Her geçen gün niteliği değişen derbi öncesinde her kim ne şekilde alkış tartışması açıyorsa ya kasıtlı yapıyor ya da sanki Türkiye'nin gerçeklerinden haberi yokmuşçasına etrafa şirin gözükmeye çalışıyor.
Türkiye'de akil adam olmanın yolu ortaya laf konuşmak oldu. Realite ile hiçbir ilgisi ve bağlantısı olmayan ütopyalarla aslında ayağa kalkamayacak hastaya yatıştırıcı verilmeye çalışılıyor, oysa bilinmiyor ki ortam daha çok geriliyor.
Dün de gerilim unsuru arttırılmış bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı izledik. Olaylar hem sahadakileri hem de dışındakileri etkiledi. Bundan sonra daha da artacaktır.
Bu maça Cüneyt Çakır verilir mi?
Bu atamayı yapanlar neyi ispat etmeye ya da kabul ettirmeye çalışıyorlar?
Bundan tam bir sene önce oynanan final maçında verdiği ya da veremediği, çaldığı ya da çalamadığı düdükleriyle Fenerbahçelilerin tepkisini çeken ve bir sene arkasında konuşulan hakem değil miydi Cüneyt Çakır?
Bu atama neyin dayatmasıdır?
MHK aslında bu maçla birlikte kale arkalarındaki çizgi hakem uygulaması yapıp, bir kaleye Fırat Aydınus'u, diğerine Halis Özkahya'yı koyabilirdi. Bu şekilde çok daha anlamlı bir tablo ortaya çıkardı.
Cüneyt Çakır'ın hakemlik kariyeri Manchester'da Nani'ye çıkardığı kırmızı kart ile bitmiştir.
Türkiye'de geçen sene 12 Mayıs'ta sona ermişti, dün MHK tarafından körün gözüne parmak sokarcasına bir kere daha denenmiş ve fiyasko ile sonuçlanmıştır.
Kafasında bu kadar hesap olan bir kişi hakemlik yapamaz, yapmamalıdır; izin verilmemelidir.
Geçen sezon karşılaşma ne kadar kesintili oynanmışken verdiği komik uzatma süresine karşın dünkü maçı 100 dakika oynatması hayranlık uyandıran bir hakemlik gösterisiydi.
Galatasaray bütün bir haftayı nasıl değerlendirmiş olduğunu bütün Türkiye'ye gösterdi. Karşılaşma öncesinde de ısınmak yerine uzun süre bir köşede bir araya gelip sadece konuştular, karşılaşmaya motive oldular.
Fatih Terim'in böyle bir maça Elmander ile başlama tercihi teknik direktörlük yanlışıydı. Tamamen metafizik bir beklentiydi. Koca bir sezon kenarda unutulmuş bir adamı orta sahada oynatma fikri ortaya boş koşular yapan bir oyuncu çıkardı.
Gerçi dünkü maçta Galatasaray'da Burak ve Drogba için de benzer şeyler söyleyebiliriz. Her iki oyuncunun da oynayıp oynamadığını anlayabilmek için çaba harcamak gerekti; hele ilk yarı.
Bir pozisyonda Drogba'nın Gökhan Gönül'e penaltı yaptırıp, Burak'ın gol atmasıysa bir başka metafizik sonuçtu.
Fenerbahçe gergin, arzulu ancak dağınık bir futbol oynadı. Gerginlik takımı çok olumsuz etkiledi. Futbolda arzu ve istemek ile aşırı motive olmak arasında çok hassas bir denge olduğunu unutmamak gerekiyor.
Bundan en çok etkilenen oyuncular Emre ve Volkan oldu. Volkan'ın böylesine basit bir kışkırtmayla saha dışında kalmayacak kadar tecrübeli olması gerekirdi ki bundan bir kaç sene önce yine benzer bir durumda Lincoln ile aynı diyaloga girmişti.
Kart demişken bu maçta Melo, Riera ve Emre'nin kart görmeden maçı tamamlamış olması Cüneyt Çakır'ın nasıl bir yönetim göstermiş olduğunun net ifadesiydi.
Gökhan Gönül'ün yaptığı penaltı da bir akıl tutulması anıydı. Tartışmasız penaltıydı.
Maçın bitiş düdüğüyle Galatasaraylı oyuncuların kutlama yapmaya başlaması anlaşılmazdır.
Galatasaray şampiyonluğu bu maçla ilan etmiş olsa anlaşılır olacaktır ancak her şey geçen hafta çözülmüşken üstelik ortada kaybedilmiş bir derbi varken, taraftarının olmadığı bir ortamda toplanıp sevinç gösterisinde bulunmanın açıklaması kolay değildir.
Yeni sezonda Fenerbahçe'nin sahasının kapanması ve ceza alması için her türlü ortam sağlanmasına karşın umulan olmadı, taraftar takımının mücadelesini ve galibiyetini kutladı.
Böylesi bir ortamda Fenerbahçe taraftarının kendi takımı ile ilgilenmesi derbinin en güzel görüntülerindendi.
Lig tablosunun üst sırasında şekil ortaya çıktı. Önümüzdeki hafta oynanacak maçların bir kısmı ilk dört sıradaki dizilişi değiştirmeyeceğinden formaliteye dönüşmüştür.
http://twitter.com/uzaygokerman