3 Temmuz’un üzerinden 4 sene geçti.
3 Temmuz, Fenerbahçe camiasına çok büyük acılar yaşattı. Etkileri asla azalmadı.
Ancak Fenerbahçe’nin 3 Temmuz’a bir teşekkür borcu da var.
Nedir bu borç?
Fenerbahçeliler özellikle son 20 senedir kendi aralarında maruz kaldıkları haksızlıklar üzerine konuşurlardı.
Verilmeyen penaltıları Orhan Pamuk’un son kitabı ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ta bir konudur.
Fenerbahçe’nin penaltı sorunu İTÜ tarafından bilimsel bir çalışma konusu yapılmıştır. Toplumdaki genel kanı Fenerbahçe’ye kolay penaltı çalındığı, Fenerbahçe’nin karşılaşmaları penaltı yoluyla kazandığı yönündeyken; son 15 yılın verileri bunun tam aksini göstermiş, Fenerbahçe ilk dört takım arasında aslında en az penaltı kullanan, lehine sezon başına en az penaltı verilen takım olduğu istatistiksel olarak ortaya koyulmuştur.
Medyanın hızla değişen yapısı Fenerbahçe Medyası denilen şeyi özellikle Fenerbahçelilerin mumla aradığı bir garabete dönüştürmüştü. Gazete ve televizyonların en önemli köşe başları Fenerbahçeli olmayanlara teslim edilmiş, Fenerbahçeli olanların oyun dışında bırakılması bir kural haline gelmişti.
Bir şekilde kendisini medyaya atan Fenerbahçeliler de “objektif” olmaya zorlanmış; en ağır eleştirileri Fenerbahçe’ye karşı yine “onlar” yapmışlardır.
Oysa muadilleri eleştirirken, yerden yere vururken bile ters manyellerle mutlaka işe yarayacak bir menfaat sağlamaya çalışmıştır.
Federasyonun yapısı 1987 yılından itibaren belli bir plan çerçevesinde değişime uğramış; 1997 yılından sonraysa bu yapı Fenerbahçe’ye sürekli zarar veren bir organizasyona dönüşmüştür.
Federasyonun doğal uzantısı olan MHK’nin bu kuralın dışında kalması düşünülemezdi. Yukarıda penaltı özelinde konuştuk, Fenerbahçe’ye bin bir dereden su getirerek penaltı çalan hakemlerin elbette karşılaşmalar sırasında tutumu daha merhametli olmayacaktır.
Fenerbahçe’nin iktidarla olan iletişimi ve ilişkisi de her geçen gün bozulmuştur.
Türkiye’de bir başbakan çıkıp açık açık taraftarı olduğu bir takıma destek olacak bir duruş sergileyebilme iradesi koyabilirken, bu durum, Fenerbahçeli başbakanın döneminde dahi tersine dönememiş, aksine genel kanı Fenerbahçe’nin iktidarlarla iyi ilişkiler içinde olduğu yönündeyken bundan hiçbir zaman yararlanamamıştır.
Fenerbahçe “bedel” ödemiştir.
Fenerbahçe 3 Temmuz’a kadar bu yukarıda özetlediğimiz konulara dair her şikâyet ettiğinde ya dinlenmez ya burun kıvrılırdı.
Ne yani Fenerbahçe ayrıcalık mı istiyordu?
Ortada eşit bir mücadele vardı ve Fenerbahçe çıkıp topunu oynamalı, gerekirse “hakemi bile yenmeliydi.”
Evet, Türkiye’de böyle garip bir şey söylem, anlayış geliştirildi.
Penaltı istiyorsan; penaltı penaltı gibi olmalıdır!
Hakemden şikâyetçiysen; gerekirse hakemi de yenmelisin!
Rakiplerinin karşılaştığı takımların yöneticileri maçtan önce çıkıp, futbolcularının çok isteksiz olduğunu, kontrol edemediğini söylemesi başka anlamlara çekilmemeliydi, çok normaldi. Hatta o yöneticinin aslında taraftarı olduğu takımın şampiyonluğunu bile istemesinden daha doğal bir şey olamazdı.
