Cuma günü mahkeme 3 Temmuz Davasıyla ilgili Fenerbahçeli yöneticilerin üzerlerine isnat edilen suçlamalardan beraatına karar verirse ortaya şöyle tuhaf bir durum çıkmış olacak.
Fenerbahçe, şike veya herhangi teşvik suçu işlememiş yöneticileri olmasına rağmen ki CAS kararında da şöyle bir ifade var;
247) Sonuç olarak Kurul, UEFA’nın, elde edilen bilgilerin düzeyinin henüz kişilerle ilgili bir ceza verecek kadar yeterli olmadığını düşünse bile Fenerbahçe’ye bir ceza verebileceği sonucuna varmıştır. (*)
2011-12 ve 2014-15 sezonunda Şampiyonlar Ligi’ne, 2013-14 sezonunda da Avrupa Ligi’ne gitmeyi hak etmesine karşın TFF ve UEFA’nın aldığı karar ve yaptırımlar sonucu katılamamış ve muhtemel kazançlarından mahrum kalmıştır.
Peki, TFF ve UEFA söz konusu yaptırımları neye göre almıştır?
UEFA’nın Yunanistan’da Olympiacos kulübüyle ilgili olarak verdiği kararı da okuyalım mı?
Mahkemenin sonuçlanmamasından dolayı kararın bu yönde çıkarıldığı bildirildi. ‘Yeterli inandırıcılık’ olana kadar kesin delillerin beklendiği dile getirildi. Ayrıca Yunanistan Futbol Federasyonu’ndan giden belgelerde polis tapelerinin 3. şahısların konuşmasından dolayı yeterli bulunmadığı, savcı
Fenerbahçe’nin bir oyun planı olmadığını birkaç hafta önce yazmıştım. Peki, oyun planı nasıl oluşur? Kendi kendine olan bir şey midir?
Fenerbahçe Revivo, Pierre Van Hooijdonk’dan beri neredeyse 15 yıldır duran topla rakiplerine korku salan, hatta Alex döneminde serbest vuruşların yarı penaltıya dönüştüğü bir takım olmuştu.
En kötü karşılaşmalarda hatta penaltı verilmeyen iki senelik süre boyunca duran toplarla öyle maçları çevirmişti ki Fenerbahçe bu bir oyun planı şekline veya taktiğe dönüşmüştü.
Oysa bu sezonun başından itibaren futbolun en önemli hücum organizasyonlarından biri olan duran vuruşlar Fenerbahçe için sıradan bir paslaşma halini aldı.
Fernandao ve Van Persie gibi iki uzun boylu hücum oyuncusu olmasına rağmen bu toplar ceza sahasına atılmadığı gibi Kjaer ve Alves gibi iki uzun stoperi olan takım yetmiyormuş gibi kendi ceza sahasının içinde hiçbir hava topuna hâkimiyet kuramıyor.
Kuşkusuz bu bir teknik adam sorunudur!
Demek ki bu takım ne hücumda ne savunmada yerleşim çalışmıyor. Bu bir varsayım değil; maçları izlediğimizde ortaya çıkan görüntü, sonuçtur. Bir yerleşim, oyun, duran top bırakın maçta üst üste iki defa tekrar etsin, birkaç maçta bile
Galatasaray’da ligin başından bu yana dalgalanmalar yaşanıyor ve bunun merkezinde kuşkusuz Hamza Hamzaoğlu var.
Yönetimlerin her türlü yanlışının teknik adamlara mâl edilmesi ülkemizin en kolay sorumluluklardan kaçma şekli oluyor. Galatasaray’da her türlü sorunun ana kaynağı yıllardır yönetimler olmasına karşın Hamza Hoca kurtlar sofranın tam ortasına bırakılmış görünüyor.
Öyle olmasa Sinan Gümüş forma bulur muydu emin olmak gerçekten zor?
Galatasaray’ın bu sezon en çok övündüğü Real Madrid’in bir on beş dakikalık bölümünde oynadığı futbol vardı; kuşkusuz bir takım üst düzeyde bir karşılaşmada böyle top oynarsa bunu tekrar etme potansiyelini de taşır. Astana karşısında da küçük bir bölümde topa sahip olup, iyi pas yapılan bir oyun oynandığını da izledik.
Ancak Başakşehir karşısında son yılların en kötü 60 dakikasını oynadı Galatasaray; üstelik Yasin, Bilal, Selçuk, Sneijder ve Podolski gibi top ayağına yakışan oyuncuları varken.
Umut Bulut’un oyuna girmesiyle taşların yeri değişti.
Galatasaray’da Burak ve Umut en uçta görev yaparken, Podolski veya Sneijder hatta Yasin biraz daha rahat pozisyon bulabiliyorlar.
Ancak bunun tersi o kadar kolay olamıyor; Podolski tek f
1996 yılında daha önce başvurusunda bulunduğum bir iş görüşmesine çağrılmıştım. Görüşme büyük bir toplantı odasında yapılmıştı. Beni en fazla etkileyen tarafı profesyonel bir insan kaynakları şirketinden alınan danışmanlık hizmetiydi.
Şirket öncelikle bana bir test yaptı. Test sonuçlarını ortamda birlikte değerlendi. Sonra da kişilik özelliklerim başta olmak üzere bir sürü soru sordu.
