Pereira geldiği günlerde “Fenerbahçe’nin üç pasta kaleye gidecek bir hücum futbolu oynayacağını” söyleyerek futbol felsefesini ortaya koyuyordu bir anlamda.
Futbolda topa sahip olma, bol pas yapma, etkili hücum organizasyonları, ilk topa basarak rakibe karşı üstünlük kurma gibi oyun tekniklerine puan veriliyor olsaydı dün gece Fenerbahçe yediği gole kadar geçen süreyi 3-4 golle önde tamamlardı.
Ancak öyle olmuyor, futbol bir sonuç oyunu ve aslında tam da Pererira’nın dediği gibi üç pasta gole gidebiliyor olmanız gerekiyor.
Yok, gole gidemiyorsanız o zaman da kolay gol yemeyen bir takım olmanız önem kazanıyor.
Peki, Fenerbahçe için bunlardan hangisini ön plana çıkarabiliyoruz?
Bir kere Fenerbahçe rakip kaleye gidene kadar bir sürü pas yapıyor.
Hadi hızlı hücuma çıktı diyelim, sonuç?
Dünkü maçın iki takım adına bariz net farklarından söz edeceksek Beşiktaş lehine olan en önemli ayrıcalık Gomez gibi etkili kafa vuruşuna sahip bir forvete sahip olmasıydı.
Fenerbahçe’nin sağlı sollu etkili ortalar yapabilen bir sürü futbolcusu olmasına karşın hedefe varacak, sonucu değiştirecek vuruşu yapacak bir golcüsünün olmaması dün geceki maçın sonucunu belirledi.
Ve Fenerbahçe bu kadar net bir üstünlüğe sahip olduğu karşılaşmada üç gol yiyerek maçı yenik tamamlamış oldu.
Üstelik 2-2’den sonra tüm psikolojik üstünlüğü eline aldığı bir maçı kaybetmiş oldu.
Ya teknik direktörün maça etkisi?
Fenerbahçe’ye son on yılda ismi olan çok etkili forvetler geldi.
Kezman, Güiza, Emenike…
Ve her birine gereğinden de fazla şans ve forma verildi. Ancak hiçbiri Van Persie kariyerinde futbolcular değildi. Van Persie’nin yedek olarak kenarda beklemesini anlamada güçlük çekenlerdenim.
Fenerbahçe’nin Diego’suz başlamasının takıma olan etkisi ne kadar güçlüyse, Van Persie’siz olması o kadar hissedilir oluyor.
Fenerbahçe için geçen haftalarda yazdım, ne oynayacağını, gole nasıl gitmesini bilemeyen ve bunu zamanla oturtacak bir takım var ortada, böyle anlarda bireysel yeteneği üst seviyede olan Nani, Van Persie gibi oyuncular ön plana çıkarlar ve yaptıklarıyla zaman kazandırırlar.
Oyun oturdukça da Fernandao gibi takım oyununa yatkın futbolcuların etkinliği artar.
İşte dün gece Pereira’nın oyuna etkisi buralarda düğümleniyordu.
Fenerbahçe’nin savunması genel takım bütünlüğüyle ters orantılı şekilde ortaya çıkıyor. Yedikleri birinci ve ikinci gol de tam anlamıyla savunmanın kalitesini ortaya koydu. Sonra da takımın geri kalanı savunmanın yarattığı bu sorunu temizlemek için uğraştı durdu.
Fenerbahçe genel anlamda ortaya koyduğu futbola karşılık hak etmediği bir yenilgi aldı, diyebiliriz. Ancak futbol böyle bir şey demek aynı zamanda.
Beşiktaş yıllardır gole kolay gidebilen bir takım oldu. Dün gece de bu pratiği çok güzel uyguladılar. Ancak Beşiktaş’ın da bir savunma sorunu var ki bir türlü çözüm bulunamıyor.
Ersan Gülüm sadece kötü değildi, oyunda durması bile hakemin inisiyatifine kalmıştı, öylede oldu.
Dün geceki derbi ortaya koyulan futbol ve iki takım adına ligimizin futbol seviyesinin üzerindeydi.
Ancak bu futbol seviyesine karşılık maçı yönetecek hakem “pentagramı” yetersizlik gösterisinde bulundular.
Bozuk saat gibi günde iki defa doğru zamanı göstermeleri gibi tesadüfen verdikleri kararlar doğru çıktı.
Ve sonuca direkt etkileri oldu.
Ülkemiz maalesef hızlı ve etkili futbol oynayan futbolcuları katleden ve bunları koruyan hakemleriyle ün salacak bir yere dönüştü.
Futbola doyuran, güzel bir derbiydi.
Fenerbahçe kendi kalitesini ve gücünü net olarak gösterdiği bir oyun oynadı. Bu takımın zamana ihtiyacı olduğunu söylerken tam da bunu ifade ediyoruz. Fenerbahçe’nin kadro derinliği, alternatifi Beşiktaş’ta yok. Bütün bir ligi, Avrupa Ligi de dâhil olmak üzere bu kadroyla nasıl götürür belirsizlikler içeriyor.
Böylesi derbi zaferlerinin lige etkisi ancak sonraki haftalarda kazandığınız ve kaybettiğiniz puanlarla hissediliyor.
Yaşayıp göreceğiz.