Karşılaşma sonrasında Pereira’nın sözlerini sessizce ve saygıyla dinledik. Bize futbol felsefesini anlattı; kuşkusuz bunun karşılığı sahada izlediğimiz ve Fenerbahçe takımını buna göre kurmuş, ligin zirvesinden sadece iki puan geride sıralanıyorsa o zaman olgunlukla karşılamak gerekiyor.
Ancak Türkiye’nin futbol algısıyla Pereira’nınki pek aynı frekanslarda buluşmuyor anlaşılan.
Bir yere kadar Portekizli Hocayı anlamak mümkün olsa da bana göre düşünceleriyle sahaya yansıttığının aynı şey olmadığını düşünüyor ve görüyorum.
Bir kere sezon başından bu yana takım kurmada doğru denklemi oluşturamadığı veya elindeki malzemenin fiziği, kimyası, biyolojisini sağlayamadığı fazlasıyla ortada duruyor.
Kadro istikrarı takım olmanın en kestirme yollarından biridir ve daha çok sınırlı sayıda oyuncuya sahip takımların başvurmak zorunda kaldığı bir pratiktir.
Fenerbahçe gibi zengin ve derinliği olan takımların işi zordur.
Dün sahaya sürdüğü kadroda çok tuhaf ve ilginç tercihleri vardı.
Mesela Persie’nin Kuyt gibi sağ kanatta oynatılması fazla zorlama duruyordu. Daha önce de bu sayfalarda yazmıştım; Hoca’nın kafasında bir şekilde Fernandao ile oynamak var ve Persie birinci tercihi değil.
Açıkçası takım da Persie’ye göre oynamıyor. Persie kaleden uzaklaştıkça topla buluşma sayısı da azalıyor.
Çünkü oyunu geriden kurarak başlatan takımın ilk tercihleri orta alanda Diego veya Alper oluyor.
Bu iki oyuncudan sonra top ya Gökhan ya da Hasan Ali ile buluşuyor.
Öyle olunca da basın toplantısında muhabir Pereira’ya, “Volkan Demirel’in Persie’den daha fazla topla buluşmasının futbol felsefesiyle uyum olup olmadığı” şeklinde soruyu sorabiliyor.
Bu sorunun küstahça sorulduğuna hiç kuşku duymuyorum; ancak eğer böyle bir istatistik oluşuyorsa engellemesi gereken kişinin de kendisi olduğu bir gerçek.
Fenerbahçe ceza sahanın dışında çok fazla iş yapıyor. Defalarca paslaşıyor ancak golü sağlayacak organizasyonu kuramıyor.
Kaleye şut çekmiyor, çekemiyor.
Duran topları heba ediyor. Dün bir korner atışı üçüncü pasta Volkan’a geri gidince taraftarın tepkisi geldi. Oysa benzer bir pozisyonda iki hafta önce aynı yerde ve aynı paslaşma sonucu Galatasaray golü bulmuştu. Fenerbahçe gibi yıllardır duran topla gol üreten takımın böylesine acemice harcaması elbette tahammül edilmesi zor bir durumdur.
İşin en tuhaf yanı ilk yarı ceza sahasına atılmış en etkili topu Persie’nin kullanmış olmasıydı.
İkinci yarı Souza ve Persie çıktı ve yerlerine Nani ve Volkan Şen girdi.
Pereira bize ilk yarı ne göstermiş ve ikinci yarı neyi düzeltmiş olabilir?
Hangi devre Fenerbahçe daha etkiliydi?
Kuşkusuz Volkan Şen gibi dikine, adam eksilterek gidebilen bir oyuncu fark yaratacaktı.
Ancak sahada aynı zamanda Alper ve Volkan Şen, Diego ve Nani olunca takımın orta saha yerleşimi ve oyun kurgusu fazlasıyla aynı tür futbolla boğuluyor.
Persie gibi kariyerli futbolcuyu mutsuz etme pahasına onu 45 dakikalık bir adam haline getirmek benim çok fazla anlayabildiğim bir şey değildir.
