Milli Takım uzun bir aradan sonra bir hafta içinde iki maçı üst üste kazanarak belki de şeytanın bacağını kırdı.
Fatih Terim de göreve geldikten sonra çıktığı altı maçın beşini kazanmış oldu. Tek kayıp Hollanda’ydı ve biz o maç nedeniyle gruptan çıkamadığımız gibi sıralamada dördüncü sırada yer bulabildik.
Şimdi konuya iki yönlü açılım getirmek istiyorum.
Grup maçlarındaki en önemli sorunumuz Macaristan ve Romanya gibi takımlara puan vermemizdi.
Öncelikle bu tip ülkelere karşı kaybetmemiz gerekiyor. Çünkü birinci torbadan gelen takımlara karşı hiçbir şekilde başarı gösteremiyoruz.
Kuzey İrlanda ve Belarus bu seviyenin takımları mı?
Kesinlikle değil. Bu ülkeler zaten grup maçlarında beşinci takım olmaktan kurtulamadılar.
Bu turnuvada grup maçlarını ikinci ve üçüncü sırada tamamlayan ülkeler hangileri?
Bütün başlangıçlar güzeldir. Umut vaadeder. Yepyeni bir enerji verir, sinerji yaratır.
Fatih Terim üçüncü kez başına geldiği Milli Takımın yeni dönemine “yeniden yapılanma” değil “reform” adını uygun gördü.
TDK bu kelimenin karşılığını “düzeltme” olarak veriyor. Düzeltmenin anlamını da “Daha iyi duruma getirmek için yapılan değişiklik, ıslahat, reform” şeklinde yazmış.
“Yeniden yapılanma” kavramı dilimize Gorbaçov’un perestroyka açılımı ile girmişti; bu SSCB’yi batı ile entegre edecek sosyalizmden vazgeçmeye kadar götürmüştü.
Peki bizim neye ihtiyacımız var?
Yeniden mi yapılanmalıyız yoksa var olanı düzeltmeli miyiz?
Açıkçası futbola dair süreci yönetmekle ilgili ne zaman bir soru veya sorun oluşsa yapılması gereken en doğru şeyin başarılı olan ülkelerin ne yaptığına bakmak olduğunu düşünürüm.
Bu nedenle Aykut Kocaman Projesi’ne çok önem ve değer vererek destekledim.
Takımlar zaman zaman iniş çıkışlı performans sergileyebilirler. Bir kısmı dönemsel form düşüklüklerinden kaynaklandığı gibi taktiksel de olabilir.
Pazar günü takımın başında Mancini değil de Fatih Terim olsaydı sahada bambaşka bir Galatasaray izleyeceğimize dair en ufak şüpfe duymuyoruz.
Bu Fatih Terim’e ait bir takım olmasına karşın taktiksel ve kurgusal olarak başka bir şeye dönüşmüş durumda.
Bir kere Galatasaray her maça ayrı bir taktiksel yapıyla çıktığı sürece oyununu oturtması mümkün gözükmüyor.
Konyaspor karşısındaki diziliş:
Galatasaray geçen hafta Konyaspor karşısına çıktığı kadro ile diziliş arasında Ceyhun, Bruma, Dany değişikliği olurken; Ceyhun’u sezon başından bu yana Melo’nun oynadığı yerde, stoperlerin önünde oynatıp, Melo’yu da maçın başında konuştuğumuz şekilde Selçuk’a yakın yerleştirdi.
Böylece Selçuk, Sneijder’ın bölgesine, Melo da Selçuk’un alanına kaymış oldu.
Maçın başlama düdüğü bize Galatasaray'ın nasıl bir oyun oynayacağının mesajını verdi.
"Fenerbahçe'nin geliştireceği oyunu karşılayacak; eğer topa sahip olma imkanı yakalanırsa ileri gitmeye çalışılacak!"
5. dakika; Galatasaray kaleye 40 metre mesafeden bir duran top kazanıyor. Fenerbahçe ceza sahasının içinde veya etrafında iki ya da üç sarı kırmızılı oyuncu bekliyor. Topun başında Drogba, biraz ötedede Selçuk. Belli ki Drogba oradan vuracak.
Drogba'nın o mesafeden kimseyi dinlemeden vurmak istemesi önce Galatasaraylı futbolcu arkadaşlarına sonra da futbolumuza hakarettir.
Drogba bunu geldiği günden bu yana yapıyor. Ülkemizi Çin veya Katar ile karıştırıyor olabilir, kişisel düşüncesidir diye üzerinde durmayabilirsiniz, ancak buna izin veren futbol anlayışı ile bir araya geldiğinde kuşkusuz başka bir şeye dönüşüyor.
Fatih Terim buna engel olamadı, başka bir mücadele içinde olduğunu sonradan anladık, Mancini'nin de bu inisiyatif ve irade karşısında sessiz kalması; derbide oynattığı futbol, çıkardığı kadro ve yerleşim kuşkusuz Galatasaray'ı içinde bulunduğu durumu kaderi haline getiriyor.
Beckenbauer, Drogba'yı bu merkezden bakarak eleştirdi. Ancak anlaşılmadı, geçiştirildi. Şimdi
Uzun yıllardır ilk defa Fenerbahçe’nin takım olarak formda olduğu bir derbi öncesi yaşanıyor. Bu biraz da Fatih Terim’in ilk sezonunda TT Arena’da oynanan ve Galatasaray’ın çok üstün olduğu, 3-1 kazandığı karşılaşmaya da benziyor.
