Oynamaya ve izlemeye çalışan için de çok zor bir maçtı.
Önce izlemeye çalışandan başlayalım; futbol severin başı döndü, aklı karıştı, cebindekini nereye harcayacağını şaşırdı. Lig maçları bir yerde, Şampiyonlar Ligi ayrı yerde, Avrupa Ligi başka yerde, bir de bunun iç ve dış saha farkı da var, hepsini üst üste koysan bile mutlaka bir yerde eksik veya yapamadığın bir şey kalıyordur.
Taraftarın beklentileri de yüksek; kolay değil, yıllardır öyle bir mücadele içindeki Fenerbahçe, içeride dışarıda gerilimi yüksek bir süreçten geçerek bugünlere geldi.
Yüksek beklentilere uygun bir takım oluşturuldu, dünyanın parası harcandı, dünyanın yıldızları geldi.
Eee?
İstiyor ki iyi futbol izleyelim, hop oturup kalkalım, goller atılsın, rahat bir maç olsun!
Oluyor mu?
İşte bütün mesele de burada; evdeki hesaplar, planlar, projeler, beklentiler, hayatın gerçekleriyle üst üste gelmiyor, gelemiyor.
Bu yeni takımın teknik adamı da futbolcusu da durumun farkında elbette, herkeste bir telaş var, yanlış yapmaya, zaman kaybetmeye tahammül kalmadı.
Zor, her şey zor.
Takım içinde bir düzen oturtma gayreti ile ritim bulma arayışı var.
Yapılan her hatanın pahalıya patlayacağı gibi geri dönülmez noktalara götüreceği de ayrı bir gerilim kaynağı elbette.
Shakhtar’a elenmiş olmak da cabası…
Pereira en başından beri bildiği bir doğru üzerinde hareket ediyor. Bundan taviz vermiyor; yani takımı sürekli değiştirerek hem kendisinin hem takımın hem de taraftarın kafasını karıştırmıyor.
Bu bir tercih, teknik adam duruşudur. Saygı ve sabır göstermek gerekiyor, bu işler tek maçla çözülmüyor.
Mesele ne diyor; “üç pasta kaleye gitmeyi başarmalıyız, zaman kaybetmemeliyiz.” Becerebiliyor mu takım? İşte burada Nani-Diego ikilisi çıkıyor. İkisi de aynı yapıda, karakterde ve aynı futbolu oynayan ikiz oyuncu gibiler.
En geride bir tandem var; onların önünde ayrı ikinci tandem var, onların da önünde Nani ve Diego tandemi bulunuyor, sağda veya solda şu oynuyor demenin zor olduğu bir düzende mücadele ediyorlar, dikine oynuyorlar ancak takımın üç pasta kaleye gidemiyor oluşunun en temel nedenlerinden biri de yine bu ikilinin topla sevdalı şeklinde oynuyor olmaları, ayrılamamalarıdır.
İşte bu sebeple Fenerbahçe yıllardır orta alandan pozisyon üretecek atak geliştiremediği için Caner Erkin takımın en kritik oyuncusu ve gol pası uzmanı oluyor.
Dün gece de Caner Persie’ye öyle güzel bir top attı ki belki benzerini Avrupa’da bile göremeyeceğimiz türdendi.
Ya Hollandalı ne yaptı?
Kafa ile gol nasıl atılır, kaçan gollerin nedeni rakibin kalecisi değil, senin forvetinin iş bilmezliğidir, uygulamalı olarak gösterdi.
Öylesine kaliteli bir kafa vuruşuydu ki öncesindeki faullü şarjı bile çalmaya, bu golü iptal etmeye kıyamadı hakem.
Zaten bu futbolcuları transfer etmenin amacı da bu oluyor.
Adam faul yapsa bile hakemi de etkisi altına aldığından win-win; kazan-kazan durumu oluyor. Çünkü faul yapmasını bile çok iyi biliyorlar. Bu işi en güzel beceren futbolculardan biri de Nistelrooy’du.
İşte zor gecenin kilidi açan oyuncu, Fenerbahçelileri rahatlatan futbolcu Van Persie oldu.
Fenerbahçe’nin kanatları çok önemli; kâğıt üzerinde 4-4-2’nin kenarlarında Nani ve Diego oynuyor görünse de aslında yıllardır olduğu gibi görevin Caner ve Şener (Gökhan Gönül)’de olduğu çok açık.
Dünkü maçta Şener de çok iyi ortalar yaptı. Hatta en etkili pozisyonları Şener üretti, diyebiliriz. Sanırım bu kenar ortalarından Pereira da bir ders çıkaracaktır kendisine, göreceğiz.
Nani’nin attığı ve Sow ofsaytta kaldığı için sayılmayan gol öncesinde Şener’in yaptığı orta ders niteliği taşıyordu. Sow ofsaytta kalarak tüm şimşekleri üzerine toplamış olabilir ancak burada topla son oynayan ve pas veren futbolcunun sorumluluğu çok daha fazladır. Şener, Sow’un pozisyonunu göre göre topu ayağından çıkarmaması gerekiyordu. Görememiş olması ise başka bir eksikliktir. Büyük takım futbolcusu rastgele oynayamaz. Bunu sadece Şener için yazmıyorum; bu sözün gerçek adresi Gökhan Gönül’dür aslında.
Dün geceki oyununa baktığımızdaysa “Şener mi Gökhan mı” sorusunun cevabı da net olarak ortadadır. Gol pasını Caner vermiş olsa da karşılaşmanın en etkili oyuncusuydu.
Caner demişken, ilk yarıda yaptığı akıl almaz hareketin tura mal olacağını da birinin ona hatırlatması gerekiyor.
Dün maçı yöneten hakem çok açık bir şekilde kritik pozisyonlarda tercihlerini Fenerbahçe’den yana kullandığı gerçeğini unutmayalım. Yıllardır bunun tam tersini yaşamış bizler için bu çok tuhaf bir duyguydu. Buradan asla objektif bir yorum yapma niyetinde değilim çünkü başta UEFA dâhil olmak üzere kimsenin tarafsızlığına inanmıyorum. Ancak uyanık da olmak gerekiyor; bu kadar açık bir şekilde rakibin formasından çekilmez. Bedeli çok ağır çünkü!
Dün biraz daha Souza’ya odaklanmaya çalıştım. Takıma katkısı gerçekten hissedilir derecede bir futbolcu, daha da iyi olabileceğini hissettiriyor.
Fenerbahçe’nin savunmasında takımın bütünlüğüyle ters orantılı bir sorun var.
Bu galibiyetle Fenerbahçe Avrupa Ligi’ne bir ayağına atmış oldu. Çok büyük bir sürpriz olmadığı sürece artık turu geçti de diyebiliriz. Bundan sonrası biraz daha kolay olabilir.
Fenerbahçe oynayarak ve kazanmaya devam ederek takım olmayı başaracaktır.
Ve; kötü oynayarak kazanmak > iyi oynayarak kaybetmek'ten!
http://twitter.com/uzaygokerman