100 yıl önce bugün Meclis açıldığında Türkiye’de İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan askerlerinden oluşan 200 bin kişilik istila ordusu bulunuyordu. Bu sayılara, doğudaki Ermeni ordusu, Batı Anadolu’daki Rum, Ermeni ve Müslüman çeteleri ile işgalcilerle birlikte hareket eden isyancılar dâhil değildi. İngiliz, Fransız ve İtalyanlar İstanbul’u; Fransızlar Adana’yı; Güneydoğu’da İngilizler Urfa, Maraş ve Gaziantep’i; Güneyde İtalyanlar Antalya ve Konya’yı; Karadeniz’de İngilizler Samsun ve Merzifon’u; Yunan ordusu da Batı Anadolu’yu işgal etmişlerdi.
İşte, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Milli Mücadele’yi yürütmek ve İstiklal Savaşı’nı yönetmek için TBMM’yi bu koşullarda açmışlardı. Ankara’daki marangozların yaptığı Meclis kürsüsünde işgal nedeniyle siyah örtü vardı. Isınmak için ortada bir soba kurulmuş, vekillerin oturmaları için Ankara Öğretmenler Okulu’ndan öğrenci sıraları getirilmişti. Aydınlatma için de kahvelerden alınan petrol lambası
Silahlı Kuvvetler Kovid-19’a karşı aldığı tedbirleri en üst seviyeye çıkartırken, bir yandan da tüm hızıyla sürdürülen yurt içi ve sınır ötesi operasyonlarla terör örgütü PKK’ya nefes aldırmıyor. Yani TSK görünen ve görünmeyen düşmanlara karşı amansız bir mücadele içinde… Dahası görünmeyen derken, bu sadece koronavirüsle de sınırlı değil, bir de görünen düşman terör örgütleri PKK/YPG/PYD ve radikal dinci HTŞ’nin arkasındaki ABD ve İsrail başta olmak üzere bazı ülkeler de var. Onlar da kendileri dâhil tüm dünyanın koronavirüs şoku yaşadığı şu günlerde dahi terör örgütlerini kullanarak kirli oyunlarını sürdürüyorlar. Dolayısıyla da TSK’nın kontrolündeki bölgelere zaman zaman sızma girişimleri oluyor, hatta yurt içinde kıpırdanmalar yaşanıyor. Tabii, anında da gereken yanıtı alıyorlar. Aynı durum Esad güçleri ve arkasındaki Rusya için de geçerli... Yaşanan bu gelişmeleri Genelkurmay İstihbarat eski
Koronavirüsten günlük ölüm sayıları 5 binlere ulaşan ABD’deki ilk vaka 21 Ocak 2020’de Çin’in Vuhan kentinde yaşanan birkaç olağandışı zatürre (pnömoni) vakasını Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) bildirmesinden yaklaşık üç hafta sonra ortaya çıktı. Bu virüsün oluşturabileceği tehdidin farkında olarak birçok eyalet önlem aldı ve salgına hazırlandı. Ancak Trump bu duruma uygun şekilde karşılık vermekte başarısız kaldı. Çünkü ciddiye almadı ya da “Biz bunu yeneriz. Teknolojimiz, hastanelerimiz çok güçlü” gibisinden bildik laflar etti. Bugün gelinen nokta ise malum. Kovid-19 salgınının merkez üssü konumundaki ABD hem vaka hem de ölüm sayılarında tüm dünyanın zirvesinde bulunurken, Trump, sorumluluğu başkasına yıkmak için hamleler yapıyor. Çin’i virüsü yaymak, DSÖ’yü de pandemi kararını geciktirip Çin’i kollamakla suçluyor. Bu bağlamda da Amerikalı avukatlar Çin hükümeti, Çin
Türkiye’de tespit edilen ilk koronavirüs vakasının açıklandığı 11 Mart 2020’den bu yana giderek artan oranda vaka sayısı ve korona nedenli ölümler görüldü, görülüyor. İlk verilere göre yapılan yorumlar da artış hızının İtalya ve İspanya’nın aynı dönemine oranla daha yüksek olduğu yönündeydi. An itibarıyla bulunduğumuz noktayı ise Sağlık Bakanı Koca, “Vaka artış hızı inişe geçti, ölüm artış hızı yavaşladı” diye açıkladı. Evet, total olarak bakıldığında vaka ve ölen hasta sayısı artmış durumda ama İtalya, İspanya hele de ABD’de benzeri oranda asla değil. Örneğin, toplam vakalar içindeki ölüm oranında İtalya yüzde 12.7, İngiltere 12.5, Fransa 10.8 ve İspanya 10.3 görünürken, Sağlık Bakanlığı’nın resmi verilerine göre, Türkiye’deki toplam vakalar içinde ölüm oranı bir süredir yüzde 2.1 gibi bir oranda seyrediyor. Yani virüse karşı mücadelede çok “pozitif” gelişmeler söz konusu. Bunu net olarak görmemizi sağlayan
