Yıllardır Fenerbahçe’nin birçok eksik, yanlış, hatalı tarafını konuştuk durduk; bir kere hatırlıyor musunuz “Fenerbahçe ne gol yedi, adamlar nasıl da yaratıcı bir atak organizasyonuyla golü buldular” şeklinde bir tepki verdiğimizi?
Yediği golü hatırlayalım…
Sağ kanatta takımın en kalabalık olduğu bir bölgede topun havada yere düştüğü anda bir kere fazla sekmesi ile kaçırılan rakip oyuncunun attığı ara pasa koşan diğer oyuncu ters tarafta kademeye giren Fenerbahçe’nin sol kanat bekini yumuşak bir bilek hareketiyle kolayca geçip, üç pasla golü buluyor…
Atağın başladığı andan itibaren peş peşe üç müdahale yanlışı var ve bunlar rakip oyuncunun pozisyon bilgisi ve yeteneğinden kaynaklanan bir durum değil.
Hasan Ali gibi yıllardır Fenerbahçe forması giyen bir oyuncunun bire bir kaldığı pozisyonda savunmanın en temel bilgisini unutup yeni başlayan bir futbolcu gibi rakibin karşısında kalmak yerine onun bilek hareketine aldanarak oyundan düşmesi ve eksilmesi “nereye kadar” sorusunu da ister istemez beraberinde getiriyor.
Hasan Ali’nin bir başka pozisyonda Valbuena’nın boşa açtığı bir organizasyonu rakip kaleciye teslim etmesi oyunun her iki tarafında da tüm tepkileri üzerinde
Aykut Kocaman’ın maç öncesinde forvette yapacağı oyuncu seçimiyle ilgili yorumunu tekrar hatırlayalım.
“Santraforda, tecrübesi yüksek oyuncu yerine pozisyon tecrübesi olan oyuncu kullanacağız.”
Türkiye’de böyle bir cümle kurabilecek kaç teknik adam var; aklınıza ikinci isim geliyor mu?
Bu adam Fenerbahçe teknik direktörüdür.
“Ahmethan’ın genç olmasına rağmen pozisyon tecrübesi var.” Diye oynatıyor.
Pozisyon tecrübesini bugün Fenerbahçe için söyleyebilmek mümkün görünmüyor; ancak zaman, tekrar, çalışma ve özellikle kendine güvenen bir oyuncu topluluğuyla başka bir Fenerbahçe izleyebileceğimizin sinyalini aldık.
Aykut Kocaman 2010 yılında Fenerbahçe’nin başına geçtiği ilk dönem böyle bir hamleyi kuşkusuz yapamazdı. Bugün de ne yaptığını anlayamayan birçok fikrisabite rağmen geride bıraktığımız yılların kazandırdığı tecrübe ve kendine güven ile belki de yedi sene önce kafasında olan modeli hayata geçiriyor.
Gerçekten çok önemlidir!
Sayın Başkan mealen diyor ki “basketbola bu kadar para harcamak aptallıktır!”
Ama işin ucu öyle değil işte…
Mesela 3-4 milyon euroya bir takım kuruyorsun, sezon boyunca en fazla 50 maç falan izliyorsun.
Oysa 25-30 milyon euro harcadığında üzerinde 20-25 maç daha yapan bir takımın oluyor; üstelik Avrupa’nın birinci sınıf takımlarıyla bir arada oluyorsun, onlarla final four’lar falan yapıyorsun.
Şampiyon oluyorsun!
Bu kadar mı?
Hayır!
Üzerine herbiri başka bir senaryoya sahip 75-80 maç yapıyorsun.
Karşılaşmanın son 8 saniye kala hücum setiyle zar zor uzatmaya taşındığı yanılgısından hareket ederek; “Fenerbahçe 25-30 milyon eurolar harcayarak takım kuruyor, 3-5 milyon euro ile Beşiktaş takımı Euroleague Şampiyonuna parkeyi dar ediyor” genel kanısına sahip basit düşünemeyi alışkanlık haline getirmiş bir spor kamuoyumuz var.
Onların içinde barınan bir takım yorumcuların buna “basket geyiği” adını verdiğini de görüyoruz, kuşkusuz şaşırmıyoruz.
Spor dediğimiz şeyi sadece futbol penceresinden bakarak gören, onu da beceremeyen, rekabet, sportif ruhtan bihaber anlayışın zaten bize neler yaşattığını geçen hafta Milli Takım özelinde yaşadık gördük.
Geçtiğimiz senelerde meseleyi “salonu doldurur sana cehennemi yaşatır ve kazanırım” şeklinde değerlendiren ve Obradovic’e saha ortasında “beni dolu tribünler önünde asla yenemezsin” diye kafa tutan Ergin Ataman’ın bu sezon Euroleague ve Basketbol Ligimizde yaşadığı hüsran ve son ortadadır.
Dün akşam Akatlar’da dolu tribünler önünde karşılaşma dört defa durdu ve sonuncusunda da boşaltıldı.
Üstelik dördüncü sefer durmasına Beşiktaş’ın kenar yönetiminin bir sporcunun terini silmek için bir kaç saniye beklemesine gösterdiği
Bu sezona dair bir kaç olayı tarihe not düşmek gerekiyor.
Belki yazarken daha iyi anlar, okurken görmediğimiz bir şeyler varsa bunu değerlendiririz.
Çok çarpıcı üç tuhaf olayı konuşacağız.
Galatasaraylı yönetici Nasuhi Sezgin Antalyaspor ile oynanan ve kazandıkları bir karşılaşma sonrasında “takımın geçmiş dönemde bilerek ve telkinle maçlar kaybetmiş olduğunu” ağzından kaçırdı.
