Lokomotiv Moskova maçında takım tam ritmini bulmuş, uyum içinde topunu oynarken Pereira bunu yeterli görmüş olacak hemen oyuncu değişikliği yapmayı tercih etmiş, Van Persie yerine Fernandao, Volkan Şen yerine de Alper’i oyuna almıştı. Bu müdahaleden sonra Fenerbahçe başka bir top oynamaya başladı, hızı kesildi, ritmi bozuldu.
Fenerbahçe’nin sezon başından bu yana en temel sıkıntısı neydi?
Yeni takım olmanın etkisiyle bir türlü doğru oyunu bulamıyor, kuramıyordu. Kopuk kopuk oynuyor, oyuncular arasında da ortak bir dil bütünlüğü sağlanamıyordu.
Pereira ne diyordu; “zamana ihtiyacımız var ve takım oturdukça daha iyi olacağız!”
Daha iyi olmanın ölçüsü nedir?
Mesela Lokomotiv Moskova karşısındaki Fenerbahçe iyi oynuyor muydu?
Bu sorunun cevabını rakip takım teknik direktörü verdi. “Daha kötüsü de olabilirdi, 2-0 iyi sonuçtur!”
Meali;
Öyle bir top oynadı ki Fenerbahçe, Lokomotiv Moskova takım halinde felç oldu. Tüm pas bağlantıları, atak kurguları, yerleşim, taktik yapıları yok oldu ve bir Avrupa Ligi takımı olmaktan çıkıp, sıradan bir görüntüye büründü.
Tüm karşılaşma boyunca Fenerbahçe’nin dolaştırdığı topu takip edeceğim derken nefes nefese soluksuz kaldı, güçten düştü.
Hele ikinci yarının hemen başında Fenerbahçe Lokomotiv kalesine öyle bir baskı kurdu ki oyunun bu bölümünde gol olmaması tamamen kalecileri Guilherme’nin kişisel başarısıydı.
Fenerbahçe’yi bu kadar üstün kılan ve farklı kılan şey neydi peki?
Lokomotiv takımının iki aydır doğru dürüst maç yapmıyor olduğunu öncelikle not edelim. Rus takımının oyuncularının neredeyse tamamının (Fernandes hariç) onar kilo fazlası var gibiydi.
Sahaya kaptan olarak çıkmış, herhalde tüm dünyada sağ bek kavramının içeriğini değiştiren, ona bambaşka anlam katan Gökhan Gönül faktörünü en başa yazmak gerekiyor sanırım.
Açıkçası maç öncesinde oyunun kilidini Fenerbahçe’nin sol kanadı çözer diye düşünüyordum; çünkü Volkan Şen’in yükselen form grafiği, takıma oturması, takımının da onunla oynamayı öğrenmesinin etkisi olacağını tahmin etmiştim.
Volkan yine
Beşiktaş’ın en önemli ve fark yaratan özelliğinin 3 pasta gole gitmesi olduğunun geçen hafta altını çizmiştik. Ancak Beşiktaş’ın temel zaafının savunmada verdiği derin boşluk ve açıklar olduğu da buna eklemiştik.
Gaziantepspor maçının 1-0’a kadar bölümünde rakibin elde ettiği net pozisyon sayısı Beşiktaş’tan daha fazlaydı; maça golle bile başlayabilirdi. Futbolda gol atabiliyor olmanız önemlidir ve Beşiktaş hızlı hücumlarla bunu başarabilen bir takım olduğu için ligin zirvesinde duruyor.
Kuşkusuz bir de ligin sağlam savunmaya sahip takımları var. Başakşehir herhalde bu sıralamanın en başına yazılacak takımlardan biridir.
Aynı şekilde hafta arası kupa mesaisinde Konyaspor'a karşı alınan sonuç da ortadadır.
Başakşehir sadece iyi savunma yapmıyor, sahaya iyi yerleşiyor bir de Beşiktaş’a ters gelecek türden hızlı hücumlara dayalı bir oyun karakterine sahip.
Bir takımın en zor oturan ve uyum halinde çalışan bölgesi savunmasıdır. Savunma sorunu yaşamayan takımlara baktığınızda öncelikle tandeminde ve kalesinde oynayan oyuncularının kim ve ne yaptığı önem kazanıyor.
