Karşılaşma sonrasında Pereira’nın sözlerini sessizce ve saygıyla dinledik. Bize futbol felsefesini anlattı; kuşkusuz bunun karşılığı sahada izlediğimiz ve Fenerbahçe takımını buna göre kurmuş, ligin zirvesinden sadece iki puan geride sıralanıyorsa o zaman olgunlukla karşılamak gerekiyor.
Ancak Türkiye’nin futbol algısıyla Pereira’nınki pek aynı frekanslarda buluşmuyor anlaşılan.
Bir yere kadar Portekizli Hocayı anlamak mümkün olsa da bana göre düşünceleriyle sahaya yansıttığının aynı şey olmadığını düşünüyor ve görüyorum.
Bir kere sezon başından bu yana takım kurmada doğru denklemi oluşturamadığı veya elindeki malzemenin fiziği, kimyası, biyolojisini sağlayamadığı fazlasıyla ortada duruyor.
Kadro istikrarı takım olmanın en kestirme yollarından biridir ve daha çok sınırlı sayıda oyuncuya sahip takımların başvurmak zorunda kaldığı bir pratiktir.
Fenerbahçe gibi zengin ve derinliği olan takımların işi zordur.
Pereira bunu daha da güçleştiriyor.
Dün sahaya sürdüğü kadroda çok tuhaf ve ilginç tercihleri vardı.
Bitime iki dakika kala Beşiktaş öyle bir pozisyon yakaladı ki kelimenin tam anlamıyla şah mat anıydı; topun Gomez ile değil de Ersan Gülüm’ün kafasıyla buluşması kader anı oldu. Bilinçsizce ve gözü kapalı şekilde yapılan kafa vuruşu sadece golün kaçmasına değil aynı zamanda Lokomotif’i ataya kaldıran kurtarışın adı oldu. Beşiktaş kaçırdığı golün hemen peşinden neredeyse yine aynı kader anlarından birinde kalesinde olacak bir golü zayıf bir vuruş sayesinde engellemiş oldu.
Bütün maçın özeti bu muydu?
Biraz da böyle denilebilirdi.
Beşiktaş ilk yarı öyle bir top oynadı ki belki de sezonun e güzel ceza sahası dışı atak futboluydu.
Ceza sahasının dışında Beşiktaşlı oyuncular topu öylesine ustalıkla dolaştırıyorlardı ki Moskova temsilcisi sadece bu pas trafiğini izliyordu.
Ancak kısa süre içinde bir şeyi fark ettik aslında bu basit bir izlemeden ibaret değildi. Lokomotif takımı pasif bir şekilde oyuna müdahale etmeden 18 etrafına yığılarak Beşiktaş’ın oynamasına izin veriyor, top ne zaman ceza sahasına yönelse aktif defans başlıyordu.
İşte Şenel Güneş’in “kazanmamız gerekirdi” ifadesine neden olan oyun bu bölümde sahnelendi.
Kuşkusuz tek taraflı baktığınızda ortada göste
Doğru’nun yanlışların içine karıştığı bir karşılaşmayı geride bıraktı Fenerbahçe ve puan kaybı olmadan, tek farkla üç puana uzanmış olmanın dışında önümüzdeki haftalara soru işaretleriyle dolu belirsizlikleri erteledi.
Doğru…
Öncelikle bir kadro istikrarı sağlamak yanlış neticeler yaratsa da önemlidir. Çünkü ‘kadro seçimi şablon ve kurguya ulaşmanın biricik yoludur.’ Üzerinde düşünülecek pratiklerin ortaya çıkmasını sağlar.
Bu nedenle Pereira’nın her maça aynı kadro ile başlamasını sabırla ve anlayışla karşılarım.
Yanlışlar…
İlk eyleminde yaptığı hamlenin üzerini çizercesine gerçekleştirdiği değişiklikler peşi sıra geldi.
Markoviç nerede oynuyordu ve sakatlanmasaydı Fenerbahçe sahaya nasıl yayılmayı sürdürecekti?