Volkan Şen gibi çok iyi bir kanat oyuncunuz varken burada Persie’yi tercih etmek matematiksel denklemin çözüm kümesini yok etmek anlamına geliyor.
İkinci yarıdaki kalabalıksa takımın kimyasını bozuyor.
Fenerbahçe elbette atak oynuyor, baskılı gibi gözüküyor hatta bu durum rakibin ileri çıkmasını da engelliyor ve bu haliyle de kalesinde pozisyon da vermiyor ancak bu zaten en iyi savunma hücumdur sözünün karşılığı değil miydi?
Ancak fizikteki kural; gücün kontrollü ve etkili olmasıdır!
Bütün bunlara karşın Fenerbahçe bildiğimiz, tanıdığımız tüm futbol bilgisinden başka bir şey yapıyor veya yapamıyor.
Şu tespiti geçerken yapalım; elbette on hafta öncesine göre çok daha iyi ancak bu sadece mevcut durumla kıyaslandığında bir şey ifade ediyor.
Mesela bundan dokuz sene önce bir derbi karşılaşmasında Fenerbahçe 35 pas yapıp gol atmıştı; bu pasların büyük bölümü yararsız veya işlevsizdi ancak son üç pas etkili ve gole yönelikti.
Sezonun başında Pereira da böyle demişti; “üç pasta kaleye gideceğiz.”
Neden bunu söyleme ihtiyacı hissetmiş olabilirdi?
Kuşkusuz dün rakibi olan takımın teknik direktörü de benzer bir futbol felsefesi içinde oynatıyordu takımını, sabırlı top dolaştırma, kimilerine göre insanın içine baygınlık veren bir oyun anlayışı…
Aykut Kocaman’ın oynatmaya ve yapmaya çalıştığı şeyi kendi adıma konuşacak olursam, anlayabiliyordum.
Çünkü Fenerbahçe’nin bir oyun planı, istikrarlı kadro yapısı ve anlayışı vardı.
Belki de bu kadronun dar ve daha seçeneksiz olmasından kaynaklanıyordu ancak bir doğrusu vardı.
Fenerbahçe’de işler dün akşam saatlerine doğru Alper’in çıkması Ozan’ın oyuna dâhil olmasından sonra yavaş yavaş oturdu.
Yanlış neydi?
Bir kere Fernandao ve Persie ile eğer 4-4-2 oynamayacaksanız birinin kenarda beklemesi gerekiyor.
İkisi birden olmuyor.
Tıpkı Souza ve Topal ikilisi; Nani ve Diego; Volkan Şen-Alper gibi…
Bu oyuncuları birbirleriyle alternatif oluşturmak Fenerbahçe’nin taktik ve teknik zenginliğini yükseltecektir.
Fenerbahçe’nin golünün Bursaspor maçında olduğu gibi soldan Hasan Ali’nin hazırladığı aksiyon sonucu oluşması bir tesadüf değil, yıllardır takımın bildiği bir ezberin sonucuydu.
Hasan Ali, Caner’in yokluğunda futboluyla büyüyor ve Fenerbahçe’ye bir alternatif daha kazandırmış oluyor.
Bu takımın daha fazla iş yapması gerekiyor.
Pereira bize futbol felsefesini anlattı. Ben buna saygı duyulması gerektiğini düşünenlerdenim.
Bu takımın ilerleyen günlerde çok daha iyi futbol oynayacağına yönelik iyi niyeti içimde tutmak istiyorum.
Ortada işini yapmaya çalışan bir teknik adam var.
Eğer nereye gideceğini ve yaptığını biliyor ve söylediği gibi sezon sonunda bu takımı mutlu sona hazırlıyorsa biz de kendi adımıza yeni bir şey öğrenmiş oluruz.
Şimdi gördüklerimiz bize tuhaf ve çalışmadığımız yerden gelen sorular gibi görünüyor.
ttp://twitter.com/uzaygokerman