Fenerbahçe yeni sezona 2009 yılında devreye sokup, bir sene yaşattıktan sonra kaldırdığı sportif direktörlük kurumunu yine gündeme alarak başladı.
Bunun için çok da iyi tanınmayan ve bilinmeyen bir İtalyan’ın tercih edilmesi ilginç bir karardı. Fenerbahçe’ye bu kişileri kimler öneriyor ya da Fenerbahçe içinde bu sportif direktörleri kimler biliyor takip ediyor kuşkusuz cevabını en çok merak ettiğim sorudur.
Çünkü bu gerçekten bambaşka bir boyut; hele son yıllarda iyice daralmış sportif bakışımıza farklı anlayış, pencere açıyor olmak her şekilde önemlidir.
Başarılı olur olmaz, bu ikinci boyuttur.
Türkiye’de başarının ölçüsünü neyin belirlediği ortadadır. Liglerin tamamlanmasına son iki ay kala küçük bir kitap niteliğini taşıyan yazdığım seri yazılarda bunun hem başlıklarını attım hem de detayına girdim. (*)
Fenerbahçe’nin en temel sorunu mücadeleyi tüm bileşenleriyle bir arada yürütecek bir anlayışı, bilinci, tutarlılığı sürdürememesinden kaynaklanıyor.
Mesela basketbola büyük yatırım yapıyor. Obradovic gibi isminin yanına garanti şampiyonluk yazılan bir koçu takımın başına getirip, güçlü transferler yapıyor. Ancak bir türlü takım haline gelemiyor.
Fenerbahçe “Ülker” ekibinin Madrid yolculuğu öncesinde medyaya verdiği mesajları geriye dönüp bir inceleyin. Orada başka bir şey olduğunu göreceksiniz. Bu parçalanmış görüntü beni çok rahatsız etmişti.
Fenerbahçe’nin bu finali oynaması zaten mümkün değildi.
Türkiye’ye döndü, Play Off’ta gördük ki takımın bütünlüğü tamamen dağılmış. Galatasaray’da bir Sinan Güler çıkıp o takım bütünlüğünü sağlayabiliyorken, Fenerbahçe için durum bambaşkaydı.
Sadece takım bazında değerlendirme yapmayalım. Fenerbahçe’nin taraftarı bu sezon futbolda ve basketbolda takımlarıyla arasına hissedilir bir mesafe koydu.
Obradovic bunu iki defa net bir şekilde ifade etti.
“Final Four’un ne anlam taşıdığını, orada olmanın ne demek olduğunu anlamadığımızı yüzümüze vurdu.”
Hala anlamadık!
Sonra Başkan çıktı ve Ülker grubu ayrılıyor mesajını verdi.
İşte Türkiye’nin sorunu budur. Kim kimden ayrıldı bilmiyorum, çünkü hiçbir şey bu detayda bilinmiyor, konuşulmuyor. Ancak ortada bir ayrılık var; sonuç nedir? Son 8 senede yapılan bütün yatırımların sonudur.
Dünyanın bir çok yerinde kulüplerin büyük ve yıllara sari güçlü sponsorları vardır. Bu sponsorlar artık takımla bütün haline gelir ve zaman zaman birbirlerinin yerine geçer. Bu sadece basit bir para verme işi değildir. Ekonominin ötesinde bir lobi, kulis, organizasyon, örgütlenmektir.
Euroleague’in iki büyük sponsoru var; THY ve Efes. İkisinin de bize faydası yok. Madrid’teki hakem faciasını gözlerimizle gördük.
UEFA ve FIFA’da işler daha başka yürümüyor.
Yıllarca Şenez Erzik’in orada olmasının bize ne faydası dokunduğunu bir türlü hissedemedik.
Temel sorun şudur; o varlığı, ağırlığı hem ben hissedeceğim hem UEFA!
Ancak olmuyor, bu işler bir türlü böyle yürüyemiyor.
Ülker de kalıcı olamadı.
Bu sene Fenerbahçe Ülker’in başarısı da ve başarısızlıkları da hem Fenerbahçe hem de Ülker’e aittir.
Fenerbahçe’nin İtalya Sportif Direktörü (bu şekilde anmak kolayıma gidiyor, ismi hafızama yerleştikçe, bir isim olarak ağırlığını hissettikçe elbette adıyla anacağım) uygulaması da beş yıl sonra hatırlanmış bir yeni başlangıçtır.
Victor Pereira tercihinin elbette bir futbol aklı ile birlikte seçilmiş olduğuna şüphe duymamak gerekiyor.
Futbolcuları ve teknik adamları hep geldikleri yerdeki başarıları, hareketleri ve özellikleriyle değerlendiriyoruz.
Zaten elde başka bir veri yok. Ancak yaşamın her noktasında canlı organizmayı belirleyen şey onun genetik özelliklerinden çok bulunduğu ortamdır.
Bu nedenle son yıllarda yerli teknik adamlara dönüş başladı.
Yöneticisini tanıyan, futbolcusunun içini bilen, medyanın neyi nasıl yönettiğine hâkim, hakemler konusunda tecrübeli, işini bilen yerli bir hocanın yanına bir de ağabeylik özellikleri olan yönetici koyduğunuzda “açılmayacak kapı” kalmıyor.
Kupayı almak istediği yeri ülkenin en kudretli kişisine bir telefon açarak söyleyebilen bir kişi en doğru eleman olabiliyor.
Aykut Kocaman’ın ismini duyduğunda içinde bambaşka hisler uyanan, içi ürperen Fenerbahçeli taraftarın öğreneceği o kadar çok şey vardır ki.
Neyse…
Fenerbahçe bugün öyle ya da böyle bir Proje’yi hayata geçiriyor. Ancak bunun sürekliliğinin ne olacağı konusunda kimin bir fikri var?
17 senede aldığı doğru kararların bile arkasına duramamış bir Aziz Yıldırım anlayışının bu Proje’ye tahammülü ne kadardır?
Galatasaray, Fenerbahçe’ye evinde 4 golle yenildiği 1996-97 sezonunda şampiyon oldu.
Galatasaray, Fenerbahçe’ye 4-0 yenildiği 2005-2006 sezonunda da şampiyon olmayı başardı.
Ancak aynısını Fenerbahçe yapamadı, yapamazdı. Çünkü Fenerbahçe kazandığında bile şampiyon olamadı, kaybettiğinde hep dağıldı.
Yönetim dağıldı, teknik yönetim dağıldı, futbolcular dağıldı…
Taraftar? O zaten hep dağılmış! Hep bir hesap sorma derdinde ve mutlaka da hesap soracağı şeyleri var.
Kuşkusuz sportif anlamda neyin olup bittiğinin ötesinde de birkaç senede aşılması gerçekten zor hatta mümkün olmayan bir realite var ki bunun için Fenerbahçe’nin mücadeleyi tüm bileşenleriyle daha bilinçli ve örgütlü bir şekilde yapmasında kilitlenip kalıyor.