Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi’nden kötü bir oyun sonucu elendi. Özellikle ikinci maç Fenerbahçe taraftarına karamsarlık verdi.
Peki, bu tanıdık değil miydi?
Aynı süreçten başka teknik adamlar da geçmemiş miydi?
Zico ve Aykut Kocaman’ın da başına gelmemiş miydi?
Hep travmatik sezonların sonrasında Fenerbahçe’de radikal değişim rüzgârları eser, yeni teknik adamla birlikte gösterişli transferler yapılır ancak daha sezon başlamadan Avrupa macerasında bir hayal kırıklığı yaşanır ve taşlar bir kere daha yerinden oynar, gelen oyuncuların becerisi sorgulanır, teknik direktörün sezonu bitirip bitiremeyeceğine yönelik spekülasyonlar medyanın manşetlerine çıkar.
Geçtiğimiz sezon Galatasaray Şampiyonlar Liginde çıktığı 6 maçın beşini açık farklarla kaybetti; 19 gol yedi, dört gol attı ve bir puanla grubu sonuncu tamamladı.
Ancak Mustafa Denizli’nin 0 çektiği sezondaki kopan fırtınanın yarısı duyulmadı ve peşinden de ligi şampiyon olarak tamamlayıp, hem dördüncü yıldızına kavuştu hem de Şampiyonlar Ligi’ne direkt katılma hakkını aldı.
Neresinden bakarsanız bakın, hangi nedenleri sıralarsanız sıralayın netice itibarıyla bu Galatasaray’ın başarısıdır.
Galatasaray bütün yumurtaları asla aynı sepete yerleştirmiyor. Sorunlarını da paylaştırıyor, çeşitlendirip, birbirini etkilemesine izin vermiyor.
Ancak hayatın bir de gerçekleri var.
Geçmişten ders çıkarılarak mükerrer ve tekerrüre dönüşmeden öğrenmek en temel gerçekliktir.
Fenerbahçe şu son on yılda üç önemli Proje üretti.
Daum, 2000’li yılların Fenerbahçe’sini yaratan adamdır. Türkiye şartlarını da çok iyi bildiği için yeni takımı kurarken pragmatist de davrandı ve burada her şeyin şampiyonlukla ölçüldüğünün farkında, sonuç odaklı hareket etti.
Talihsizliği Denizli Faciasıdır.
Fenerbahçe’nin iki önemli Projesi dışarıdan gelen darbelerle kesildi. Denizli Faciası organize bir iştir ve sezonun başından sonuna kadar nakış gibi işlenmiştir.
Fenerbahçe’yi ima ederek “El değmemiş bir lig istendiği” sezonun ne şekilde sonuçlanmış olduğu ortadadır.
Fenerbahçe o sezon üst üste üçüncü şampiyonluğunu kaçırmakla kalmadı, başta Şampiyonlar Ligi’ne giriş bileti olmak üzere takımın önemli unsurlarını kaybetti.
Zico ile ikinci proje dönemini başlattı. Bu da Fenerbahçe’nin iç çekişmelerine kurban gitti.
Aykut Kocaman Projesi kaçırılmış en büyük fırsatlardan biridir. Bu proje 3 Temmuz Darbesi’yle yok edildi. 3 Temmuz’un ne olduğunu artık hepimiz çok iyi biliyoruz. Sanırım bunun için benim yazmam gereken fazla bir şey kalmadı?
Fenerbahçe bu üç önemli Projeyi devam ettirebilme başarısı göstermiş olsaydı; bugün başka şeyler konuşuyor olurduk.
Dış etkenlerin etkisi de Fenerbahçe’nin kendi kalesine gol atarcasına hala boş bıraktığı alanları oluşturuyor.
Bunları her sezon çeşitli vesilelerle konuşuyoruz, devam da edeceğiz.
Belki bunlarla ilgili çok daha spesifik başlıklar atıp, daha detaya ineceğiz. Ancak kenarda durup şikâyet eden pozisyondan, sistemi değiştiren iradeyi koymak da sonuçta Fenerbahçe’nin yapması gereken bir plandır.
Bu yazının konusu sportiftir, futbol takımının yeni sürecine dairdir.
Ersun Yanal ve İsmail Kartal’ın “sezonluk teknik direktörler” olduğu o kadar belliydi ki onlara hiçbir zaman bir Proje olarak bakamadım, görmedim de.
İsmail Kartal bütün bunların içinde teknik direktör olarak bu seviyelerde olabileceğini de bize inandıramadı.
Fenerbahçe’de Mayıs ayında Sportif Direktörlük ile başlayan ve sonrasında Vitor Periera ile devam eden yeni dönem öyle değil. Yapılan transferlerle, oluşan sinerji ile başka bir boyutta değerlendirilmeyi hak ediyor.
