Bazen takımlar kendi kendilerine kriz yaratırlar. Galatasaray’da bu gelenek çok daha güçlü; bundan tam iki sezon önce tıkır tıkır işleyen bir düzen kurmuştu Fatih Terim, ancak ne olduysa Ünal Aysal’ın olaya el koymasıyla işler tam ters yüz oldu, değişti.
Bir anda Galatasaray’da bir teknik adam krizi yaşandı ve peşinden Mancini, Prandelli ile dibe vuruş, sonrasında da Hamza Hamzaoğlu ile tekrar yükseliş.
Galatasaray, oturmuş bir kadro kurgusu ve yapısıyla ligin bana göre en hazır takımı durumundadır.
Üstelik Podolski gibi takıma çabucak adapte olup, uyum sağlamış bir de üst düzey katkı sağlanmışken…
Kuşkusuz bu takımın Şampiyonlar Ligi için özellikle kadro derinliği bakımından sorun yaşayabileceğini bir yere not düşmek gerekiyor. Ancak sakatlık ve cezalı oyuncu olmadığı sürece Galatasaray’ın ezber yapan kadrosunun lig için yeterli olacağını söyleyebiliriz.
Zaten dünkü oyun, girilen bol gol pozisyonu, baskı bize kadronun lig potansiyelini gösterdi.
Podolski kendisinin de ifade ettiği gibi biraz şanslı olsa bu maçta çok gösterişli gollere imza atabilirdi.
Selçuk son vuruşlarda biraz dikkat gösterse en azından bu maçın berabere bitmesi normal sonuç olmalıydı; aynen geç
Çok futbolcu, bol alternatif demek iyi futbol ve takım olmak anlamına gelmiyor. Futbol sadece iyi futbolcuyla da oynanmıyor, biraz cesur olacaksın, topa bütün bedeninle hükmedecek, isteyecek, onunla kaleye girmeyi, rakibinin ayağına kafanı uzatacak kadar da kazanmayı arzulayacaksın!
Karşılaşmanın en kritik pozisyonu son dakikada gelişti; Rizespor kalesinin solundan Sow’un çevirdiği top çizgiye paralel şekilde yol alırken Souza’nın yapması gereken tek bir şey vardı, o topa bir şekilde kafasını uzatacak, rakibin kalkan ayağı ile ya bir çift vuruş kazandıracak ya da daha güzeli golü atacaktı.
Ancak Souza artık yavaşlığından mıdır, güçsüzlüğünden mi yoksa o ayağa kafayı uzatacak kadar golü istemiyor oluşundan mıdır bilinmez müdahalesiz kaldı ve pozisyon geçti gitti.
Üç puan da tabii…
Josef’e Türkiye ve Avrupa’dan benzer pozisyonlarda inanmış, yürekten oynayan ve içi kazanma tutkusuyla dolu futbolcuların ne şekilde hareket ettiğini gösteren pozisyonlardan bir seçki hazırlayıp izlettirmek gerekiyor.
Fenerbahçeli futbolcuların büyük bölümü maç sırasında hep toplara yanlış zamanlamalarla yanlış müdahalelerde bulundular.
Bunların bir kısmı kendi kalesinde tehlike yaratacak
Oynamaya ve izlemeye çalışan için de çok zor bir maçtı.
Önce izlemeye çalışandan başlayalım; futbol severin başı döndü, aklı karıştı, cebindekini nereye harcayacağını şaşırdı. Lig maçları bir yerde, Şampiyonlar Ligi ayrı yerde, Avrupa Ligi başka yerde, bir de bunun iç ve dış saha farkı da var, hepsini üst üste koysan bile mutlaka bir yerde eksik veya yapamadığın bir şey kalıyordur.
Taraftarın beklentileri de yüksek; kolay değil, yıllardır öyle bir mücadele içindeki Fenerbahçe, içeride dışarıda gerilimi yüksek bir süreçten geçerek bugünlere geldi.
