Beşiktaş’ın 4-3 kazandığı 2005’teki derbi Fenerbahçe’nin Beşiktaş’a karşı futbol olarak çok üstün olduğu bir maçtı. İlk 30 dakika Anelka’nın sağ kanattan getirdiği toplar siyah beyazlı ekibin savunmasını çaresiz duruma düşürmüş ancak top bir türlü kaleden içeri girmemişti. Üstüne de Beşiktaş her atak girişiminden golle dönmüştü.
İstatistiksel olarak bakıldığında Fenerbahçe-Beşiktaş eşleşmelerinde böylesi derbi karakteri taşıyan çok maç var.
Cumartesi günü oynanan karşılaşmada da benzer şeyler izledik, gördük.
Beşiktaş Olcay’ın attığı gole kadar bölümde Fenerbahçe’nin bildik, alışıldık hücum düzenini tamamen bozdu. Burada Olcay’ın karşısında oynayan Gökhan Gönül’ün maça çok da iyi başlayamamasının önemli bir etkisi oldu.
Gol öncesinde Olcay’ın önünde kayarak yaptığı savunmayla oyundan düşmesi zaten golü hazırlayan şey oldu. Doğru kademe yapabilse, en azından rakibinin önünde kalabilse belki bu gol olmayacak Beşiktaş’a hücum momentumu veren enerji ortaya çıkmamış olacaktı.
Bu gol Beşiktaş’a şunu gösterdi; “sezon başından beri uyguladığım hızlı hücumlardan Fenerbahçe’ye karşı da başarılı olabilirim!”
Sonradan Almeida’nın atacağı iki golde de gördük ki Beşiktaş bu oyunu
Ligin zirvesini ilgilendiren 13. Hafta karşılaşmalarında 8 gol vardı ve takımlar dört puanı kendi aralarında pay ettiler.
Kasımpaşa-Galatasaray mücadelesi öncesinde fazlasıyla beraberlik emareleri taşısa da dün bir kere daha gördük ki Galatasaray zorlanıyor.
Kasımpaşa’nın ileride oynattığı Drogba’nın karşılığı olan Babel atamadıkları kadar vermediği paslarıyla sonuca etki eden oyuncu oldu.
Bu iki oyuncunun formalarını değiştirseniz sarı kırmızılı olan takım sahadan büyük bir hezimetle çıkabilirdi.
Galatasaray’da savunma çok sorunlu
Galatasaray’ın savunma örgüsünün yaşadığı sorunları Şampiyonlar Ligi’nde Real Madrid karşısında izledik, Türkiye’de bu olmuyorsa rakip oyuncuların beceriksizliğinden son vuruş eksiğinden ya da kapasite ölçüsünden kaynaklanıyor.
Chedjou ile olmuyor. Onun yanında Semih iyice çaylak pozisyonuna düştü. Galatasaray’ın yediği gol üst düzey takımının savunmasının yapacağı bir hata değildi.
Top oradan nasıl geçti anlamak mümkün olamadı.
Dünkü maç önü yazımda Fenerbahçe-Beşiktaş rekabetinin özellik ve detaylarına yönelik imalarda bulunmuştum; sanırım tam da üzerine basmışım. Karakter olarak adına uygun bir karşılaşma izledik.
Sezon boyunca takımlar birbirlerini yenecek, berabere kalacaklar sonuçta da ortalama başarıyı yakalayan takım şampiyon olacak.
Bu maçın sonunda kimin ne türden dersler çıkarması gerektiğine dair önemli ipuçları var.
Önce deplasman takımından başlayalım.
Beşiktaş'ın etkili olduğu çok önemli özellik ; hızlı hücumlarla rakibini eksik yakalayarak sonuca gitmek. Yapabildi mi? Bir değil, iki değil, üç kere bunu başardı ve Fenerbahçe'yi bu sezon Arsenal'den sonra en çok zorlayan takım oldu.
Maç öncesinde Beşiktaş'ın bu maçı kazanabilmesi için en az üç gol atması gerektiğini söylemiştik; bu da gerçekleşti ancak sonuç galibiyete dönüşemedi.