Beşiktaş, Avrupa Kupalarının neden dışında kaldı?
Hücumu iyi yapabildiğinden mi yoksa savunmasının dağınık
Türkiye’de genel algı “futbolda gol her şeydir” üzerine kurulmuştur. Çünkü ülkemiz futbolu izlemez, diziliş, oyun kurgusuyla ilgilenmez. Penaltı, ofsayt ile çok ilgilidir, duyarlıdır. Rakipte ya da kendi takımındaki hoşlanmadığı futbolcuyu takip eder. Hakeme bakar.
Bu şekilde izlendiği için de böyle yorumlanır.
Fenerbahçe sezon başından bu yana yeni bir takım olmanın da dezavantajı ile oyun, diziliş ve kadro yapasının yavaş yavaş oturduğu bir takım görünümündeydi.
Elbette teknik direktör Pereira’nın da bu süreçte tercihleri ön plana çıktı, konuşuldu. Burada hepimiz bir şeyler eleştirdik, doğru ya da yanlış!
Şu bir gerçek ki Fenerbahçe göze hoş gelmeyen, sıkıntılı, zor gol atan bir takım oldu.
Ancak Fenerbahçe’nin son on yıldan itibaren kazanmış olduğu (ki biz bunu hafta içinde konuştuk - https://www.milliyet.com.tr/uzay-gokerman-pereira-ne-kadar-basarisiz--2191578-skorer-yazar-yazisi/ ) bir tecrübesi vardı. Fenerbahçe’nin her sezona ait bir senaryosu ve buna bağlı da bir performansı var.
Bu sezon da farklı bir görüntü içinde değil Fenerbahçe…
Resmi rakamlara göre maç fazlasıyla lider; Beşiktaş’ın iki maç eksiği var ve eğer bunları kazanırsa da liderin dört puan ger
Hiç değişmeyecek kuraldır; Fenerbahçe yenildiğinde öncelikle hemen teknik direktörün karnesine bakılır, önceki sezonlardaki başarılı başarısız olmuş teknik adamlarla karşılaştırmaları yapılır.
Bunun tek başına bir anlam ifade etmiyor olduğu göz ardır edilir; esas sorunun sürdürülebilir devamlılık olduğu göz ardı edilir.
Fenerbahçe 2003-2004 sezonundan itibaren ligde sadece 2008-2009 sezonunda ligi dördüncü bitirmiş, bunun dışındaki tüm yıllarda ya birinci ya da ikinci olmuş.
Örneğin bu dönemde Galatasaray ne yapmış; 2010-11 sezonu var ki herhalde hiçbir Galatasaraylı o yılı hatırlamak dahi istemiyordur. Ligi 82 puanla şampiyon kapatan Fenerbahçe’nin 36 puan gerisinde sekizinci tamamlamış. 2008-2009 sezonundaki yeri 5. ve bir sene sonra üçüncü olmuş. 2003-04 sezonunda yeri Fenerbahçe’nin 22 puan gerisinde 6.’lık!
Beşiktaş daha farklı sezonlar geçirmemiş.
2004-2005 ve 2009-2010 sezonlarını dördüncü, 2010-11 sezonunu ise 5. tamamlamış. Galatasaray’ın birinci, Fenerbahçe’nin ikinci olduğu yıllardaysa yeri genellikle üçüncü sırada kalmış.
Baktığımız zaman Fenerbahçe’nin 2003-2004 sezonundan itibaren 12 yıldır bir kadro istikrarı ile devamlılığı olan bir takım görüntüsüne
İstatistik verilere bakıyorsunuz Beşiktaş 602 adet isabetli pas yapmış. Üstelik bunların önemli bir bölümü gole yönelik, rakip ceza sahasına yakın bölgede gerçekleşmiş, hücumda isabetli net pas sayısı da 28-6 olmuş; böyle olunca da sonuç ne oluyor, Beşiktaş üç pas içinde gol atabilecek bir takım haline geliyor.
Kuşkusuz bu da fark yaratıyor.
Zaten tüm takımlar için bu geçerlidir. Hücum bölgesinde gol atacak oyuncuya isabetli pas atabildiğinizde geriye iki seçenek kalıyor ya o vuruşu yapacak oyuncunun becerisi ya kalecinin o an göstereceği reaksiyon.