Yüksek beklentilere uygun bir takım oluşturuldu, dünyanın parası harcandı, dünyanın yıldızları geldi.
Eee?
İstiyor ki iyi futbol izleyelim, hop oturup kalkalım, goller atılsın, rahat bir maç olsun!
Oluyor mu?
İşte bütün mesele de burada; evdeki hesaplar, planlar, projeler, beklentiler, hayatın gerçekleriyle üst üste gelmiyor, gelemiyor.
Fenerbahçe transferde kadrosunu yeniledi, güçlendi, çeşit geldi. Bunun iki etkisi olacaktır kuşkusuz.
Öncelikle takımın kurulu düzeni de değiştiğinden bu futbolcuların birbirleriyle olan uyumu zaman alacaktır. Sabır gerekiyor.
Diğer taraftan kadronun özellikle yabancı oyuncu yönünden çeşitlenmesi ve derinliğinin artması nedeniyle kenarda bekleyen futbolcu sayısı da çoğaldığından takım iyi oynarken de istediğini sahaya yansıtamadığında mutlaka bir baskı unsuruna dönüşecektir.
Bunun hem teknik adam hem sahada mücadele eden aynı zamanda kenarda bekleyen için ne kadar zor olduğunu bir kenara yazmış olalım.
Mesela sahada Sow ve Fernandao mücadele ediyor, gol kaçırıyor, dakikalar ilerliyor, stres artıyor, kenarda Robin Van Persie oturuyor.
Sahadaki bunu biliyor ve bir şeyler yapmak istiyor, kenardaki de her ayağa kalktığında stadyumun hareketlendiğini görüyor, bu beklentinin karşılığını sahada vermek istiyor.
Belki de İngiltere’de yaşamadığı kadar da üzerine yüklenen sorumluluğun karşılığını vermek üzere strese giriyor.
Diego bunu geçen sezon yaşadı, bu sezon bana göre katlanarak hissediyor olmalıdır.
Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi’nden kötü bir oyun sonucu elendi. Özellikle ikinci maç Fenerbahçe taraftarına karamsarlık verdi.
Peki, bu tanıdık değil miydi?
Aynı süreçten başka teknik adamlar da geçmemiş miydi?
Zico ve Aykut Kocaman’ın da başına gelmemiş miydi?
Hep travmatik sezonların sonrasında Fenerbahçe’de radikal değişim rüzgârları eser, yeni teknik adamla birlikte gösterişli transferler yapılır ancak daha sezon başlamadan Avrupa macerasında bir hayal kırıklığı yaşanır ve taşlar bir kere daha yerinden oynar, gelen oyuncuların becerisi sorgulanır, teknik direktörün sezonu bitirip bitiremeyeceğine yönelik spekülasyonlar medyanın manşetlerine çıkar.
Geçtiğimiz sezon Galatasaray Şampiyonlar Liginde çıktığı 6 maçın beşini açık farklarla kaybetti; 19 gol yedi, dört gol attı ve bir puanla grubu sonuncu tamamladı.
Ancak Mustafa Denizli’nin 0 çektiği sezondaki kopan fırtınanın yarısı duyulmadı ve peşinden de ligi şampiyon olarak tamamlayıp, hem dördüncü yıldızına kavuştu hem de Şampiyonlar Ligi’ne direkt katılma hakkını aldı.
Neresinden bakarsanız bakın, hangi nedenleri sıralarsanız sıralayın netice itibarıyla bu Galatasaray’ın başarısıdır.
İlk maçın sonucu 3-0’dan döndüğü için sezonun senaryosu değişti demiştim. Demek ki kadere bir kere yazılmış ve alın yazınızı değiştiremiyorsunuz.
Fenerbahçe çok kötü mücadele ettiği ve hiçbir varlık gösteremediği bir karşılaşma sonunda Shakhtar’a yenildi ve Şampiyonlar Ligi’ne veda etti.
