Türkiye’ye has bir hukuk tuhaflığı üzerine biraz kafa yoralım.
Şöyle bir durum var;
3 Temmuz Davasına en büyük dayanak oluşturan telefon dinlemeleri delil sayılması ortadan kalktığında yargılayacak hiçbir şey kalmıyor.
Bu yasa değişikliği de mevcut iktidarın Fenerbahçe’ye sunduğu bir lütuf olarak takdim ediliyor.
Yani, insanları masa başında oturarak, tuzağa düşürerek, kumpas kurarak, çeşitli yollardan konuşmalarını dinleyip, bunların arasından bir kolaj yaparak iddianame oluşturmanın nasıl bir hukuksuzluk olduğunu konuşmuyoruz da bu hukuksuzluğu ortadan kaldırmayı konuşabiliyoruz.
18 Ağustos 2011 tarihinde bu köşede “Mehmet Baransu gazeteciliğine katkı” başlığıyla bir yazı yazmıştım.
3 Temmuz’un en hararetli günleriydi ve iddialı konuşmak da istemem ancak o tarihlerde “hukuk” ilkelerini ortaya koyan veya hatırlatan ilk yazılardan biriydi.
Bu ilkeyi öncelikle Mehmet Baransu’ya hatırlatmak istemiştim, çünkü en küçük şüpheden suç ve suçlu yaratan bir gazetecilik anlayışı vardı.
3 Temmuz’un üzerinden 4 sene geçti.
3 Temmuz, Fenerbahçe camiasına çok büyük acılar yaşattı. Etkileri asla azalmadı.
Ancak Fenerbahçe’nin 3 Temmuz’a bir teşekkür borcu da var.
Nedir bu borç?
Fenerbahçeliler özellikle son 20 senedir kendi aralarında maruz kaldıkları haksızlıklar üzerine konuşurlardı.
Verilmeyen penaltıları Orhan Pamuk’un son kitabı ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ta bir konudur.
Fenerbahçe’nin penaltı sorunu İTÜ tarafından bilimsel bir çalışma konusu yapılmıştır. Toplumdaki genel kanı Fenerbahçe’ye kolay penaltı çalındığı, Fenerbahçe’nin karşılaşmaları penaltı yoluyla kazandığı yönündeyken; son 15 yılın verileri bunun tam aksini göstermiş, Fenerbahçe ilk dört takım arasında aslında en az penaltı kullanan, lehine sezon başına en az penaltı verilen takım olduğu istatistiksel olarak ortaya koyulmuştur.
Medyanın hızla değişen yapısı
Transfer hem takımlara hem de taraftara heyecan veren hareketlerdir. Özellikle futbolun endüstriyel bir ürün haline geldiği günümüzde takımların kadrolarını sürekli yenilemeleri, canlı tutmaları, taraftarını tribünlere çekecek hamlelerde bulunmaları önem taşıyor.
Şu bir gerçek ki geriye dönüp son beş yılı göz önünde tuttuğumuzda Fenerbahçe’nin bu anlamda taraftarını heyecanlandıracak çok az futbolcu transfer ettiğini görüyoruz.
Şampiyon tamamladığı 2010-11 sezonu; Caner Erkin, Stoch, Niang, Dia ve Yobo
3 Temmuz’un etkilerinin hissedildiği sezon olan 2011-12’de; Emenike, Sezer Öztürk, Ziegler ve Bienvenu öne çıkan isimler oldu. Orhan Şam ve Serdar Kesimal’de bu sezon kadroya dâhil oldular. Devre arasındaki Sow hamlesi etkiliydi.
2012-13 sezonu öncesinde; Kuyt, Salih Uçan, Mehmet Topal, Egemen Korkmaz, Meireles, Krasic transferlerini yaptı yönetim. Fenerbahçe bu sezon hem UEFA Avrupa Ligi’nde yarı final oynadı hem de bir sene sonra şampiyon olacak takımın omurgasını oluşturmuş oldu.
2013-14’de Alper Potuk, Kadlec, Alves, Holmen ve Emenike transfer edildi ve bu sezon şampiyon tamamlandı. Bu sezona damgasını vuran oyuncular istikrar, devamlılık ve sonuca etki açısından Can
Fenerbahçe yeni sezona 2009 yılında devreye sokup, bir sene yaşattıktan sonra kaldırdığı sportif direktörlük kurumunu yine gündeme alarak başladı.
Bunun için çok da iyi tanınmayan ve bilinmeyen bir İtalyan’ın tercih edilmesi ilginç bir karardı. Fenerbahçe’ye bu kişileri kimler öneriyor ya da Fenerbahçe içinde bu sportif direktörleri kimler biliyor takip ediyor kuşkusuz cevabını en çok merak ettiğim sorudur.
Çünkü bu gerçekten bambaşka bir boyut; hele son yıllarda iyice daralmış sportif bakışımıza farklı anlayış, pencere açıyor olmak her şekilde önemlidir.
Başarılı olur olmaz, bu ikinci boyuttur.
Türkiye’de başarının ölçüsünü neyin belirlediği ortadadır. Liglerin tamamlanmasına son iki ay kala küçük bir kitap niteliğini taşıyan yazdığım seri yazılarda bunun hem başlıklarını attım hem de detayına girdim. (*)
Fenerbahçe’nin en temel sorunu mücadeleyi tüm bileşenleriyle bir arada yürütecek bir anlayışı, bilinci, tutarlılığı sürdürememesinden kaynaklanıyor.
Mesela basketbola büyük yatırım yapıyor. Obradovic gibi isminin yanına garanti şampiyonluk yazılan bir koçu takımın başına getirip, güçlü transferler yapıyor. Ancak bir türlü takım haline gelemiyor.