Koronavirüsün yayılma hızını kesmek amacıyla hafta sonu uygulanan 48 saatlik sokağa çıkma yasağı ve yasak öncesi iki saatlik zaman dilimindeki şok görüntülerin olumlu ya da olumsuz etkileri önümüzdeki günlerde anlaşılacak. Şu anki veriler ise vaka sayısının, test sayısındaki artışla birlikte öngörülebilir düzeyde arttığı yönünde. Hatta son 10 günlük istatistiklere göre günlük test ve vaka oranı yüzde 15 ile 20 arasında aşağı yukarı sabitlenmiş gibi. Aynı durum günlük ölüm oranı içinde geçerli. O da yüzde 2-2,15’lerde. Yani alınan tedbirlerle şu an itibarıyla iyi bir trend yakalanmış görünüyor ve verilerin böyle seyretmesi durumunda Türkiye’nin virüsle mücadelede önemli bir mesafe alması söz konusu ki bu konuda yapılan araştırmalar da var. Örneğin koronavirüsün mart ayındaki yayılım hızına ve alınan önlemlere bakarak ‘Ne olacak?’ sorusuna cevap niteliğinde 3 farklı senaryo hazırlayan ve nisan ayındaki gelişmelerle de bunu revize eden
Dünyayı sarsan korona-virüs ile ilgili en çok merak edilen konu, salgının ne zaman biteceği ve hayatın ne zaman normale döneceği... Buna şu an itibarıyla kimsenin vereceği net bir yanıt yok. Aşı ve ilaç konularında umut verici haberler, gelişmeler var ama bunların da belli bir zaman alacağı açık. Yani koronavirüsün kökünü kazımak uzun sürecek dünyada da ülkemizde de... O nedenle de ülkeler salgınla uğraşırken bir yandan da hızla normal yaşama geçiş planlamaları yapıyorlar. Hatta virüs dünyada yayılmaya ve can almaya devam ederken şimdiye kadar aldıkları sıkı tedbirleri gevşeteceklerini açıklayan bazı ülkeler de var. Dolayısıyla, böyle bir sürece ilişkin de farklı öngörüler söz konusu. Özellikle de virüse bağışıklığı olanların dünyada ön plana çıkacağı üzerine. Örneğin dün konuştuğum bilim ve iş dünyasından birçok ismin kesiştiği ortak nokta şuydu:
“Mesela Londra Borsası, New York Borsası açılacak mı? Burada, kim nasıl işlem yapacak? Borsalar tıkış tıkıştır, buraya kimleri
Tüm dünya koronavirüs salgınına karşı büyük bir mücadele yürütürken bilim insanları da virüsün RNA’sı ve yayılım özelliklerine odaklanmış durumda. Bu bağlamda da dedektif gibi iz sürerek hangi ülkelere nasıl yayıldı, ne kadar mutasyona uğradı, ülkeler arasında virüsün etkileri açısından farklılıklar var mı gibi birçok soruya yanıt arıyorlar. Çünkü bu konuda değişik örnekler söz konusu. Hem virüsün hedef kitlesi hem de semptomları ve sonuçları açısından. Nitekim Sağlık Bakanı da son açıklamasında “Çin’den gelen ilk veriler sadece daha çok yaşlıları tutan bir hastalık gibi izlenim bırakmıştı. Şu anda her yaşta olağanüstü bir hızla bulaşabilen bir virüsle karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz” sözleriyle bu noktaya dikkat çekti. Dolayısıyla da salgının başladığı ilk günlerde koronavirüsle ırkların genleri arasındaki bağlantı tartışmaları gibi şimdilerde de virüsün yayıldığı ülkelere göre değişen formuna, çeşitlerine dönük
Koronavirüsü salgınıyla mücadelede ABD ve AB ülkelerinin çöken sağlık sistemleri kadar Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün müdahalede neden geç kaldığı da tartışılıyor… Özellikle de Kovid-19 salgınının henüz dünyaya yayılmadığı 23 Ocak’ta hastalığın “küresel salgın” olarak ilan edilmesi çağrılarını reddetmesi nedeniyle… Bu bağlamda ürkütücü iddia da şu:
Çin’in üretimi ve ticareti etkilenmesin diye bilinçli olarak pandemi ilan edilmedi...
Yani tüm dünyanın sağlığından sorumluyum diyen DSÖ Çin’in ekonomik çıkarları için insanları feda etti. Dolayısıyla DSÖ’nün Etiyopyalı Başkanı’nın güvenilirliği de hedefte. Nitekim bu konuda Japonya Başbakan Yardımcısı’nın “DSÖ Dünya Sağlık Örgütü mü yoksa Çin Sağlık Örgütü müdür?” gibisinden eleştirileri de oldu. Yine birçok ülke ve kuruluştan da tepki geldi. Gerçekten olabilir mi? DSÖ böyle bir