Neden?
Beşiktaş devamlılığı olan bir takım görüntüsü vermiyor. Ligin ilk dört haftası ile sonraki sekiz haftasının özetini doksan dakikada izledik. İlk yarı bambaşka bir Beşiktaş varken, ikinci yarı on kişi kalmış bir takım karşısında tamamen teslim olmuş bir takım görüntüsüne bürünüverdi.
Fenerbahçe’nin kadro ve form durumunun en üst düzeyde olduğu dönemlerde Beşiktaş’ın bir şekilde gelip yendiği bir rekabetin tarihidir bu derbi.
Özellikle 2005’te oynan Rıza Çalımbay’ın teknik direktör olduğu maç hafızalardan silinecek gibi değil.
2012 Süper Final’de İnönü’de Beşiktaş’ın 1-0 kazandığı karşılaşma ile geçen sezon Olcay’ın son dakikada attığı golle 3-2 biten maçlar neredeyse ligin kaderini belirledi diyebiliriz.
Geçmişteki anlamıyla geleneğin devam ettiği bir rekabet olarak sivriliyor Fenerbahçe-Beşiktaş eşleşmesi...
Ancak futbolu tılsımlarıyla değil, sahadaki şekliyle yorumlamamız gerekiyor.
Beşiktaş’ı son yıllarda takım içinde lider oyuncusu olamayan tarzı ve yapısıyla tanımlıyoruz. Fernandes ısrarla o görevden uzak duruyor. Ne zaman bir oyuncu ön plana çıksa kısa süre içinde başka bir şeye dönüşüveriyor.
“Sosyalist takımın” sonu
Bu durumu Biliç “sosyalist takım” olarak adlandırlımaya başlasa da kapitalizmin yüksek değerleri bu anlayışı pek sevmedi. Kısa süre sonra da bir daha kimse ağzına bu deyimi almaz oldu; özellikle Galatasaray derbisinden sonra.
Fenerbahçe’nin kadro ve form durumunun en üst düzeyde olduğu dönemlerde Beşiktaş’ın bir şekilde gelip yendiği bir rekabetin tarihidir bu derbi.
Özellikle 2005’te oynan Rıza Çalımbay’ın teknik direktör olduğu maç hafızalardan silinecek gibi değil.
2012 Süper Final’de İnönü’de Beşiktaş’ın 1-0 kazandığı karşılaşma ile geçen sezon Olcay’ın son dakikada attığı golle 3-2 biten maçlar neredeyse ligin kaderini belirledi diyebiliriz.
Geçmişteki anlamıyla geleneğin devam ettiği bir rekabet olarak sivriliyor Fenerbahçe-Beşiktaş eşleşmesi...
Ancak futbolu tılsımlarıyla değil, sahadaki şekliyle yorumlamamız gerekiyor.
Beşiktaş’ı son yıllarda takım içinde lider oyuncusu olamayan tarzı ve yapısıyla tanımlıyoruz. Fernandes ısrarla o görevden uzak duruyor. Ne zaman bir oyuncu ön plana çıksa kısa süre içinde başka bir şeye dönüşüveriyor.
“Sosyalist takımın” sonu
Bu durumu Biliç “sosyalist takım” olarak adlandırlımaya başlasa da kapitalizmin yüksek değerleri bu anlayışı pek sevmedi. Kısa süre sonra da bir daha kimse ağzına bu deyimi almaz oldu; özellikle Galatasaray derbisinden sonra.
Mancini Danimarka’daki maç sonrasında esas hedefin İstanbul’daki Juventus olduğu mesajını verdiğinde genel anlamda her taraftan tepki gelmişti.
“Galatasaray’ın Real Madrid maçını peşinen kaybetmiş olması kabul edilemez!”
İtalyan teknik adamınki bir bakış açısıydı. Belki karşısındaki takımın gerçeklerini bilerek yapılmış bir yorumdu, hatta olası ağır bir yenilgi öncesinde ortam ve zemin hazırlamaktı.