Bizim takımlarımız az maç oynamayı kendilerine avantaj olarak görüyorlar.
Oysa Fenerbahçe’nin son 15 yıl içinde en yüksek performansa ulaştığı sezon Avrupa’da yarı final oynadığı ve yanılmıyorsam 63 maçla kapattığı yıldı.
Bu nedenle Avrupa Ligi ve Türkiye Kupası hem çok büyük fırsattır hem de önümüzdeki sezona hazırlık olacaktır.
Ligin ilk on haftasında zirveden 7-8 hatta 11 puan uzak kalmanın artık bir dezavantaj oluşturmadığını çok iyi biliyoruz.
Daum ve Aykut Kocaman bu farkları eriterek şampiyonluğa ulaştılar.
Fenerbahçe’nin kuşkusuz hem zamana hem de fazlasıyla şansa ihtiyacı var.
Kadrosundaki çeşitlilik birçok taktiksel dizilişi deneyecek zenginlik içeriyor.
Ve tabii bir takım kolay kurulamıyor.
Nani ve Van Persie’nin geçtiğimiz sezonu fazla maç oynamadan geçirmiş, hazır olmadan takıma dâhil olmaları kuşkusuz talihsizlikti.
Souza’nın gerçek futbol karakterini tam olarak göremedik. İlk geldiği sezon Baroni de kendisini gösterme fırsatı bulamamıştı. Ancak ilerleyen yıllarda takımın en kritik yerlerinde oynayan bir futbolcuya dönüştü.
Mehmet Topal bir bocalama geçiriyor. Pereira ile aralarında nasıl bir diyalog var bilmiyorum, ancak Avrupa’nın her takımında rahatlıkla forma giyecek bir oyuncudan vazgeçmeyeceğini tahmin ediyorum. Fenerbahçe yakın bir gelecekte Avrupa’da bir kupa kaldıracaksa o kadroda mutlaka Mehmet Topal olacaktır.
Volkan Demirel bazen hançer oluyor kimi zaman da hançerin kını; açıkçası Fenerbahçe’nin en kritik bölgesinde böylesi bir tehdidin olması rizikoların en büyüğü olarak takımın içinde duruyor.
Diego…
Hangi yönde yorum yaparsak sanki tam tersi çıkacakmış gibi karaktere dönüştüğünden ne diyeceğimizi bilemediğimiz bir noktada bırakıyor. Son iki hafta içinde birkaç defa yazdım, bir kere daha burada yineleyeceğim; Nani ve Deigo aynı anda takımda oynar mı, oynarsa da hangi taktik düzende sahaya çıkar, bu Pereira’nın çözmesi gereken bir formüldür. Diego sanki bu takıma uyum sağlayamayacakmış, yerini Stoch’a bırakacakmış görüntüsü veriyor.
Alves-Kjaer
Tandem kolay oluşmuyor. Birbirlerini tamamlayan iki kesicinin uyum içinde oynamaları da zaman alıyor. Lig maçlarında son şeklin alınacağını tahmin ediyorum. Burada göz önünde duran futbolcu Alves’dir; ancak Kjaer sanki Portekizli’nin oyununu bozuyormuş gibi bir durum da söz konusu olabilir.
Fenerbahçe’nin takım oyunu oturdukça savunma kurgusundaki gediklerin, pozisyon almadaki sorunların ortadan kalkacağı bir gerçektir.
Zaman zaman zaman…
Fenerbahçe’de bu süreyi kısaltacak yetenekte futbolcular var.
Sow, Fernandao ve R.V. Persie gibi üç farklı özelliklere ve gol vuruş becerisine sahip forvetten yüksek sayıda skor üreteceğini söylersek kehanet yapmamış oluruz.
Fenerbahçe gol attıkça rahatlayacak, özgüveni yerine gelecek ve o aranan zaman da şans da kendiliğinden çözülmüş olacaktır.
Ve Pereira...
Kenarda takımıyla oyunu yaşayan teknik direktörler futbola ayrı bir heyecan katar. Ancak bu heyecan kontrolden çıkıp rakip oyuncularla ve taraftarlarla gereksiz diyaloglara girdiğinde takım için dezavantaja dönüşür.
En yakın örneği Bilic'tir. Son derbide ortada bir Emenike krizi varken Alves ve Emre ile girdiği diyalog ortamın havasını değiştirmişti.
Burada iş yine Fenerbahçe taraftarına ve kamuoyuna düşüyor. Son birkaç sezondur stadyumu bir çeşit hesaplaşma yeri olarak görüp, en küçük başarısızlıkta takımı etkileyecek şekilde tepki koymaları Fenerbahçe’nin tüm kimyasını bozmuştu.
Bakalım bu sezon nasıl bir Fenerbahçe takımı ve taraftarı izliyor olacağız?
http://twitter.com/uzaygokerman