Açıklamanın bir ironi ya da ima ile yakından uzaktan ilgisi yoktu.
Vücut dili itibarıyla espri de yapmıyordu. Zaten ortada “fol” ve yumurtanın olmadığı bir yerdeydiler.
Ha bu arada fol nedir, bir fikri olan var mı?
Küçüklüğüme dair tarihlerde babam evde kanarya beslerdi. Zaman zaman da onları çiftleştirirdi. Yuva olarak kafesin yanına yerleştirilen yerin içine yalancı yumurta koyduğunu hatırlıyorum. İlk defa o zaman duymuştum. Yalancı yumurta hem dişi kanaryaya yumurtlayacağı yeri gösteriyor hem de onu motive ediyordu.
Takım sporları bireysellere nazaran geniş kitleler tarafından bilinen ve oynanabilen oyunlardır. Bu nedenle izleyici/taraftar kendisini rahatlıkla sahadaki oyuncunun yerine koyabilir, onunla bütünleşebilir; yaptığı şeyi daha fazla eleştirir, beklentileri de yüksektir.
Futbol kuşkusuz bunların içinde en kolayı, anonim olanıdır.
Kitleler futbol sahasındaki oyuncu ile çok daha yakın ilişki kurarlar.
Kuşkusuz bir başka ilişki de eğitim seviyesiyle ilgilidir; dünya coğrafyasının görece eğitim seviyesinin daha düşük kesimleri futbola yakın ilgi duyarlar; 1998 Dünya Şampiyonu Fransa’nın neredeyse tüm kadrosu Fransa’nın gettolarında yaşayan 3. dünya dediğimiz yerlerden gelen ailelerin çocukları arasından çıkmıştır.
Brezilya, Arjantin’deki ilişki yıllardır bu şekilde devam etmektedir. Ülkenin en yoksul ailelerinin çocukları kenarda köşede futbola tutunup buradan bir umut beklentisi içindedirler.
Basketbol öyle değildir.
Geçen gün Yılmaz Özdil’in Bobby Dixon ile yazdığı çarpıcı yazıda bile bu net olarak ortaya çıkmaktadır. (*)
Dixon hayatını basketbol oynayarak devam ettirebilmesinin yolu Alabama’daki Troy Üniversitesi’nden aldığı bursa bağlıydı.
Bütün bir sezonu Fenerbahçe’nin başarısına susamış tribünler “bu dünyayı yakarız senin için şampiyonluk gelince!” diye hep bir ağızdan bağırıyorlardı.
O sapsarı güzel tribünler hava topuyla başlayan görkemli desteğini hiç susmaksızın maç boyunca sürdürüp Fenerbahçe’nin gerçek 6. Numarası haline gelirken, parkede ter dökenler kadar oyunun içindeydiler.
Dün Kalinic’i görünce ciddi ciddi kendimi Obradovic’in ellerine teslim ederek 48 yaşında tekrar basketbola dönmeyi bile düşündüm.
Kalinic’in geldiği aşamayı başka türlü açıklamak gerçekten çok zor.
Euroleague Şampiyonluğu için herkesin büyük emeği var; ancak dünkü karşılaşma özelinde konuşmak gerekirse devre tamamlandığında Kalanic ile ilgili çok ilginç ve değerli bir istatistik vardı; tüm atış seviyelerinde %100 ile oynamıştı ve aynen Real Madrid savunması gibi Olympiakoslular da onu unutunca daha ilk periyotta maçı bitiren katkıyı çoktan yapmıştı.
Çalışma, üzerine koyarak büyüme, ilk beşin ve tüm maçın vazgeçilmezi olma denilen şey Kalinic’te anlam buluyor.
Evet tüm takım katkı verdi; ancak şu bir gerçek ki Fenerbahçe’ye transfer olduğunda mesela Antic, Kostas gibi Euroleague’te şampiyonluk yaşamış, Bogdanovic kadar
Karşılaşmanın sonlarına doğru Fenerbahçe tribünlerinden şöyle bir tezahürat yükseliyordu;
“İşte böyle, her sene böyle Real Madrid’e…”
Nasıl ya? Kim, Real Madrid mi?
200’ün üzerinde ülkede yayınlanan ve ‘Real Madrid markası’ nedeniyle muhtemelen beş yüz milyon ile bir milyar arasında kişinin ilgisini çeken, Avrupa’da istisnasız tüm basketbol severlerin takip ettiği bu büyük spor olayının son üç senedir yükselen markası olan Fenerbahçe, Real Madrid’i gerçekten sıradan bir takım haline getirivermişti işte!
Bu sezonun başında oynanan hazırlık maçını da sayarsak dört karşılaşmada üç galibiyet alan, geçen sene Play-offlarda 3-0’lık seri ile Real Madrid’e asla unutamayacağı hatıralar yaşatan Fenerbahçe dün de İspanyol rakibini çaresiz bir duruma düşürdü.
Geçen sezondan kalma hesap nedeniyle bu yıl son topa kalmadan ilk çeyrekte işi bitirme kararlılığında bir Fenerbahçe izliyoruz.
Öyle ki iki sene önce Madrid’deki turnuvada ve geçen sene finalde maça ve sonuca etki etmiş hakem kararların bile durduramadığı bir Fenerbahçe var parke üzerinde.
Final Four’un dünkü randevusunda başta İtalyan Lamonica olmak üzere hakem triosu başa baş gidebilecek bir karşılaşma olsa rahatlıkla