Aklımda kalan en önemli detay soru da şu olmuştu.
“Bir kriz anında nasıl davranıyor olduğunuzu gösteren, başınızdan geçen olayı paylaşır mısınız?”
Ben de askerlik sırasında başımda geçen bir tecrübeyi anlattım. Etkilendiler ki kısa süre sonra işe başlamam için davet aldım.
Hepimizin birer mesleği var. Profesyonel yaşantı çok acımasız neredeyse vahşi doğada hayatta kalmayla bile kıyaslanabilecek kadar güç bir ortamdır.
Duygulara asla yer yoktur.
Her an bir karar almanız veya vermeniz gerekir.
Pereira geldiği günlerde “Fenerbahçe’nin üç pasta kaleye gidecek bir hücum futbolu oynayacağını” söyleyerek futbol felsefesini ortaya koyuyordu bir anlamda.
Futbolda topa sahip olma, bol pas yapma, etkili hücum organizasyonları, ilk topa basarak rakibe karşı üstünlük kurma gibi oyun tekniklerine puan veriliyor olsaydı dün gece Fenerbahçe yediği gole kadar geçen süreyi 3-4 golle önde tamamlardı.
Ancak öyle olmuyor, futbol bir sonuç oyunu ve aslında tam da Pererira’nın dediği gibi üç pasta gole gidebiliyor olmanız gerekiyor.
Yok, gole gidemiyorsanız o zaman da kolay gol yemeyen bir takım olmanız önem kazanıyor.
Bunu da beceremiyorsanız, en azından yakaladığınız mutlak gol pozisyonlarını gole çevirecek beceriye sahip forvetiniz olmalıdır.
Peki, Fenerbahçe için bunlardan hangisini ön plana çıkarabiliyoruz?
Bir kere Fenerbahçe rakip kaleye gidene kadar bir sürü pas yapıyor.
Hadi hızlı hücuma çıktı diyelim, sonuç?
Pereira geldiği günlerde “Fenerbahçe’nin üç pasta kaleye gidecek bir hücum futbolu oynayacağını” söyleyerek futbol felsefesini ortaya koyuyordu bir anlamda.
Futbolda topa sahip olma, bol pas yapma, etkili hücum organizasyonları, ilk topa basarak rakibe karşı üstünlük kurma gibi oyun tekniklerine puan veriliyor olsaydı dün gece Fenerbahçe yediği gole kadar geçen süreyi 3-4 golle önde tamamlardı.
Ancak öyle olmuyor, futbol bir sonuç oyunu ve aslında tam da Pererira’nın dediği gibi üç pasta gole gidebiliyor olmanız gerekiyor.
Yok, gole gidemiyorsanız o zaman da kolay gol yemeyen bir takım olmanız önem kazanıyor.
Bunu da beceremiyorsanız, en azından yakaladığınız mutlak gol pozisyonlarını gole çevirecek beceriye sahip forvetiniz olmalıdır.
Peki, Fenerbahçe için bunlardan hangisini ön plana çıkarabiliyoruz?
Bir kere Fenerbahçe rakip kaleye gidene kadar bir sürü pas yapıyor.
Hadi hızlı hücuma çıktı diyelim, sonuç?
Fenerbahçe ilk on beş dakikada yakaladığı fırsatları gole çevirmiş olsa farklı kazanacağı bir karşılaşmayı tam tersine, yazarken çok zorlanıyorum, kendi “taraftarının(?)” önünde farklı kaybetti.
Bir dizi yanlış söz konusudur; yanlış olmasa zaten başarısızlık olmaz, kaybedilmiş seneler ve kısa sürede yeniden başarıyı talep eden bir ortam var.
Buradan doğru bir şey çıkmasını bekleyemeyiz, çünkü reaksiyoner bir yapıya dönüştük.
Anlamaya çalışmıyoruz, sadece kafamızda inandığımız şeyin gerçekleşmesini talep ediyor ve bunu dışındaki her şeyi reddediyoruz.
Reddetsek o da iyi nefrete dönüştürüyoruz.
Çünkü kimsenin yaptığı işe saygı duymuyoruz, her şeyin en iyisini ve doğrusunu biz biliyoruz.
Kenan Evren’in Picasso’nun Guarnica isimli tablosuna bakıp “bunu ben de yaparım”anlayışının çok uzağında değiliz.
Bu başlığı bundan bir ay önce atacaktım, gecikmenin sebebi tam zamanlamayı aramaktı. O da nedir, taraftarın en küçük yenilgide tepki göstermesiydi.
Çalıştırdığı dönemde 2000-02 yıllarında Premier Lig kupası hariç Avrupa’da UEFA dâhil tüm kupaları kazanmış Houllier Liverpool taraftarı için hala efsanedir. Zaman zaman stadyumda Houllier posterleri asılır.
İstanbul’da unutulmaz bir final sonucu Milan’ı yenerek Şampiyonlar Ligi Kupasını kazandıran Benitez de Liverpool taraftarı için bir efsanedir.
Ferguson'u Wenger'i saymıyorum bile...
Galatasaray’dan örnek vererek devam edelim; Fatih Terim taraftar için efsanedir.
Ya 10 ay içine üç kupa sığdırmayı başarmış Hamza Hamzaoğlu?
Efsane midir?
Dahası bu üç kupanın başarısı Hamza Hoca’ya mı aittir?