Galatasaray’ın mutlak favori olarak çıkacağı ve kazandığında resmen olmasa da şampiyonluğunu ilan edeceği derbi karşılaşmasının maç sonuna dair her türlü ihtimali içeren bir yazının okuyucu için ne kadar ilgi çekeceği şüphelidir.
Bu maçı ilginç kılacak şey Beşiktaş’ın kazanması olabilir; Galatasaray saha avantajına ve güçlü bir momentum yakaladığına göre onun kazanması zaten en yakın olasılıktır.
Ya Beşiktaş’ın kazanması?
Bundan yirmi sene öncesine kadar derbiler üç ihtimal üzerinden yorumlanırdı; artık öyle değil, özellikle ev sahibi takım Galatasaray ve Fenerbahçe’den biriyse, karşılaşmanın mutlak favorisi de o oluyor.
Beşiktaş ne yazık ki o standardın içine giremedi. Bu sezon sahasında oynadığı Fenerbahçe ve Galatasaray maçlarını kaybetti.
Kuşkusuz o maçları kazanmış olsaydı bugün her şeye rağmen ligin zirvesindeki puanlar tamamen eşitlenmiş olacak belki de bu maç Beşiktaş’ın alması halinde şampiyonluğa uzanacağı bir final olacaktı.
Ancak öyle değil.
Beşiktaş derbi kazanamıyor; bu da Bilic’in üzerine kalmış bir ihale olarak gözüküyor.
Fenerbahçe’nin maça başlayan orta sahası; Raul, Selçuk ve Mehmet Topal…
Üç ön libero özelliği olan, kesici olarak andığımız oyuncular.
Amaç belli, Fenerbahçe ilk maçta zar zor elde ettiği 2-1’in üzerine yatacak; aynen iki gün önce Galatasaray’ın yaptığı gibi. İsmail Kartal, Hamza Hoca’nın yanlışından ders çıkarmış olsa, kendi evinde oynadığı karşılaşma için biraz daha hücum düşünen kadro sürerdi sahaya…
Ancak İsmail Kartal’ın nasıl bir teknik direktör olduğunu Kadlec’in atılmasından sonra daha iyi anladık.
Oyun 2-0 olmuş, tüm gücünle saldırman gerekiyor, değil mi?
Yok, o hala tahta üzerine çizdiği şablonun eksik parçasını tamamlıyor. Sol bek çıktı ya oraya bir oyuncu koyacak!
Yahu, 2-0 ile 3-0’ın farkı var mı? Neyin peşindesin?
Orta alanda tek top yapacak oyuncun yok, ileri gidemiyorsun, kanatlar zaten sadece Alper’e kalmış, koy ortaya yaratıcı bir adam, olmaz ama belki bir faydası dokunur!
Geçtiğimiz hafta paylaştığım “Ersun Yanal mı, İsmail Kartal mı?” başlıklı yazımda sanki iki teknik adamın karşılaştırmasını yapmışım gibi bir kanı olsa da yazıyı okumuş okuyucularım biliyorlar ki genel anlamda teknik direktörün Türkiye’deki yeri, pozisyonu üzerine kafa yormuştum.
Pazartesi günü Beşiktaş’ın Konyaspor’a beklenmedik yenilgisi sonrasında Bilic “işinin bittiğini” ima eden bir açıklamada bulundu.
Peşinden de Yönetim Kurulu toplantısında Hıvat Hoca’ya iki maç daha tahammül gösterileceği yönünde bir karar çıkardı.
Bilic aslında doğru başlamış ancak yarım kalmış bir Proje’nin uzatmalarını oynayan karakteriydi.
Bilic’i Önder Özen’den ayırdığınızda geriye fazla bir şey kalmıyor.
Beşiktaş yönetimi iki sene önce çok doğru bir kararla Önder Özen’e sportif direktörlük görevi verip, yabancı kuralı çerçevesinde bir takım kurması istenmişti. Önder Özen de buna göre çoğunluğu yerli oyunculardan oluşan bir kadro planlaması yapmıştı.
Başına da Bilic gelmişti.
Ancak Beşiktaş’ın eşzamanlı olarak stadyum projesinin de devreye girmesiyle ortaya garip bir oluşum çıkmıştı.
3 Temmuz Davası’na dair “itiraf” niteliği taşıyan tek ifadeyi Ümit Karan yapmıştı.
Hatırlayalım mı?
Ümit Karan'ın avukatı Ayhan Sağaroğlu, "Trabzonspor maçında niye önündeki Sezer Öztürk'e pas vermedin?" diye sordu.
Bu soruya Ümit Karan, "Orada bireysel olarak, kendim ilerlemek istedim. Belki de Fenerbahçe'nin şampiyon olmasını istemedim" yanıtını verdi.
Bu sözler üzerine şaşıran mahkeme başkanı, "Böyle şeyler yapabiliyorsun o zaman maçlarda" dedi.
Ümit Karan ise, "Ben iyi bir Galatasaraylıyım. Gönlümden Fenerbahçe'nin şampiyon olmasını istemem, ama şike de yapmam" diye konuştu. (*)
Ümit Karan 3 Temmuz’da tutuklanıp, bir süre cezaevinde kalmıştır. İfadesiyle ne kadar çelişkili bir durum, değil mi?
Tarih 8 Mayıs 2011, ligin tamamlanmasına iki hafta var ve Fenerbahçe çok zorlu Karabükspor deplasmanında mücadele verirken karşılamanın uzatma dakikalarında ev sahibi takımın kalecisi Tomic kalesini terk ederek köşe vuruşunda gol arayacaktır.
