyle bambaşka bir yere çekilmiştir.
Bunun sadece Fenerbahçe’nin sorunu olduğunu düşünmek günü kurtaran bir pragmatizmdir.
Söz konusu olay, yarın bir başka yerde bambaşka şekillerde hiç beklenmedik sonuçlar doğurarak ortaya çıktığında her zamanki gibi yine geç kalmış olacağız.
Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor kendi stadyumlarında böylesi olaylar yaşanmayacağının garantisini verebilir mi?
Geçmişte yaşanmadı mı?
Bir Trabzonspor yöneticisi kendi futbolcusuna yam yam demedi mi, İnönü’de Eboue’ye “sözde” ırkçı saldırılar olmadı mı, Ali Sami Yen Stadyumunda bir musevi kökenli futbolcuya inancından ötürü saldırılmadı mı?
Irkçılık böyle olmaz.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki hangi forma giyerse giysin hangi renge ve ırka üye olursa olsun Türkiye’de oynayan bir yabancı futbolcu toplulumuzun her kesiminden sevgi ve saygı görür.
Drogba, Eboue, Dany eğer Kadıköy’de, Beşiktaş Çarşı’da gezerken ırkçı bir saldırıya uğrarlarsa o zaman oturalım konuşalım, tartışalım.
Şu an içinde bulunduğumuz tartışmanın suni, taraflı ve kasıtlı yapıldığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu gündemi oluşturan şeyin Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti olduğunu da...
Ancak dikkat etmemiz gereken şey bu rekabet ortamının yarattığı gerilimden beslenen düşmanlığın süreç içinde gerçekten bu istenmeyen şeyleri yaratmasıdır.
http://twitter.com/uzaygokerman