Beşiktaş tüm bunları yerli yerine koyabildiği için gole dönük bir futbol oynuyor.
Beşiktaş daha kolay gol atıyor.
Dün Gaziantepspor da iyi pas yaptı hatta 1-0’a kadarki bölümde üstün olan taraftı ancak sonuca gidemedi. Son pası vermedi ve en önemlisi kaleci Tolga Zengin dün kalesinde güven veren kurtarışlar yaptı.
Tolga’nın bu kadar gösterişli kurtarışlarına karşın Gaziantepspor kalecisi Alperen altyapıdan çıkmış bir oyuncu görünümündeydi. Yediği birinci, üçüncü ve dördüncü goller bu seviyeye yakışacak türden değildi.
İkinci golde Oğuzhan’ın ceza sahasında dar alanda yaptığı çalımlar tüm Beşiktaşlılar gibi maçı anlatan
Dün akşam Fenerbahçe’nin yenilgisinden çok kalesinde dört gol görmüş olmasıydı sürpriz olan sonuç. Çünkü belli ki Eto’o özellikle bu maça kendisini fazlasıyla hazırlamış, yetmemiş tüm takımı da buna motive etmişti.
Antalyaspor maçın başından sonuna kadar öylesine güçlü baskı uyguladı ve rakibinin topla buluştuğu her yere o kadar çabuk ve çok adamla geldi ki haftalardır Fenerbahçe’nin silah olarak kullandığını çevirip kendisine kullandı ve çabuk hücum organizasyonlarıyla sonuca gitti.
Öyle ki karşılaşmanın son on dakikasında Antalyasporlu oyuncuların bedensel güçleri tükenme noktasına geldiği net olarak görülüyordu.
Bu kadar isteyen bir takımı yenmek için kuşkusuz başka şeyler yapmanız gerekiyor. Elbette başta teknik ekip olmak üzere sakin almayı, panik yapmamayı da becerebilmek…
Oysa Fenerbahçe gol yedikçe daha da kontrolü kaybedip tuhaf ve yanlış şeyler yaptı durdu.
Sezon başından bu yana Fenerbahçe’nin bir türlü oturmayan bir oyun şablonu, dizilişi var; önce Nani ve Diego’yu bir arada oynatmayı denedi uzun süre olmadı. Peşinden üçlü orta alan kurgusuna geçti, bu şekilde kanatlarda Markoviç tarzı hızlı oyuncular gerekti.
Oldu mu?
Fenerbahçe’nin en iyi becerdiği şe
Bir ülkede bilgi öğrenilebilir ve kullanılabilir bir değer haline gelirse orada tartışmalar uzlaşma ile sonuçlanabilir, gelişmeye dönük de yapıcı bir ortam sağlanır; en azından kör döğüşü denen şey olmaz.
Ancak Türkiye bu konularda fazlasıyla fakir bir içeriğe sahip olduğundan ve en temel bilgi seviyesi bile yerince gelişmediği ve olgunlaşamadığından “bir bilene sorma” ihtiyacı en gerekli araçlardan biri haline gelir.
Çok basit bir çıkarımdır; yeterince bilmiyorsan fikir edinmek için sorarsın!
1970’li yılların son çeyreğinden beri bu ülkede maç izliyorum. Her dönem hakemlerin verdiği kararlar tartışılmıştır; “penaltı mıydı, ofsayt mıydı” konuşulmuştur.
Zaten pozisyon ortadaysa gri bölgede duruyorsa herkesin bir fikri olur.
Ancak fikir üretebilmek için bilgi gerekir. O yoksa geriye kanaatler, tuttuğun takıma göre alınan duruş devreye girer.
1970’li yılların sonlarında TRT’nin spor programlarında çok öğretici futbol dersleri olurdu. Taç atışı nasıl yapılır, ne şekilde kullanılırsa nizami olmaz, çeşitli örnekleriyle gösterilirdi. Ofsayt kuralı için tekrar tekrar farklı pozisyonlar ekrana gelirdi.
Yetmez, çeşitli zamanlarda bazı önemli futbolcuların hayat hikâyeleri, o