Takım oyunlarında kazanmak için sadece çok fazla efor sergilemez yetmez; bunu akılla, taktikle ve alternatifleri aramakla desteklemeniz gerekir.
Fenerbahçe takımı eski ve demode görüntüsü veriyor izleyene; çünkü yenilik yok.
Aykut Kocaman üçlü hücum kurgusunu ilk yerleştiğinde devrim niteliğindeydi. Kuyt-Webo ve Sow’dan oluşan yapı hem çok hareket ediyor hem de rakip savunmanın yerleşimini bozuyordu.
Buraya Emenike de eklenince hem alternatif çoğalmış oldu hem de yaratıcı oyuncu sayısı…
Ancak yeterli olmuyordu çünkü orta alanda analitik zekâya sahip futbolcu bulunmuyordu. Baroni bu anlamda istenen katkıyı sağlamanın çok uzağındaydı.
Orta alandaki yetersizliği Ersun Yanal sağ ve sol savunma oyuncularını ileri çıkartarak dengeledi ki Caner burada kilit rol üstlendi.
Fenerbahçe’nin orta alanı zaten savunma becerisi yüksek oyunculardan kuruluydu. Bu nedenle savunmanın iki tarafından ileri çıkan oyuncular geride boşluk yaratmıyordu.
Özellikle Caner’in ceza sahasının içine gönderdiği etkili ortalar, Alex’ten boşalan asist eksikliğini de kapatmış oldu. Geçen senenin özeti budur.
Sezon başında Fenerbahçe’de yaşanan teknik direktör değişimi bütün yıl boyunda İsmail Kartal’ın üzerinde sallanan Demokles’in kılıcı oldu.
Bu durum aynı zamanda Fenerbahçe’de Alex’ten sonra yaşanan ikinci kırık, fay hattını oluşturdu.
Peki, o zaman şu sorunun cevabını arama zamanıdır; Ersun Yanal mı, İsmail Kartal mı?
Türkiye’de sporun ne kadar bilimsel yapıldığı ortadadır. Başarının yeteneğe göre mi yoksa bir takım ilişkilere göre mi değerlendirildiği Türkiye’nin genel sorunudur.
İstikrarın olmadığı yerde sürdürülebilir bir başarı çizgisinden de söz edilemeyeceği için Türkiye’nin içinden çıkamadığı açmaz da bu olur.
Hangi futbol takımımız işini bilimsel ve altyapılarıyla uyumlu bir şekilde total anlamda ele alabiliyor?
Hep arzu ettiğimiz bir şey var ancak hiçbir zaman bu hedef gerçekleştirilemiyor.
Ünal Aysal hangi gerekçeyle iki yıl şampiyon olmuş takımın teknik direktörünü gönderip yerine hangi futbol felsefesi çerçevesinde Mancini’yi getirmiştir? Bir açıklaması var mı?
Galatasaray’ın 70 puana yükseldiği ve ligin tamamlanmasına üç hafta kaldığı bir yerde rakibini yenemiyor ve liderin üç puan gerisine düşüyorsan, buradan sonra maçın kritiğini yapmaya da gerek kalmaz.
Fenerbahçe şampiyon olmayı istemiyor. Sadece istiyor gözüküyor.
Galatasaray çok mu iyi; Mersin’deki Galatasaray dün Kadıköy’deki Fenerbahçe’nin kat be kat gerisinde belki ama kazanıyor. Kazanmasını biliyor, son dört haftada kalesini gole kapatıyor ve zirvede kalabiliyor.
Fenerbahçe ne yapıyor peki?
Son iki maçında kalesinde beş gol görüyor. Üstelik bütün sezon çok iyi savunma yaptığı halde.
Dün Erciyesspor biraz dikkatli ve şanslı olabilse Akhisar’ın yaptığını gerçekleştirir ve kazanırdı. Hatta verilmeyen golünü sayarsak bu maçı kazanmış bile kabul edebiliriz.
Belki çok daha iyi olurdu, Fenerbahçe açısından…
İkinci yarı başlarken kenarda Raul ve Alper’i görünce İsmail Kartal konusunda tarifi zor büyük bir hayal kırıklığı yaşadım.
Cumartesi akşamı Fenerbahçe, Sivas’ta galibiyet golünü bulduğu dakikalarda Medya’da yer işgal eden bir kişi Twitter hesabına şu notu düşüyordu.
“2010-11 sezonundan bile kirli.”
İsim hiç önemli değil, çünkü ortada bir sistematik, plan, program, düşünme alışkanlığı veya algısı; paradigma var.
İmânın gittiği adres bellidir.
Yani Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe 2010-11 sezonunda yaptığı şikeden ötürü ceza almadıkları için işi o kadar yüzsüzlüğe vurmuşlardır ki gözlerimizin içine baka baka şike yapmaya devam etmektedirler.
Sivasspor-Fenerbahçe karşılaşması da aynen böyle oynanmıştır. 90 dakikalık bir senaryo vardır ortada; Sivassporlu futbolcular da bu oyunun parçasıdır, Sergen Yalçın da.
Bu iddia sahibi kişi nereden bakarsanız 25 seneden beri medyanın çeşitli bölümlerinde haber hazırlamış, işin mutfağında yer almış. Şu Tweet’inden yola çıkarak işine bakış ve yapış şeklini anlamak mümkündür.
Peki…