Dünyada her gün genelde hükümetleri, askeri tesisler ve firmaları hedef alan siber saldırılar yaşanıyor. Bunların ardında kimlerin olduğu ise ya bulunamıyor ya da bu izinin sürülmesi, aylar veya yıllar alabiliyor. Genelde saldırılar zayıf noktaları keşfetmek ve bu noktaları kullanıp ne kadar zarar verebileceğini denemekten keyif alan bilgisayar korsanları kaynaklı deniliyor ancak devletlerin hedefli siber saldırılar yaptıkları da biliniyor. Örneğin bunlar arasında en çok yankı bulanlardan biri,10 yıl önceki İran’ın nükleer tesislerini hedef alan “Stuxnet” virüsüydü. Bilgisayar ortamındaki bu saldırı İran’ın nükleer tesislerindeki uranyum zenginleştirme sürecinde santrifüjlerin frekanslarını manipüle ederek sistemi devre dışı bırakmıştı. Ve bu virüsün ABD gizli servisi Ulusal Güvenlik Kurumu(NSA) ile İsrail ajanları tarafından geliştirildiği anlaşılmıştı. Yani planlı bir “siber operasyon” söz konusuydu. Dolayısıyla da o günden bu yana Ortadoğu’da İran ve İsrail arasında süren, son dönemde de tırmanan bir “siber
Türkiye’nin desteğiyle Libya’da üstünlük sağlayan Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti, yani Sarrac yönetimi uluslararası camia tarafından “meşru” yönetim sayılmakla beraber, birçok ülke bu yönetime karşı savaşan General Hafter’in güçlerine destek veriyor. Bunların başında da Rusya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa var. ABD ise özellikle Rusya’nın Hafter’e savaş uçağı gönderme hamlesine karşı yaptığı çıkışla şu an Sarrac’ı destekliyormuş havası verdi ama bu Hafter ile de temasının olmadığı anlamına gelmiyor. Yani ABD, eskilerde kendisinin doğrudan kullandığı ama şimdilerde ise Rusya’nın adamı ya da Libya’daki vekâlet savaşçısı pozisyonundaki Hafter’le de bağını koparmış değil. Dolayısıyla, Libya’daki karmaşık görüntüyü daha da flulaştıran soru şu:
Yıkılmadan önce Sovyetler Birliği’nde askeri eğitim gören ama daha sonra ABD saflarına geçen ve CIA adına hizmetler(!) veren Hafter şimdilerde gerçekte kimin adamı? Silah ve savaşçı desteği
Koronavirüs salgını ABD ile Çin arasındaki gerilimi tırmandırdı. İki ülke de özellikle koronavirüs salgını olmak üzere her konuda birbirini suçluyor. Buna ABD ile Çin arasında yaklaşık üç yıldır karşılıklı hamlelerle devam eden ticaret savaşının hepten düşmanlığa dönüşme olasılığı barındıran bir süreç de denilebilir. Yani korona teyakkuzundan yeni normal yaşama geçişin başladığı şu günlerde sözü edilen değişimden ziyade eski dünya düzeni havası var. Özellikle de küresel liderlik çekişmesindeki başat güçler için değil ama bazı ülkeler arasında yaşanma olasılığı yüksek saldırılar, iç savaşlar, başkaldırılar gibi riskler açısından. Çünkü ABD bir yandan Çin’i NATO’nun gündemine getirirken, diğer yandan da Japonya, Güney Kore, Tayvan, Endonezya, Malezya gibi müttefikleri ve deniz gücü ile Pasifik’te Çin’i çevreleme stratejisi güdüyor. Çin de bu kuşatmayı yarmak için çalışıyor. Bu
Koronavirüs salgını günlerinde Fırat’ın doğusu ve batısındaki İdlib ile Libya’da hızlanan ABD’nin tezgâhlarını İstanbul Aydın Üniversitesi öğretim üyesi, emekli Tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu anlattı.
Koronavirüs günlerinde iki ayrı ABD’ye tanık olduk, oluyoruz. Biri virüsle mücadelede çaresiz kalan, sağlık sistemi herhangi bir biyolojik savaşa veya böyle bir pandemiye hazır olmayan ve 100 bine yakın vatandaşını kaybeden; diğeri kendi kıtasının, coğrafyasının dışında ulusal çıkarları yönünde uyguladığı politikalarda hiçbir geri adım atmayan, mevzi değiştiren ama esas hedefte hiçbir sapma yapmayan, dolayısıyla da masum insanların kanına girmeye devam eden Amerika... Mesela terör örgütü PKK/YPG, ABD’nin verdiği silahlarla Afrin’de, Barış Pınarı Harekâtı bölgesinde saldırılar düzenliyor, oradaki sivil halka eylem yapıyor. İdlib’de de El Nusra’yı, DAEŞ’i, HTŞ’yi ya da başka terör örgütlerini kullanan ABD sürekli hem TSK’yı yıpratmak hem de Rusya’nın bölgedeki
Koronavirüs salgınından küresel güçler başta olmak üzere tüm ülkeler kadar, istihbarat dünyası adına da çıkarılacak dersler var. Çünkü askeri anlamda güvenlik, manipülasyon, ülkeleri içten ele geçirme ya da kontrol etme konusundaki faaliyetlerde son derece aktif olduğu bilinen istihbarat servisleri koronavirüs hakkında bilgilendirme ve tehdit değerlendirmesi yaparak ülkeyi yönetenleri durumun ciddiyeti konusunda uyarmak konusunda sınıfta kaldılar.