Fenerbahçe “
Toplumsal gelişim süreçlerini belirleyen iki ana unsur vardır; akıl ve teknolojik ilerleme.
Avrupa’da bilimsel teknolojik devrimler ve sonrasında da ortaya çıkan sanayi devrimi öncesinde çok güçlü bir “Reform ve Rönesans” hareketi olmuştu.
Feodal düzenin donmuş muhafazakâr, gerici sistemi Reform ve Rönesans süreçlerinin içinde dönüşüme uğratılarak, çok zengin bir rasyonalizm yaşanmış, aklı ön plana alan insan unsuru özgürleşerek ve örgütlenerek kapitalizm çağını başlatmıştı.
Açıkçası Fenerbahçe’nin 1998 öncesi ve sonrasını da bu çerçevede benzeştirebiliriz.
Fenerbahçe 1998 öncesinde her bakımdan geri kalmış, eskimiş, köhne bir görüntüye sahipti. Ancak içten içe güçlü bir sorgulama ve fikir hareketi de başlamıştı. İhtiyaçlar, beklentiler ve yapılması gerekenlere dair zengin bir liste çıkmıştı ortaya.
Aziz Yıldırım dönemi Fenerbahçe’nin sanayi devrimi gibidir ve o akıl hareketinin içinde olgunlaşarak realize olmuştur.
Aziz Yıldırım sadece Fenerbahçe için bir şeyler yapmadı, sportif anlamda ülkemizdeki yerleşik paradigmayı da değiştirdi. Burada gerçekleştirdiklerinin ezber tekrarını yapmayalım.
Fenerbahçe 3 Temmuz’a kadar geçen sürede her bakımdan kendisini yenilemiş,
Ersun Yanal krizi patlak verdiğinde aklıma gelen ilk şey bunun “futbolcularla” bağlantılı bir sorun olduğu yönündeydi. Peşinden Ersun Yanal’ın ses kaydı düştü sosyal medyaya.
Kızgın bir teknik direktör, bağırıyor, küfürler savuruyordu.
“Fenerbahçe bitarafında bile değildi!”
Çok düşündüm. Kendimi Ersun Yanal’ın yerine koydum.
‘Neden bir teknik adam bu şekilde söylenir?’
Bunu anlayabilmenin tek bir yolu vardır sporun içinde olmak, o ruhu hissedebilmektir.
Ersun Yanal’ın şikâyeti takımın antrenmanlara gelmek istememesi ya da belki de antrenman temposundan memnun olmamalarıydı.
Başka nedenler de olabilir. Bazen elektriğin uyuşmaz, sevemezsin, itici gelir sana; karşılıklıdır bu ve sevgisizlik kısa sürede nefrete dönüşür, çok küçük kıvılcımlardan büyük yangınlar çıkar.
Abdullah Kiğılı 5 Eylül 1997 günü Federasyon Başkanı seçildiğinde Fenerbahçe Stadyumu’nda Galatasaray derbisi oynanıyordu. Maç öncesinde Kiğılı’nın anonsu yapıldığında kısa süreli bir alkış olmuştu.
Peki, Abdullah Kiğılı o görevde ne kadar kalabildi?
2 Ay…
Neden ayrıldığı konusunu Türkiye konuşmuş mudur?(*)
Öncesinde kim vardı?
Çok uzun yıllar Şenez Erzik Federasyon Başkanlığı yapıyordu. Ancak 1994’de ikinci kez Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanlığına gelen Ali Şen, Şenez Erzik’in Federasyon Başkanı kalmasını istemiyordu. Hatta Oğuz Çetin-Aykut Kocaman’ın gönderilmesinin geri planında bu çekişmenin olduğunu daha sonra öğrendik. (**)
Ali Şen’in uzun süre Şenez Erzik’in Federasyon Başkanlığı’ndan ayrılmasını “Fenerbahçe’nin istemediği kişi o görevde kalamaz!” şeklinde kullandığını da biliriz.
Fenerbahçe Başkanları maalesef hep böyle atarlıdır ancak bunun Fenerbahçe’ye ne faydası dokunmuş olduğunu hiç görmedik. Hala göremiyoruz.
Galatasaray, beklendiği gibi Beşiktaş’ı da yenerek Süper Lig’de 20. Şampiyonluğuna uzanarak dördüncü yıldızı takmaya hak kazandı. 15. Şampiyonluğuna 2002’de ulaşan Galatasaray aradan geçen on üç senede beş şampiyonluk daha ekleyerek bu başarıya imza attı.
Galatasaray 13 yılda bir yıldız hak ederken aynı sürede Beşiktaş'ın sadece iki şampiyonluk kazanması, hala göğsünde iki yıldızla mücadele ediyor olması, bir yıldız daha alabilmesi için iki şampiyonluğa ihtiyacı olması, genel ortalamaya baktığımızda bunun için 13 yıl gerekmesi, bu süre içinde Galatasaray'ın bir yıldız daha alabileceği ihtimali düşündürücüdür.
Bunu kimin düşünmesi gerektiğini kamuoyuna bırakalım; istediği kadar düşünsün.
Sezon başında hem takım içi hem yönetimsel anlamda şampiyon olacakmış görüntüsünden oldukça uzak olan Galatasaray önce yönetim sorununu çözerek ılımlı Yarsuvat’ın başkanlığında, teknik direktör Prandelli ile yolları ayırarak Hamza Hamzaoğlu’nu göre getirerek takım içindeki çalkantılı durumu da dengeledi.
Peşinden de özellikle futbol takımının gündeme çıkmayan ve iddiasız görüntüsüyle Fenerbahçe ve Beşiktaş’la girdiği mücadeleden zaferle ayrılmasını bildi.
Dün maç öncesinde