Sharapova’yı her zaman güzel bulmuşumdur. Ancak bu güzellik içinde sadece kadına ait cinsel çekicilik barındıran bir görsellikten kaynaklanmıyordu. İnternette veya o kadar genellemeyelim, çok daha sınırlı bir tarif yapalım, Moskova metrosunda bir saat seyahat etseniz muhtemelen Sharapova’dan çok daha güzel kadınlara rastlamanız mümkündür.
Güzellik kuşkusuz onun sportif tarafıyla, başarısıyla birlikte çekici hale geliyordu.
Aynı şeyi bugün çok sıradan güzelliğe sahip kadın tenisçileri için bile söyleyebiliriz.
Güzelliği sadece cinsel cazibe olarak tarif eder veya öyle görmeye başlarsanız bu sefer işin boyutunu bambaşka taraflara çekersiniz.
Sharapova bu iki şeyi bir araya getirip, daha sonra cinsel cazibesini ön plana çıkarmadı mı? Sadece cinsel çekiciliği ile reklam gelirlerini artırıp düne kadar dünyanın en çok kazanan sporcuları arasına adını yazdırmadı mı?
Evet, bu çağımızın anlayışına çok uygundur.
Sharapova, tenisteki başarısı ve güzelliğinin keşfedilmesinden sonra kameraların önüne geçerek iç gıcıklayıcı, birbirinden seksi pozlar vermeye başladı ki bu pozların bir kısmını beden dili olarak cinsel cazibede iştah artırıcı etki yapıyordu.
Eskişehirspor’un sahadaki dizilişi tam Beşiktaş’ın istediği şekildeydi. Kuşkusuz bunu yazarken bir şablondan söz etmiyoruz, özellikle top Eskişehirspor’dayken pozisyon alışı ve oyunu Beşiktaş kurarken yerleşmesini ifade etmeye çalışıyoruz.
Şenol Güneş, Trabzonspor’da da Bursaspor’da da hızlı hücumlarla oynayarak sonuca gitti.
Burak Yılmaz-Selçuk İnan ikilisini yaratan şey Şenol Güneş’in iki üç pasta rakip kaleye inmesi hatta forvetiyle rakip kaleciyi karşı karşıya getirme becerisiydi.
Kuşkusuz bunda elindeki futbolcu kalitesi belirleyici oluyordu.
Bursaspor’da Volkan Şen’e yeniden doğumu müjdeleyen ve onu Fenerbahçe’ye kadar sürükleyen süreç kuşkusuz Şenol Güneş’in bu taktik yapısının içindedir.
Beşiktaş’ın attığı ikinci gol tam da bunu güzel sonucu oldu.
Eskişehirsporlu oyuncular orta sahada kazandıkları duran topu kullanmak üzere hısım akraba Allah ne verdiyse rakip sahaya geçince satrançtaki çoban matına da davetiye çıkarmış oldular. 64 karenin içinde 32 taşın yerleştiği alanda dört hamlede mat olur mu? Kesinlikle olur.
Eskişehirsporlu oyuncu Emre topu ayağında biraz geveleyince bir anda Sosa topu kaptı, hiç oyalanmadan Sosa’yı gördü, o hemen Quaresma’ya pası at
Şener’in attığı golden birkaç dakika önce yaklaşık olarak aynı mesafelerden Diego'nun çektiği şut az farkla dışarı gitmişti.
Sahanın futbol oynamaya uygun olmayan zeminini ve doğru kapanan Akhisar’ın engelini aşmanın biricik yolunun duran toplar ve uzun mesafeli şutlar olduğunu zaten maçı izleyen hemen herkes üç aşağı beş yukarı kafasında kurgulayabiliyordu.
Bunu Akhisar futbolcuları ve teknik yönetimi de öngörmüş olmalıydı ki Fenerbahçe’nin ceza sahasına yakın bölgelerde top çevirmesine ve şut çekmesine ilk toplara müdahale ederek izin vermeyen bir oyun kurgusunu yerleştiriyordu sahaya.
Mehmet Topal, Diego, Souza, Van Persie uzaktan şut deneyecek potansiyel futbolculardandı ve bunları kontrol altında tutmak nispeten kolay olandı da ya hiç hesapta olmayan Şener’in şut çekmesi; üstelik 35-40 metre mesafeden olacak iş miydi?