Nedense işin bu tarafında yaşayanların takvimlerinde 3 Temmuz yoktu!
Rakip takımın kalecisi kalesine gelen topa isterse uzanır, istemezse elini bile kımıldatmayabilirdi!
Türkiye bir spor programında bu yorumu yapan duayenleri gördü.
Hakkını aramaya çıkan Fenerbahçe’nin Başkanları, yöneticileri, sevimsiz, itici, kavgacı, fazla agresif, sinirli, ortamı geriyordu.
İşte, 3 Temmuz bize bütün bunların bir organizasyonun doğal bir parçası olduğunu gösterdi.
Daha 3 Temmuz’un sabahında, operasyondan birkaç saat sonra bu organizasyonun içinde kimler varsa hemen Fenerbahçe’nin üzerine çullandı.
Fenerbahçe Medyası anında Fenerbahçe’yi şikeci ilan etti. Sadece bir spor gazetesi tersini yazdı, o da kısa süre sonra yayın hayatına veda etti, yaşayamadı.
Fenerbahçe Medyası habercileri, yorumcuları, köşe yazarları, televizyoncuları her gün çıkıp Fenerbahçe’nin nasıl şike yaptığını, nasıl ceza görmesi gerektiğini tartışlar.
Federasyon kısa süre içinde UEFA’ya Fenerbahçe’nin şike yaptığını ve bundan emin olduğunu belirten yazılar gönderdi.
Şampiyonlar Ligi’ne göndermedi; Yunanistan’daki örneği gözlerimizin önünde.
10 Temmuz 2011 günü Fenerbahçe taraftarının üzerine gerekirse mermi sıkılabileceğini duyduk.
12 Mayıs’ta şükrü Saraçoğlu’nda her yaştan Fenerbahçeli, çoluk çocuk ayırt edilmeksizin gaz bombalarının etkisine maruz bırakıldı.
Buna rağmen, Fenerbahçe terörist ilan edildi.
Kimse sormadı; o kadar biber gazı nasıl Stadyumun çevresine getirilip, helikopterlerle taraftarın üzerinde sıkıldı diye.
O kadar polise ne gerek vardı, diye sormadı Fenerbahçe Medyası!
Tükürmeyen futbolcusuna tükürdü diye, “lan” diyen rakip futbolcuyu göremeyip, “olsa olsa Fenerbahçeli söylemiştir” diye oyundan atan bu MHK’nin hakemleriydi.
4 Nisan 2015 günü Rize-Trabzon karayolu üzerinde pusu kurulup, otobüsüne kurşun yağdırılan ve toptan bir katliama uğrayan yine Fenerbahçe’ydi.
Ancak cin şişeden çıktı.
Eskiden bütün bunlar Fenerbahçe’nin şımarık kendini beğenmesi, böbürlenmesi, egosu olarak görülürdü ya bunun bir organizasyon, planlı, programlı bir hareket olduğunu gördü Fenerbahçeli.
Ortada silahlı bir örgüt yokken, 3 Temmuz Özel Yetkili Mahkemelerde yargılandı.
Fenerbahçe Başkanı neredeyse 200 yıl hapis cezasıyla yargılandı; birinci iddianameyi açın okuyun, savcı ne talep etmiş.
Fenerbahçe’nin silahlı saldırıya uğramasının bugün nasıl soruşturulduğunu da izliyoruz. Aradaki farkı net olarak görebiliyoruz.
3 Temmuz bir itiraftır.
3 Temmuz bir farkındalıktır!
3 Temmuz bir bilinçtir.
3 Temmuz bir teşekkürdür!
Sadece unutmaman, hatırlaman, ona karşı duruş göstermen yetmez!
Asla yetmez!
Mesele bu sistemin, düzenin ortadan kaldırılması, değiştirilmesidir.
Yoksa bütün takvimlerde 3 Temmuz günü vardır ve bu Fenerbahçe tarafından her sene yaşanacaktır!
http://twitter.com/uzaygokerman