Çok ilginç bir durum var ortada; tarihin en kötü, kadro mühendisliği hiç yapılmamış, üstelik bir de 9 kişi kalmış bu Fenerbahçe’yi yenemeyen tarihin en iyi Beşiktaş’ı şimdi bu mudur?
Anlamadım?
Ortada bize yutturulmaya çalışılan bilmediğimiz başka bir şey yoksa burada bir tuhaflık olduğu kesin!
Ne olduğunu biliyoruz da yine de sorma gereği duyuyoruz.
Bir de şu tarafından bakalım…
Dün Beşiktaş’ın 9 kişi kalmasına rağmen yenemediği Fenerbahçe’nin sağ kanat savunma oyuncusu yoktu; iki sol ayaklı bekini sahaya sürdü.
İsmali Köybaşı gerçekten çok kötü bir oyun ortaya koydu, karşısında oynadığı Quaresma karşısında neredeyse yok gibiydi, sağından, solundan sürekli geçti de faul bile yapamadı.
Buradan ne anlıyoruz; Fenerbahçe savunmada aslında çok kötü durumda…
Fenerbahçe’nin elinde kalan son hamle olan Kupa’daki dünkü karşılaşmasında sezon boyu devam eden rahatsızlıkların tekrarını izledik.
Fenerbahçe maçlara dağınık, konsantrasyon eksiği ile çıkıyor; büyük maçların aksine. İlginçtir basketbol takımının da buna benzer bir alışkanlığı da var.
Başakşehir bu sezon güçlü takım görünümünde, ligdeki pozisyonu da bunu zaten ispat ediyor. Önceki hafta Galatasaray karşısında alınan 4-0’lık galibiyetin tesadüf olmadığını bize gösterdi ki daha ilk çeyrekte Fenerbahçe karşısında 2-0 öne geçti.
Fenerbahçeli oyuncular durum 2-0’a gelince rakibin kim olduğunu fark ettiler.
Başakşehir’in hatası 2-0’dan sonra daha büyük fark yapabileceklerine yönelik yanılgısıydı; ligin ilk karşılaşmasında olduğu gibi hatta bu maç 2-1’e geldikten sonra oynadığı şekilde takım boyunu daraltıp rakibini sıkıştırabilmeyi başarsa Fenerbahçe’nin sayı bulması güçleşirdi.
2-0’lık skorun rahatlığı ile Başakşehirli oyuncuların dikkat dağınıklığı sırasında Fenerbahçe’nin en güçlü kanadı olan sağdan geliştirdiği atak sonrasında maçı dengeye getirecek gol geldi.
Fenerbahçe’nin sağından söz etmişken Şener’den konuşalım biraz.
Yenilen her iki gol onun savunma zafiyetind
Sportif rekabette psikolojik üstünlük dediğimiz şey bir çok unsurun önüne geçen etkendir. Buna ait çeşitli örnekler gösterilebilir; uzatmayalım. Fenerbahçe, Panathinaikos’tan çok daha iyi olduğunu rakibine kabul ettirdiği geçen hafta Atina’da oynanan karşılaşmalar sonrasında play-off serisi aslında ilk iki maçta sona ermişti.
Ancak üçüncü maçın da oynanması; bu üstünlüğün pekiştirilmesi gerekiyordu.
Ve Fenerbahçe bunu dün gece bir kere daha tüm Avrupa’ya gösterdi.
Sekiz takımın kıyasıya savaştığı play-off mücadelelerinde bir takımın diğerine karşı böylesine net üstünlüğünü göremedik.
CSKA-Baskonia eşleşmesi 3-0 ile sonuçlanmış olsa bile bu kadar net bir üstünlükten söz etmek mümkün değildir.
İlk iki maçın yıldızı ve adamı olan Bogdanovic’in tutuk oynadığı, 11’e karşı 19 top kaybının yapıldığı bu son randevunun üçüncü çeyreğinin sonunda fark zaten 10 sayı olmuştu; son periyotta 20 sayıyı gördük.
Nikola Kalinic bu sene biraz daha büyüdü sanki; ilk beşte çıktığı maçta uzun süre sahada kalmamasına karşın bulunduğu bölümde çok kritik sayılar atarak farkın açılmasını sağladı.
Udoh pota altında Panathinaikos’lu uzunlara korkulu anlar yaşattı. Fenerbahçe rakine karşı 38’e
Türkiye’de 3 Temmuz öncesine kadar iyi kötü bir rekabet ve futbol vardı. Aslında bu rekabetin özü son 25-30 yılda bilinçli olarak bambaşka bir şekle sokulmuştu ya hiç yoktan belli bir seviyede izlenebilir, takip edilebilirdi.
3 Temmuz’un kumpas kurucularını içinde bulundukları o 25-30 yıllık restorasyon kesmemiş olacak böylesine görkemli bir harekete girişmeyi uygun gördüler.
Türkiye 3 Temmuz’u büyük bir coşkuyla karşıladı ve sahiplendi.
Çünkü ortada yıllardır bitmek bilmez ve giderek daha çok güçlenen kin ve nefretin tam da Fenerbahçe üzerine giydirileceği çok güzel bir elbise vardı.
Fenerbahçe’yi sevmeme hatta nefret etmenin bile haklı sebepleri olabilir. Bunlar üzerine polemik yapmak anlamsızdır.
Ancak küçüklük kompleksinin beslediği bu nevrotik halin kontrolden çıkarak eyleme dönüşmesi peşinden geniş kitleleri de etleyecek bir çılgınlığa dönüşmesi başka bir durumdur ki benzerlerini geride bıraktığımız ve halen içinde bulunduğumuz yüzyılda kitlelerin akıl özgürlüklerini terk ettikleri kimi toplumsal hareketlerde görebiliyoruz.