Bazen olmadık taş baş yararmış ya 35. Dakikada Şener topla buluştuğu yer gol olma ihtimalinin en uzak mesafelerindendi ancak Fenerbahçe’nin sağ kanat savunma oyuncusu topu biraz sürdükten sonra vurmaya karar verdi ve o top kaleci Lukac’ın parmaklarının ucuyla kale direğini sadece bir top boşluğuna kadar kapattığı tek yerden geçip kaleye bilardo
Pazartesi akşamı kameralar Udoh’un Şükrü Saraçoğlu’nda bir görüntüsünü yakalamışlardı. Derbi öncesi takımlar sahaya çıkarken çalan Nesrin Siphani’nin söylediği Fenerbahçe Marşı’nın “yaşa Fenerbahçe” kısmına ait nakaratı taraftarla birlikte kendinden geçmiş bir şekilde söylüyordu.
Bu aslında içinde bir sürü öykü barındıran fazlasıyla anlamlı bir görüntüydü.
Bir kulübün tüm spor dallarında sporcusu ve taraftarıyla bütünleştiren manevi bir bağ kurulduğunda çok güçlü bir sinerji açığa çıkarmış olursunuz; 3 Temmuz günü yurdun her yanında aynı tepki ve direnişi gösteren Fenerbahçe taraftarı kuşkusuz bunun en güzel ve anlamlı ifadesiydi.
Biz buna Fenerbahçe İdeolojisi adını verdik!
Udoh’u kendinden geçirecek kadar bir futbol karşılaşması öncesinde havaya sokan şey mutlaka onun mücadele ettiği basketbol salonunda kendisini bambaşka şekillerde ortaya koyacaktır.
Dün Euroleague mücadelesinin üçüncü çeyreğinde ortaya çıkan Fenerbahçe işte tüm bu manevi sinerjinin ürünüydü.
Dizinde yaşadığı sakatlığa rağmen kim bilir içinde hangi gizli acılar da barındıran Udoh’un ortaya koyduğu mücadele ilk yarısını 9 farkla geride kapattığı maçta Fenerbahçe’nin dün yenilmeyeceğinin açık
İki hafta önce yazdığım bir yazıdan küçük bir alıntı yaparak başlamak istiyorum:
Volkan Şen hem sağ hem de soldan çok etkili ataklar geliştirdi ve Markoviç’ten hem daha formda hem de sonuca gidebilecek olduğunun mesajını verdi. Volkan Şen’in bu futbolu bir iki hafta sonra kendisine ters gelebilecek, özellikle savunma sorunu yaşayan takımların başına iş açabilir, bunu yeri geldiğinde hatırlatacağım. (*)
Bu yorum 13 Şubat günü Beşiktaş maçı için yapılmıştı.
Haftalardır Beck’in savunduğu Beşiktaş’ın sağ kanadındaki zafiyet o kadar belirgin görünüyordu ki buradan hızlı ataklar geliştirebilecek bir futbolcunun takımı adına fark yaratacağı çok açık belliydi.
Pereira, Beşiktaş’ın oturmamış savunmasını iyi analiz etmiş olacak Volkan Şen’in yanına bir de Alper Potuk hamlesini yaptı.
Böylece orta alanı sağlam, kanatları hızlı, savunması da yerleşik bir Fenerbahçe çıkmış oldu ortaya.
Yapılması gerekeni zaten Abdullah Avcı göstermişti; orta alanda Sosa, Atiba, Oğuzhan üçlüsünün pas bağlantısını kestiğinizde Beşiktaş’a üstünlük sağlayan hızlı hücum etkinliğini de ortadan kaldırmış oluyorsunuz.
Geriye ne kalıyordu; Quaresma’nın yapacağı isabetli ve adrese teslim ortalar.
Bundan 20-25 sene önce takımlarımız Avrupa Kupalarında yaptığı mücadelelerde Lokomotiv Moskova’nın, Moskova’da yaptığına benzer kafa kafaya top oynar, ancak 1-0’da öne geçmiş olduğu karşılaşmada talihsizlik eseri bir gol yiyerek tura veda eder, ertesi gün tüm gazetelerde de “iyi oynadık ancak şunu geçemedik, turu alamadık; canınız sağolsun çocuklar!” şeklinde başlıklar atılırdı.