Evet, ABD istihbaratı CIA’nın Çin’de patlak veren koronavirüs salgınıyla ilgili rapor hazırlayarak uyardığı ancak Trump’ın bunu ciddiye almadığı gibisinden haberler çıktı ama sadece o kadar. Bu bilgilere dönük yalanlama da olmadı, pek fazla detay da duyulmadı. Şimdilerde süren ABD istihbaratının Çin’in siber saldırılar düzenleyerek koronavirüs aşısı ve tedavisine yönelik çalışmalar yürüten laboratuvarlardaki hassas bilgileri çalmaya çalıştığı iddiaları da tam anlamıyla bir algı yönetimi ve dezenformasyon
ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon)’un son raporundaki sdg ismini kullanan YPG/PKK terör örgütüyle ilgili yaptığı tespitler tam anlamıyla itiraf niteliğinde. Hem Silahlı Kuvvetlerin Suriye’de yaptığı Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarıyla ağır darbe alan terör örgütü PKK/YPG’nın belini doğrultamadığı hem de terör örgütünün, kontrol ettiği bölgelerde, kendisi gibi düşünmeyen Araplara yaşama hakkı tanımadığını kabullenmesi açısından. Çünkü her iki harekâtta PKK/YPG’nin işgali altında bulunan bölgelerin özgürleştirilmesi bakımından, hayati önem taşıyordu. Terör örgütü baskı ve tehditle kendinden olmayanların evlerini ve yurtlarını terk etmelerine sebep olmuştu. Çocuklarını ellerinden zorla alarak terör örgütüne katılmaya zorlamış, kabul etmeyenleri öldürmüştü. Yani etnik ayrımcılık yapıyordu ama ABD bunu pek görmek istemiyordu şimdilerde ise bunu resmen kabullenmiş durumda. Hatta rapordaki Arap aşiretleriyle PKK/YPG’nin ilişkisine dair ABD
Libya ile yapılan Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması’yla Doğu Akdeniz’deki bütün dengeleri değiştiren Türkiye şer ittifaklarına karşı sahada üstünlük kazandı. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Doğu Akdeniz’de saf dışı bırakma planları, oyunları bu hamleyle altüst oldu, çöpe gitti. Ancak Atina yönetimi kendisinin ve tüm dünyanın koronavirüsten kırıldığı şu günlerde dahi Türkiye karşıtı adımlarına devam ediyor. Örneğin, daha birkaç gün önce Yunanistan ve GKRY, Doğu Akdeniz konusunda Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile diyaloğa girmek yerine, konuyla ilgisiz bölge dışı aktörlerle Libya konusuna yine burnunu soktu. Daha doğrusu, sokmaya çalıştı ve anında da Türkiye ile Libya’dan gereken yanıtı aldı. Bu arada da Türk Dünyası Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nin 100’den fazla STK ile birlikte Yunanistan’ın bir oldubittiyle başlattığı ve on yıllardır sürdürdüğü Ege adalarındaki işgalini
Türkiye’nin yaşadığı en ufak olumsuzluğu bile fırsat bilen Fetullahçı Terör Örgütü küresel bir salgın olarak karşımıza çıkan koronavirüsü dahi fırsata çevirmeye çalıştı, hâlâ da çalışıyor. Özellikle de Türkiye’nin mücadeledeki başarısını karalamaya dönük sosyal medya üzerinden yaptıkları manipülatif içerikli faaliyetleriyle. Tabii bu sinsilik ve alçaklığın bir boyutu. Bunun bir de koronavirüsü bahane ederek tutuklu örgüt mensuplarını tahliye ettirme girişimleri ayağı da var. Yine koronavirüs salgını nedeniyle soruşturmaların akamete uğraması da FETÖ’cüler açısından arayıp da bulamayacakları bir başka fırsat yaratmış durumda. Dolayısıyla da FETÖ’cüler her türlü kirli tezgâhlarına devam ediyorlar. Dün bu durumu Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski başsavcısı, emekli Albay Ahmet Zeki Üçok’a sordum. Öncelikle de tüm dünyanın olduğu gibi Türkiye’nin de koronavirüse odaklandığı süreçteki