Bu sonuç Zico’nun ilk sezonunda karşısına çıkan engelin bir benzeridir.
Ve 4-4-2’nin; Nani ve Diego’lu oyun düzeninin bir anlamda sonudur.
Çünkü göze batan bir gerçek var ki bu iki futbolcu da Shakhtar’ın dirençli ve güçlü oyuncu yapısı karşısında hiçbir varlık gösteremediler.
İlk yarı bütün takım neredeyse Diego’nun kaybettiği topların yarattığı pozisyonları karşılamak için oynadı durdu.
Raul ilk 45 dakika sahanın Fenerbahçe adına en iyisiydi. Hem geride, hem orta alanda hem de hücumda mücadele etti, pres yaptı, top kapmaya çalıştı, şut çekip, pozisyon yarattı. İkinci yarı da benzer bir görüntü içindeydi.
Ancak Fenerbahçe’nin tüm orta saha varlığı Raul’dan ibaretti.
Geçen hafta Salı gecesi dakikalar 30 gösterdiğinde skor 3-0 olmamışsa Fenerbahçe’nin şansı Shakhtar ve Lucescu’nun da büyük talihsizliğiydi. Oyunun bu bölümüne kadar Fenerbahçe sahada (sol ayaklı bekiyle sağda mücadele etmeye çalışırken) nasıl duracağını bile bilmez bir şekilde dolanırken; rakibi tüm ezberini ortaya koyuyordu.
Satranç oynayanlar bilirler, bazen ne yapacağınız konusunda inisiyatifi karşı tarafa bırakıp, onun planına göre hareket etmeyi tercih edersiniz; pasif bir oyun anlayışıdır bu.
Eğer oyuna hâkimseniz hamle üstünlüğünü rakibinize vermenizin küçük bir dezavantaj dışında bir etkisi olmaz, hatta bazı durumlarda bundan yararlanmanız bile mümkündür. Çünkü karşı tarafın neler yapabileceğini, nasıl oynadığını görmüş olur, kartlarını meydana çıkarırsınız.
Oysa o sizin neler planlıyor olduğunuzu ya da kapasitenizin sınırlarının nerelere uzanıyor olduğunu bilmiyor veya farkında değildir.
Fenerbahçe-Shakhtar karşılaşmanın ikinci yarısının başka bir senaryo ile oynanmasının nedeni de buydu.
Fenerbahçe yarı yarıya yenilenmiş bir takımdır. İsim isim incelediğimizde sağ kanatta yaşanan o maça dair sorunu bir kenara bırakırsak, kadrosunda yerleşik sadece savunma
Hiç kolay değil…
Fenerbahçe tam on yıldır belli bir kadro yapısı ve şablonuyla mücadele ederken, bu sezon bir anda bambaşka bir taktik diziliş ve oyun anlayışıyla oynamak için dönüş gerçekleştiriyor.
Oyunun matematiksek formülü değişiyor!
On yıl önce neredeyse her şey Alex’in bu takımda oynaması üzerine kurulmuştu. Zico da geldiği sezon 4-4-2’yi denemek istedi ancak olmadı. Hatta şunu da ilave edelim, bu süreçte Fenerbahçe’nin başına gelen hiçbir teknik adam Pereira kadar şanslı değildi.
Alex 4-4-2’yi oynamayı her şekilde zorlaştıran bir oyuncuydu.
Alex’in gidişinden sonra da Fenerbahçe aslında üç ön liberolu sağlam oyun anlayışıyla üçlü forvet oyununu denedi. İnsana baygınlık veren o yavaş, sabırlı pas oyununun geri planında hızlı oyun oynamayı istese de yapamayacak bir takım vardı.
Ersun Yanal bunu Caner ile aşmayı denedi ve çok başarılı oldu. Caner’in o sezon yüksek performans göstermesi hem Ersun Yanal’ın hem de Fenerbahçe’nin şansıydı.
Ancak Fenerbahçe 4-3-3 oyun düzenini devam ettiriyordu.