Dün Fenerbahçe’nin oyununa baktığımızda İstanbul’dakiyle yakından uzaktan ilgisi olmadığını söyleyebiliriz.
Orta alanda ne doğru dürüst bir baskı oldu ne de rakibe nefes aldırmayacak bir atak organizasyonu.
Lokomotiv Moskova özellikle de oyunun ilk çeyreğinden sonra etkili olmaya başladı, bir dizi başlayan hatalar zinciri sonrasında yenilen gol, Rus temsilcisinin ikinci yarı turu getirecek skoru bulabileceğine inandırdı ve bu bölümde baskılı da oynadı ancak turu geçen taraf, kendisini hiç zorlamadan Fenerbahçe oldu.
Fenerbahçe için Moskova güzel ağırlandığı turistik bir seyahat haline dönüşüverdi.
Zaten çift maç üzerinden eliminasyonla oynanan karşılaşmaların ana hedefi bu değil midir?
Turu bir maçta geçersin ki ikinci maçta daha az efor sergilersin.
Bunlar Avrupa takımı olma özellikleridir
Beşiktaş oyun olarak olmasa da gol atmakta zorlandığı bir karşılaşmadan üç puan alarak bir maç eksiği olmasına karşın ligin zirvesine tekrar oturdu.
Beşiktaş bir kadro istikrarı da yakaladı; Şenol Güneş haftalardır kulübede kendine yer bulan Quaresma’yı bile yola getirip ilk on bire yerleştirmeyi başardı.
Gençlerbirliği maçının başından sonuna kadar üstün oyun sergileyen Beşiktaş, Quaresma, Sosa ve Olcay’dan oluşan hücum hattının sonuna eklenen Gomez’in yüksek isabet kaybeden bitirici vuruşları her maçta siyah beyazlılara avantaj sağlıyor.
Beşiktaş için Gençlerbirliği tarzındaki yumuşak takımlar rakip olma değeri taşımasa da ligin Başakşehir, Akhisar, Konyaspor gibi yüksek direnç ile oynayan takımlarına karşı özellikle savunmadaki yerleşim ve uyum sorunu başına iş açabilir.
Geçen hafta Başakşehir’e karşı çok da iyi sınav vermeyen bu savunma bloğunun ne yapacağı ligin genel seyrini etkileyecektir.
Beşiktaş’ın en önemli avantajı Atiba gibi orta alanda yorulmak bilmeksizin ve her maç ne yapacağı belli olan bir futbolcuya sahip olmasıdır.
Boyko transferinden sonra Tolga Zengin de üzerine sihirli bir dokunuş olmuş gibi neredeyse hatasız oynuyor.
Bundan sonra ne olur?
Sahada ortalık karışmış, bir sürü kırmızı kartlar çıkmış, hatta yetmemiş daha önce görülmemiş şekilde bir kırmız kart da hakem Deniz Ateş Bitnel Salih Dursun’dan yemiş, kelimenin tam anlamıyla bir kaos yaşanıyor, o sırada olan bitenle ilgisi olmayan, Galatasaray’ın penaltı atışı ile 2-1 öne geçmesine sevinen birini görüyoruz.
“Mustafa Denizli şampiyon yap bizi!”
Koca bir kariyerin zavallılığa dönüştüğü andır dün Mustafa Denizli’nin penaltı atışının gol olmasına sevinmesi…
Bu sevinme anı Mustafa Denizli’nin aslında olan bitenle ne kadar ilgili olduğunun tipik ifadesidir.
Mustafa Denizli beş yabancı kuralı olduğu bir sezon sahaya altınıcısını sürdüğünde de bunu takip edecek bir sorumluluğu yoktu; dün akşam da saha kenarında, bu kadar yakınken kartların doğru olup olmadığını, poziyonları futbolcusuna soruyor, doğru olup olmadığı hakkında da kendisinin yorum yapması yanlış oluyor.
Mustafa Denizli bütün bu olan biteni göremiyorsa saha kenarında ne yapıyor ki? Ne izliyor? Neye göre oyuncu değiştiriyor?
Mustafa Denizli bizim bildiğimiz ya da sandığımız gibi öyle enine boyuna derin derin düşünse Beşiktaş’ın başındayken Ertuğrul Sağlam’a yaptığı şeyin aynısını Hamza