Bütün bunlar futbolun içinde olan şeyler. Ters manyelinden tutun da motivasyon yöntemi olduğuna kadar bir sürü taktik, yöntem olarak bile değerlendirmek mümkündür.
Peki böylesine önemsediğiniz, büyük gördüğünüz takıma karşı sahadaki oyun anlayışınızla bu söylediklerinizin üst üste çakışması gerekmez mi?
Galatasaray iki hafta önce Kadıköy’deki maça sakin, dar alanda oynayan, rakibin üstünlüğünü kabul eden bir anlayışla çıkmıştı.
Bu kurgu ile Galatasaray oyunu 35-40 metre arasına sıkıştırıp rakibini de burada oynama mecbur bırakmıştı.
Oyun daraldığında futbolcuların birbirleriyle yardımlaşma etkinliği de artmıştı.
Karşılaşmanın son çeyreğinde Fenerbahçe üst üste köşe atışı, duran top kullanıyor ceza sahasına gelen toplara da Sow, Webo rövaşata vuruyordu. Bu oyuncuların her denemesinde bir Antalyasporlu oyuncu sanki kurşun yemiş gibi yere yığılıyordu.
Onlardan birinde sanırım Sow’un bir rövaşatasında kaleci Hakan Arıkan kendisine hiçbir müdahalenin olmadığı bir pozisyonda sanki vurulmuş gibi göğsünü tutarak yerde yatan oyuncuların da üzerinden kendisini yere bıraktı.
Görüntü komik olduğu kadar da sinir bozucuydu.
Bir gün önce oynan karşılaşmada Burak rakip oyuncunun kırmızı kart ile oyun dışında kalmasını sağlayan artistik yere düşüşü gibi...
Ekmeğinin ve emeğinin peşinde koşan meslektaşının bir sonraki maç sahada olmamasına ve para kazanmamasına sebebiyet verecek, futbolun en karanlık ve çirkin tarafıdır bu.
Maçın 90. Dakikasında Emenike üst üste iki faul girişiminden ayakta kalarak Antalyaspor ceza sahasının içine kadar girecek o en küçük darbede yere yığılan Hakan Arıkan can havliyle onu karşılamaya giderken kalesini boşaltacak ve Sow da arkadaşının yaptığı asistle Fenerbahçe’ye hak ettiği üç puanı getirecek golü atacaktır.
Burada tartışılması gereken şey futbol oynama
36. dakikada topun başına Selçuk İnan gelmiş ve penaltı atışını golle sonuçlandırmıştı. Ancak 90. dakikada kazanılan penaltıyı kim atacak diye merakle beklerken Drogba'nın kullanacağını gördük.
Sonuç?
Galatasaray'da belli bir düzen vardı; duran toplar Selçuk İnan, penatı atışları da Melo tarafından kullanılıyordu. Sağ kanatta kimler, solda da hangi oyuncuların oynayacağının bir sırası vardı, belliydi.
Sneijder ve Drogba bu düzeni alt üst etmekle kalmadı; herşeyin yerini değiştirdi. Şimdi kimin nerede oynayacağı, duran topları kimin kullanacağı konusu öncelikle Drogba'nın ve Sneijder'ın sahada olup olmamasına bağlandı.
Onların olmadığı ilk yarıda Selçuk'un klasikleşen ara pasına Burak'ın yaptığı boş koşu karşılaşma boyunca Galatasaray'ın ne yapmatığını bilen tek organizasyonuydu.
Takım oyunlarında önce düzen sonra bu düzene uygun oyuncu seçimi ve bunun da sahada tekrar tekrar uygulama şekli çok önemlidir.
Haftalardır lig maçlarında forma giymeyen Riera ve onun önünde Aydın Yılmaz ile sağda Dany ve önünde Eboue ile başlamak bir futbol adağı adamaya benziyordu. Tutarsa elbette bir sonraki maça etkisinin olup olmayacağı yine baştaki şartın yerine gelip gelmediği ile belirlenecekti.
Dany atıld