Markoviç sakatladığı için mi yoksa zaten Markoviç varken de bir şeyler ters gidiyordu?
Fenerbahçe hiç bu kadar sıradanlaşmamış, elindeki değeri böylesine kötü kullanmamıştı.
Beklendiği gibi klasik bir derbi başlangıcı oldu; stadyumun yarattığı atmosferin de etkisiyle psikolojik olarak baskı altındaki Galatasaray’ın üzerine yüklenen Fenerbahçe vardı.
Her ne kadar baskılı bir görüntü veriyorsa da ortada futbolu akılla yönetecek ve yönlendirecek bir oyun, kurgu, düzen yoktu. Olsaydı bu kadar avantajın bir araya toplandığı ortamda çok kısa sürede maçı kazanacak skoru elde ederdi.
Oysa ikinci yarı gördük ki sahada daha oturmuş bir takım olan Galatasaray istediğine yavaş yavaş ulaşacak kurguyu yerleştirdi. Bunun için yapması gereken şey sakin kalmak, topu kendisinde tutmak ve Fenerbahçe kalesine etkili ortalar yapmaktı.
Çünkü Fenerbahçe’nin hava toplarına karşı da bitmek bilmez bir zafiyeti vardı.
Öyle ki sahanın en kısa boylu oyuncusu olan Olcan Adın bile Fenerbahçe’ye gol atabilecek kadar etkili olabilirdi.
Karşılaşma sonrasında Pereira, Souza’ya “nasıl bu kafayı vurdurursun” şeklinde bozuk atıyordu ancak unuttuğu şey bunun bir takım oyunu olduğuydu. Fenerbahçe ne Souza’nın ne Ba’nın ne de Kjaer’in kenardan gelen ortalara tek başlarına müdahale
Önce kaybetmeyeceksin! Bknz. Fenerbahçe-Molde karşılaşması! Fenerbahçe o maçta rakibine fazladan iki puan hediye etti. Ancak aynı hatayı Celtic’e karşı tekrar etmedi.
Sonra; sabırlı oynayacaksın! Fenerbahçe bunun pratiğini 2010 ile 2013 arasında oynadığı sezonlarında gösterdi.
Çünkü sabırdan daha büyük bir silah olamaz!
Ve mümkünse ne yapıp edip o çok önemli üç puana ulaşmanın bir yolunu bulacaksın!
Kaybetmediği süre boyunca hem oyunda kalırsın hem çok istediğin zamanı elde edersin.
Evet, Fenerbahçe gerçekten kötü, oturmadı, iyi oynamıyor hatta zaman zaman hiçbir şey yapamıyor, nasıl oynayacağını dahi bilemiyor; ama bazen de öyle bir top oynuyor ki umut aşılıyor.
İyi oynamak süreklilik, tekrar, ezber, bir arada olmak, birbirine alışmakla gerçekleştirilir. Bu nedenle Fenerbahçe öyle ya da böyle bir omurga oturtacak, sistem belirleyecek ve onun üzerinde ısrarla oynayacak ve bir kurgu sağlanmış olacak; sonra?
İşte bundan sonra neler olacak hep beraber göreceğiz.
Pazar günü oynanan Kayserispor-Fenerbahçe karşılaşması sırasında tribünlerde dört yaşındaki bir çocuğun üzerindeki Fenerbahçe forması ve Van Persie’nin golü sonrasındaki sevincine tahammül edemeyen Kayserispor amigosunun verdiği tepki ile çocuğun döktüğü gözyaşı sporda geldiğimiz noktayı gözler önüne sermesi bakımından anlamlıdır.
Öncelikle her fırsatta 3 Temmuz’a yapılan vurguyu konuşmak gerekiyor.