Galatasaray son bir sezondır dalgalı bir performansla oynuyor. Ortalamasını aldığımızda aslında ortaya istikrarsız bir takım çıkarken; özellikle önemli maçlarda futbolcuların ortaya koydukları mücadele ve yüksek konsantrasyonla sonuca gidebildiklerini görüyoruz.
Bu sezon başında oynanan Süper Kupa Finali, Beşiktaş ve Juventus karşılaşmalarında Galatasaray istediği oyunu ve sonucu almıştı.
Oyuncuların performasına bağlı bu karşılaşmalarda Drogba’nın lider oyuncu olarak sahneye çıkması da kuşkusuz çok önemli bir fark yaratmıştı.
Fenerbahçe’nin Bursaspor karşısındaki sahaya dizilişi
Galatasaray’ın Konyaspor karşısındaki sahaya dizilişi
Takım sporlarında ekibin bir arada nasıl top oynuyor olduğu çok önemlidir. Bu nedenle ideal kadro diye bir şey vardır. Bu olabilecek en mükemmel futbolculardan oluşan bir yapı anlamına gelmez, bir arada oynamayı becerebilen en iyi 11 kişi demektir.
Galatasaray ne gerisiyle, orta sahasıyla ve ilerisiyle böyle bir ideal kurguyu oluşturabilmiş değil.
Riera haftalardır sadece Şampiyonlar Ligi karşılaşmalarında hatırlanıyor.
Aydın Yılmaz, Mancini’nin gelişiyle birlikte oynamaya başladı. Bruma sürekli yabancı kuralına takıldığından oynamıyor.
Amrabat yine benzer nedenlerden ötürü kadroya bile giremiyor.
Üç kanat oyuncusu takımın geri kalanıyla sadece antrenmanlarda bir araya geliyor.
Hatırlayalım, Drogba hafta sonu oynanan maçta Emre Çolak’ı yanına çağırıp saha içinde nasıl oynaması gerektiğini kendisine tarif etti.
Bunlar bir bütünün parçalarıdır.
Öncelikle şunu hemen söyleyelim, Bursaspor ligimizin önemli ve kaliteli takımlarından biridir. Fatih Terim, Bursaspor maçı sonrasında “Bursaspor’u Bursa’da yensinler de görelim!” diye boşuna söylemedi, gerçekliği vardı.
İlk yarı Bursaspor Fenerbahçe’nin bütün organizmasını besleyen bağlantıları kesti.
Şamil ile ön alanda baskı yarattı; Belluschi ve Batalla orta alanda Baroni ve Alper’e karşı büyük bir üstünlük kurdu.
Daum, Fenerbahçe’nin kanatlarının boşluğunu iyi gördü. Daha doğrusu bu bölge üzerine oynayınca özellikle arkaya atılan toplar etkili oldu.
Karşılaşmanın hemen başında sağdan geliştirilen atakta Murat bom boş durumda kaldı ancak bu pozisyonu değerlendiremedi ve dışarı attı.
Mehmet Topuz’un ileri çıkarken kaptırdığı bir top da döndü Fenerbahçe kalesinde beklenen golü getirdi.
Mehmet Topuz’un sağda kendisini boşa çıkarmış Sow ile oynamak yerine Bursaspor’un stoper kalabalığının içine dalması futbolun en zor tercihlerinden biriydi.
Oysa sezon başından beri Ersun Yanal hem Caner’e, hem Gökhan Gönül’e hem de Mehmet Topuz’a kanattan sayısız atak yaptırdı ve bunların büyük bölümünde de bu oyuncuların ceza sahasına topu göndermesini istedi.
Aziz Yıldırım, 1998'ten bu yana girdiği bütün seçimlerde oy sayısını artırarak tekrar tekrar başkan seçildi.
Özellikle 2012'deki seçimde hapiste yatarken aldığı 5269 oy 3 Temmuz darbesine verilmiş en büyük cevap niteliğindeydi. Fenerbahçe Genel Kurulu bütün gövdesiyle başkanının arkasında olduğunun mesajını vermişti.
Ancak seçimin fazlasıyla duygusal ortamda yapılması sonuçları üzerinde ikna olmayan, bununla yetinemeyen kesimin argümanları arasındaydı. Bütün yollar yeni bir seçim üzerinde yoğunlaşıyordu zaten.
Aziz Yıldırım Metris'ten çıktığı günden itibaren başlayan kara propoganda özellikle geçtiğimiz yaz aylarında tekrar alevlenen UEFA-CAS cezaları sürecinde tam bir ablukaya dönüşmüş, 2-3 Kasım 2013'deki olağanüstü genel kurul kararı alınmayı zorunlu hale getirmişti.
3 Temmuz, Aziz Yıldırım'ın peşini bırakmıyor; onu Fenerbahçe'den koparmak için elindeki bütün olanakları seferber ediyordu.
Gizli kapaklı, kapalı kapıların ardında her türlü hesap içinde olanlar "şeffaflık" adı altında bir hareket başlatmışlar, herkesin her aklına geleni söyleyebildiği, haber getirdiği, yorum yapabildiği, her türlü iddiayı ortaya koyabildiği, dinleyebildiği, yazabildiği, en mahrem fotoğrafların bile