Türkiye’de 3 Temmuz öncesine kadar iyi kötü bir rekabet ve futbol vardı. Aslında bu rekabetin özü son 25-30 yılda bilinçli olarak bambaşka bir şekle sokulmuştu ya hiç yoktan belli bir seviyede izlenebilir, takip edilebilirdi.
3 Temmuz’un kumpas kurucularını içinde bulundukları o 25-30 yıllık restorasyon kesmemiş olacak böylesine görkemli bir harekete girişmeyi uygun gördüler.
Türkiye 3 Temmuz’u büyük bir coşkuyla karşıladı ve sahiplendi.
Çünkü ortada yıllardır bitmek bilmez ve giderek daha çok güçlenen kin ve nefretin tam da Fenerbahçe üzerine giydirileceği çok güzel bir elbise vardı.
Fenerbahçe’yi sevmeme hatta nefret etmenin bile haklı sebepleri olabilir. Bunlar üzerine polemik yapmak anlamsızdır.
Ancak küçüklük kompleksinin beslediği bu nevrotik halin kontrolden çıkarak eyleme dönüşmesi peşinden geniş kitleleri de etleyecek bir çılgınlığa dönüşmesi başka bir durumdur ki benzerlerini geride bıraktığımız ve halen içinde bulunduğumuz yüzyılda kitlelerin akıl özgürlüklerini terk ettikleri kimi toplumsal hareketlerde görebiliyoruz.
Fenerbahçe son 18 yıl içinde Türkiye’nin tüm spor paradigmasını değiştirecek projeler geliştirdi, işler yaptı.
Dönemin en modern stadyumu 2005 yılında çoktan hazırdı.
Galatasaray’ın 2011, Beşiktaş’ın 2016, Trabzonspor’un 2017 yılında benzerine ancak devlet yardımlarıyla kavuşabildiği göz önünde bulundurulursa bakış açısındaki fark ortaya çıkar.
Fenerbahçe’nin sahip olduğu kapalı spor salonu 2012 yılında hizmete girdi ve halen bir benzerini rakipleri yapamadı. Fenerbahçe o salonda son üç sezondur Euroleague şampiyonluğu için mücadele ediyor.
Fenerbahçe’nin futboldakine oranlar basketboldaki başarısı bir fenomen olarak izleniyor. Sanki aynı Yönetim değilmiş gibi; mesele Fenerbahçe Yönetimi değil, Türkiye gerçekleridir. Türkiye’nin sadece futbol üzerinden operasyon yapan o karanlık zihniyeti henüz basketbolu idrak edemediği ya da basketbol kitleler üzerinde henüz belirleyici seviyeye gelemediği için oraya el atamadıklarında Fenerbahçe orada biraz daha rahat nefes alarak, kumpaslardan uzak mücadele edebiliyor.
Geçen hafta itibarıyla tapusunu da aldığı Topuk Yaylası Tesisleri kimi spor yazarları tarafından ne anlama geldiği kavranılamayacak olsa da müthiş bir planlama ve yatırım örneğidir.
Fenerbahçe’nin yönetim anlayışı modern ve çağı yakalamış bir anlayışın ürünlerini sergilemiştir.
Bu süreç boyunca yaptıklarıyla övünürken belki dozunu kaçırmış, diğerlerini dışlayıcı davranış şekli zaten sahip olamamanın verdiği bu küçüklük kompleksini daha da beslemiş olabilir; buradan nefret de çıkabilir. Fenerbahçe’nin sevilmemesini anlamak çok zor değildir.
Fenerbahçe Yönetimi’nin yapmadığı bir başka şey, süreç içinde kendisiyle birlikte hareket edecek bir Medya grubu yaratamamış olması; aksine her yıl biraz daha mesafe koyarak onlardan uzaklaşmasıydı.
Medya dediğimiz şey haberle beslenir.
Yıllarca Fenerbahçe haberi bu ülkenin en çok kazandıran unsuruyken tüm kapıların Madya’ya kapatılması Fenerbahçe nefretinin bu güçlü yapıya da bulaşmasına neden oldu.
Bugün Medya’da olup, Fenerbahçe olduğu bilinenlerin önemli bölümü bu duyguyla çalışıyor.
Çünkü Fenerbahçe onları artık beslemiyor.
Böyle bir ortamda Fenerbahçe’yi hedef alacak ve yönetimini yıkacak 3 Temmuz gibi bir hareket kuşkusuz Medya’daki bu unsurları da etrafına topladı.
3 Temmuz Türkiye’de değişmeye başlayan sportif paradigmanın iflasıydı.
3 Temmuz’da bu ülkede spor medyası, spor gazeteciliği, haberciliği öldü. Onun yerini nefretin beslediği sportif rekabete çok ciddi zarar veren bir anlayış geldi.
Bu anlayışın bugün bayraktarlığına soyunanlar ellerinde kalanla medyacılık, gazetecilik, habercilik yapmaya çalışıyor.
Pazar günü Türkiye’nin en eski ve ezeli rekabetlerinden biri vardı TT Arena’da.
Şenol Güneş’in temkinli olmaktan çatlayacak kendi takımına güvenmediği lig yarışında Beşiktaş’ın çoktan kopup şampiyonluk için bir kaç hafta saydığı bir ortamda sezonun tamamını iç sorunlarıyla geçirmiş Galatasaray ve Fenerbahçe kazanına bir günlük huzur vermenin ötesinde hiçbir anlamı olmayan bir maça çıktılar.
Galatasaray’ın da Fenerbahçe’nin de splortif anlamda bu sezon neye karşılık geldiği ortadadır.
Öyle olmasa Nisan ayının ortasında Beşiktaş ile 11-15 puan farklar olur muydu?
Peki ne bekliyorduk acaba?
Real Madrid-Barcelona maçı benzeri görkemkli bir futbol şöleni mi?
Bu ülkede sportif rekabetin içine karanlık ellerin müdahale ettiği dönemde dahi ortada hiçbir şey yokmuşçasına laboratuvar ortamında Türkiye gerçeklerinden uzak, belki de o karanlık ellere hizmet ederecesine sportif yorum telaşında olanlar acaba ne vermişler Pazar günü ne bekliyorlardı da futbolu beğenmediler hatta Fenerbahçe’nin oyununu küçültmeye, dalga geçmeye kadar vardırdılar.
Esas dalga geçilecek, küçümsenecek bir şey varsa o da her şey olup biterken ıslık çalarak gezinenlerin o günkü halidir.
Samimi değilsiniz!
Sorunun yarattığı bir ürünseniz zaten çözümün bir parçası olmanız da mümkün değildir.
Biz biliyoruz.