Türkiye’de öyle bir algı oluştu ki zaten 3 Temmuz Darbesiyle kanıtlanmış olan Sporda Şiddeti önleme amacıyla çıkarılmış 6222 Sayılı Yasa tamamen Fenerbahçe’ye uygulanan bir yaptırım aracına dönüştü ve bunun üzerinden her fırsatta 3 Temmuz’a vurgu yapılarak Fenerbahçe’ye ve taraftarına yönelik her türlü eylem meşru hale getirilir oldu.
Öyle ki bir grup Kayserispor taraftarı yaptığı yazılı açıklama ile Pazar günü yaşanmış 4 yaşındaki çocuğa yönelik çirkin saldırıyı 3 Temmuz vurgusu yaparak aklamaya çalışıyor.
4 yaşındaki bir çocuğu sırf Fenerbahçe forması giydi ve Fenerbahçe’nin attığı gole sevindi diye tepki gösteren zihniyetin yaptığı eylem 6222 sayılı yasanın tarifleri içinde suç olmuşken kalkıp o yasanın sadece Fenerbahçe üzerine yönelmiş yaptırım gücünün arkasına sığınmak
Fenerbahçe, 2013-14 sezonundan beri hiç bu kadar topu rakibine bırakıp, pasif futbol oynamamıştı. Bu sürecin içinde çok farklı bir kırılım olarak ön plana çıkan Aragones döneminde dahi rakiplerine çok yüksek bir pas üstünlüğü kuran bir takım olmuş ki bunun zirveye çıktığı İnönü Stadyumunda oynanmış ve Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sonuçlanmış bir Beşiktaş derbisi vardır sezonun belki de en iyi futboluna adaydır.
Ligin sekizinci haftasının sonunda Fenerbahçe liderin sadece iki puan gerisinde olmasına karşın oynadığı futbol ile hem büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor hem de ilerleyen haftalar için taraftarına umut vermiyor.
Kuşkusuz bunun temelindeki en önemli sorun kadronun büyük oranda değişmesi, çeşitlenmesi; takımın kimyasının bozulması ve buna teknik direktörün kifayetsiz kalmasıdır.
Pereira’nın kafası ya çok karışık ya da hiç rahat değil; daha kötüsü ki bunu ihtimal vermek istemiyorum, olanı göremiyor, fark edemiyor.
Kayserispor karşısındaki Fenerbahçe üç aşağı beş yukarı ligin ilk maçlarındaki kadroydu.
Çift forvetle 4-4-2 gibi dizilmiş, Topal ve Souza’lı kadroda tek fark Markoviç’ti. Gerçekten de Fenerbahçe’nin sahada gözle görülür tek ayırt edici özelliği de
Cumartesi gecesi Çek Cumhuriyeti karşılaşması sonrasında şöyle bir hesap vardı masada;
Türkiye, İzlanda’yı, İspanya Ukrayna’yı, Kazakistan Letonya’yı yener ve Hollanda puan kaybederse Paris’teki finallere play off elemesi oynamadan direkt olarak katılıyorduk.
Kuşkusuz böylesi bir ihtimalin gerçekleşmesini kimse beklemiyordu; çünkü kazanması gereken takımların hepsi maçlarını deplasmanda oynuyordu.
Hadi İspanya’nın Ukrayna’yı yenmesi sürpriz olmazdı da ya Kazakistan’ın Letonya’ya karşı zaferle ayrılması, olacak şey miydi?
Dün öyle bir geceydi ki bu maçların üzerine iki handikap maç daha olsaydı muhtemelen onlar da Türkiye’nin istediği şekilde sonuçlanırdı.
Bunu sadece futbol ile açıklarsanız bir tarafını eksik bırakmış olursunuz.
Futbolcularımızın son üç maçta ortaya koydukları yüksek performansın emek değerini asla görmezden gelemeyiz. Hatta bu oyuncular grubun ilk maçından bugüne kadar ellerinden geleni yaptılar ancak bu kadarı oldu.
Fakat bir şey var ki bunun hem hakkını teslim edeceğiz hem de eşi benzeri olmayan bu fenomeni bir kere daha tespit edeceğiz.