Milli Takım uzun bir aradan sonra bir hafta içinde iki maçı üst üste kazanarak belki de şeytanın bacağını kırdı.
Fatih Terim de göreve geldikten sonra çıktığı altı maçın beşini kazanmış oldu. Tek kayıp Hollanda’ydı ve biz o maç nedeniyle gruptan çıkamadığımız gibi sıralamada dördüncü sırada yer bulabildik.
Şimdi konuya iki yönlü açılım getirmek istiyorum.
Grup maçlarındaki en önemli sorunumuz Macaristan ve Romanya gibi takımlara puan vermemizdi.
Öncelikle bu tip ülkelere karşı kaybetmemiz gerekiyor. Çünkü birinci torbadan gelen takımlara karşı hiçbir şekilde başarı gösteremiyoruz.
Kuzey İrlanda ve Belarus bu seviyenin takımları mı?
Kesinlikle değil. Bu ülkeler zaten grup maçlarında beşinci takım olmaktan kurtulamadılar.
Bu turnuvada grup maçlarını ikinci ve üçüncü sırada tamamlayan ülkeler hangileri?
Hırvatistan, Sırbistan, Danimarka, Çek Cumhuriyeti, İsveç, Avusturya, Romanya, Macaristan, İzlanda, Solevenya, Portekiz, İsrail, Yunanistan, Slovakya, Ukrayna, Karadağ, Fransa, Finlandiya...
Demek ki gerçek rakiplerimiz ve hedef bunlar olmalıdır; bir adım sonra da birinci torba takımlarıyla mücadele edebilmek!
Kuşkusuz yeni takım olgusunu yaratmak sinerji oluşturmak adına zayıf ülkerle oynayarak aşı yapmak önemlidir; hatta dönemsel olarak gerekli de olabilir.
Bu tarafından bakıldığında üst üste oynanan maçların takımımız için ölçü oluşturmayacağı ortadadır. Hiç değilse iki takımdan biri sıraladığımız ülkelerden biri ya da daha kuvvetlisi seçilmeliydi.
Fatih Terim, Piontek ile göreve başladı ve altyapılardan sorumlu teknik adam olarak 1990’ların başında çok iyi bir jenerasyon buldu.
Bu jenerasyon daha sonra Galatasaray’ın da omurgasını oluşturdu ve Milli Takımla birlikte özlenen, beklenen başarılar üst üste geldi.
Piontek giderken geride Fatih Terim’i bıraktı.
Derwall için de Mustafa Denizli ismini söylemeliyiz.
Temelde zaten Avrupalının bakış açısı budur, birikim, devamlılık, gelenek yaratabilmek.
Hem Derwall hem de Piontek başında teknik adamıyla birlikte doğru bir kurgu oluşturabilmek için en az iki sene harcadılar ve bu günlere geldik.
Piontek ve Derwall için yazdıklarımızı Fatih Terim ve Mustafa Denizli için konuşabilmek mümkün müdür?
Özellikle 2004-2010 arası dönem Fatih Terim’in kendisini herşeyiyle ifade edip gösterebileceği büyük bir şanstı.
O süreçte yetişmiş ne bir Milli Takım teknik direktörü oldu ne de iz bırakan bir futbolcu.
Hiddink de Abdullah Avcı da bugün Fatih Terim’in göreve geldiği amaçla birlikte işe başladılar ancak olmadı.
Önceki yazımda da belirtmiştim aslında Milli Takım tamamıyla üstyapıya ait bir örgütlenmedir; burada yapılması gereken şey altyapı ile uyumlu, devamlılığı, sürekliliği olan ve ne oynadığını bilen bir takım kurgusu yaratmak olmalıdır.
Fatih Terim neredeyse çeyrek asırdır bu ülkede teknik adamlık yapıyor ve bu kadar sıfırdan başlayacak, kendisini ve takımını böylesine zayıf takımlarla test edip deneyecek bir yerde olmasa gerekir diye düşünüyorum.
Fatih Hoca’nın ikinci dönem teknik direktörlük zamanında baştan başlamak yerine bildiği, denediği, kendisine yakın oyuncularla, riske girmeden oynadığını biliyoruz. 2008 başarısını da bunun üzerine kurabildi. Ancak iki sene sonraki Dünya Kupası’na gidecek bir takım kuramadı.
Bugün sahaya sürdüğü genç isimlerin ne kadarına ilerleyen dönemlerde yer verecek merakla bekleyecek, takipçisi olacağız.
5+2 sene gibi çok uzun süreli yapılmış bu sözleşmenin hakkını verebilmek için eskisinden farklı ve kalıcı şeyler üretebilmek ve bunun kendi kendisini yeniden sürdürmesini sağlamak gerekiyor.
Umarım Hamza Hoca bu anlamda bir potansiyele sahiptir veya kendisini böylesi göreve hazırlıyordur.
Maça dair akılda kalan en güzel hareket Belarus’lu oyuncu Hleb’in sağ kanattan gelerek bütün savunma oyuncularımızı çalımladıktan sonra boş durumdaki arkadaşına topu çıkarması ve onunda kalenin gol olabilecek en uygun boşluğuna atmasıydı. Uzun zamandır bu kadar birbirini tamamlayan nitelikli bir gol izlememiştim.
Arda’nın orta sahada bir vücut çalımıyla rakibini geçtikten sonra dibine girerek uzaktan aşırtma yaptığı vuruşunda topun kale direğinin üstüne patlaması da büyük bir şanssızlıktı.
Takımımız Gökhan Gönül, Caner ve Arda ile fark yaratıp, ne istediğini bilen bir oyun oynarken, diğer oyuncular takımın genel kurgusundan farklı takıldılar; kendilerini göstermeye çalıştılar.
Oğuzhan mutlaka bu takımın bir parçası yapılmalıdır.
http://twitter.com/uzaygokerman