Fenerbahçe son 18 yıl içinde Türkiye’nin tüm spor paradigmasını değiştirecek projeler geliştirdi, işler yaptı.
Dönemin en modern stadyumu
Son yıllarda eşine az rastladığımız bir Galatasaray-Fenerbahçe derbisi izledik.
Karşılaşma öncesinde yaptığımız yorumlarda özellikle milenyumla birlikte sporda/futbolda değişen paradigma sonucu galibiyetlerde tesadüf ya da şans unsurunun geri planda kaldığı, iyi oynayanın kazanmaya yakın olduğunu belirtmiştik.
Dünkü randevu için Galatasaray çok iyi futbol oynadı, demek de doğru olmasa da maç boyunca golü arayan taraftı.
Atak üstünlüğü, pozisyon, topa sahip olma ve onu kullanma; köşe vuruşlarındaki sayı gibi unsurlarda Galatasaray Fenerbahçe’ye karşı öndeydi.
Fenerbahçe bu sezon boyunca çok da görmeye alışkın olmadığımız şekilde defansif oyun anlayışıyla çıkmıştı TT Arena’ya; Şenol Güneş’in ligin ilk yarısında Kadıköy’de yapmaya çalıştığına benziyordu.
Yine sezon boyunca takım boyunun bu kadar kısa kaldığı bir Fenerbahçe olmamıştı!
Galatasaray nasıldı?
Bir kere samimiyetten uzaktı!
İki takımın da sezonda yaşadıkları başarısız sonuçlar ve bulundukları pozisyon nedeniyle heyecanı nispeten daha düşük, gazı kaçmış bir derbi oynanacak TT Arena’da.
Ancak derbiyi her iki takım için çok daha değerli hale getiren etken de yine bu başarısızlıkları oluyor.
Galatasaray olsun Fenerbahçe olsun bir derbi galibiyeti alıp sezonu en azından rakibini yenerek tamamlamış olmanın arzusu içinde.
Peki bu derbinin favorisi kim?
Artık bu cümleyi kuracak yaşa geldim. 40 yıldır bu ülkede futbol izliyorum.
Maçın oynanandığı stadyumların eşit taraftar ile dolduğu 1980’li yıllarda bu derbilerin sonucunu önceden kestirmek zordu çünkü takımların o sezon ne yapmış oldukları, ligdeki pozisyonları, form durumları karşılaşmaya direk etki etmezdi.
Esas mesele maça kimin daha motive olacağıyla ilgiliydi.
1980 ve 90’lı yıllar Fenerbahçe’nin psikolojik üstünlüğü eline geçirip, galibiyet sayısını da rakibine karşı artırdığı bir dönemdi.
Atina’daki eşlemeyi 8 çeyrek üzerinden değerlendirirsek Fenerbahçe’nin Panathinaikos karşısında sadece tek periyotta geride kaldığını görürüz.
Belki de Yunan temsilcisine Play Off’ta şanslı olduğunu hissettirecek, Fenerbahçe’yi karamsarlığa sevk edecek yegane oyunun da işte iki maçlık serinin bu kısmında oynandığını ve bittiğini söyleyebiliriz.
Dün akşam bambaşka bir Fenerbahçe vardı parke üzerinde.
Bir gün arayla deplasmanda, üstelik OAKA gibi rakip takım için gerçek bir basketbol cehennemi olan bir yerde aynı oyunu oynamak hiç de öyle sanıldığı gibi kolay, şansa bağlı değildir.
Açıkçası belki de Obradoviç ve Fenerbahçe takım oyuncuları hariç kimse de bu sonucu bekleyemezdi.
Antic’in psikolojik olarak Yunan temsilcisini ve taraftarını meşgul ettiği bölüm sırasında alınan karşılıklı teknik faul sonrasında Cenk Renda sahaya girip hakemlere doğru ilerlerken Obradovic’in nasıl durdurduğunu dikkat eden var mı?
Obradovic bu salonda yıllarca oynamış bir teknik adam olarak oyunun her kısmında nasıl hareket etmesi gerektiğini bilen gerçek bir lider gibiydi; esas önemlisi Fenerbahçe’nin başındaydı.
Diğer tarafta da Pascual…
Değerli dostum Bozkurt K. Yılmaz ile bu sene Fenerbahçe TV’de Takım Oyunu programını birlikte yapıyoruz. Kendisiyle tanışıklığımız 3 Temmuz sonrasına dayanıyor. Hani “biri bana daha önce kafa yapısı bakımından bir kişiyle bu kadar uyumlu olabileceğimi söylemiş olsaydı güler geçerdim” diye klişe bir söz vardır ya işte o sözü klişe olmaktan çıkarıp benim için bir değere dönüştüren kişidir Bozkurt.
Eylül ayının son iki hafasından itibaren her Perşembe günü bir araya gelerek Takım Oyunu’nun kurgusunu konuştuğumuz zaman aralığı içinde söz etmişti “İslam Çupi Projesinden.”
Bildiğim kadarıyla yola çıkış amacı İslam Çupi’nin daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış yazılarını bir kitap çatısı altında toplamaktı.
Türkiye ilginç bir ülkedir. Özellikle konu Fenerbahçe olunca daha da tuhaf bir hal alır.
Daha önce İslam Çupi’nin yazılarını içeren kitaplar basılmıştı; ilginç olan detay da burada başlıyor. İletişim Yayınlarından çıkan bu kitapların bir özelliği İslam Çupi’nin Fenerbahçe adına yazılmış önemli yazılarını içermemesidir.
Çünkü İletişim Yayınları futbola mesafelidir ve snop bir duruşu vardır. Bu nedenle de özellikle Fenerbahçelilik vurgusunun ön plana çıkacağı yazılardan