Pençe-Kaplan Harekâtı kapsamında Irak’ın kuzeyinde terörist temizliği ve sığınak imhaları devam ediyor. Sıcak gelişmeler de bakanlık tarafından açıklanıyor. Buna göre an itibarıyla terör örgütüne ait 500’den fazla hedef imha edildi. Ancak bu harekâtı sadece dağdaki teröristleri hedef alma açısından görmek eksik kalır. Çünkü bu eskilerdekinin aksine, bölgede kalıcı olunması nedeniyle son derece stratejik ve jeopolitik önemi de olan, çok kapsamlı bir harekât. Özellikle de Haftanin’in konumu ve işlevi dikkate alındığında. Şöyle ki; Haftanin dağa çıkan ya da kaçırılan erkek-kız çocuklarının toplandığı ve örgütle tanışıp, askeri eğitim aldığı bir kamp. Aynı zamanda da kaçak sınır ticaretinin yanı sıra en önemli lojistik merkezlerinden biri. Burada eğitim alan teröristler Türkiye ya da Suriye’ye gönderiliyor. Dolayısıyla, Haftanin sadece bugün değil 1984’ten bu yana PKK’ya karşı çeşitli tarihlerde önceleri “girdi-çıktı” halinde kısa
TSK, bölücü terör örgütü PKK’nın Kuzey Irak’taki terör yuvalarını yok etme kararlılığını “Pençe” harekâtlarıyla bir kez daha gösterdi, gösteriyor. Tabii bu arada istihbari başarı, askeri güç ile teknoloji konusundaki imkân ve kabiliyetini de... Şöyle ki önce son dönemin en büyük hava operasyonu Pençe-Kartal kapsamında MİT-TSK senkronizasyonuyla tek tek belirlenen 81 hedef nokta atışlarıyla imha edildi. Dün de Pençe-Kaplan operasyonuyla bölgede belirlenen 150 hedef havadan ve karadan vuruldu, ardından da uçar birlik harekâtıyla terör yuvası Haftanin’e Türk komandosu yağdı, diğer unsurlar da karadan sızdı. Hem de bölgede cirit atan ve alenen PKK’yı koruyup, kollayan CIA, MOSSAD’a rağmen. Yani MİT ve TSK öyle gizli, öyle seri hareket etti, ediyor ki ABD ve İsrail ajanlarının dahi haberi olmadı, olmuyor. Dolayısıyla da TSK’nın operasyonları sadece bölücü terör örgütüne, teröristlere değil, onları koruyan, kollayan ülkelere ve
Türkiye’nin devreye girmesiyle dengelerin değiştiği Libya’da meşru Milli Mutabakat Hükümeti lideri Sarrac askeri alandaki hamlesini sürdürürken, gayrimeşru muhalif güçlerin başındaki General Hafter’i destekleyen ülkeler derhal bir ateşkesin ilan edilmesi ve iki taraf arasında müzakerelerin başlaması için yoğun uğraş veriyor. Aslında buna Hafter ile birlikte bozguna uğrayan ülkelerin vekalet savaşçılarını soluklandırma ve de kendi kirli oyunlarına yeni bir fırsat yaratma çabası demek daha doğru. Çünkü daha önceleri Hafter güçlü pozisyondayken uluslararası toplumun ateşkes çağrılarını aynı ülkeler duymazdan geliyorlardı. Ya da istiyor gibi görünüyor, sütre gerisinden kuklaları Hafter’e gaz veriyorlardı. O da “ne barışı sonuna kadar savaş” diyordu. O nedenle de şimdilerdeki barış ve siyasi çözüm gibisinden söylemlerinin hiç inandırıcılığı yok. Hele de Sarrac ile Hafter’i ateşkes masasına eşit şekilde oturtma niyetleri dikkate alındığında. Dolayısıyla yine gizliden her
TBMM’ye verilen Yassıada yargılamalarının yürürlükten kaldırılmasını amaçlayan kanun teklifi gerekçesindeki “Şeklen yargı kararı niteliği taşımakla birlikte, esasen millet iradesini kaba kuvvetle gasp eden gücün siyasi arzularının maskesi niteliğinde olan bu kararların hukuk âlemimizden silinmesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini oluşturan millî egemenlik, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin gereği olarak tezahür etmekte ve ülkemiz hukuk tarihinin karanlık bir lekeden arındırılması adına zorunluluk arz etmektedir” vurgusu bile o günlerde yaşananları anlamak, anlatmak için yeterli. Özellikle de Türk demokrasi tarihinin kara lekelerinden biri olduğunu, Türk milletinin vicdanında nasıl derin yaralar açtığını... Çünkü hem yargılama sürecindeki hukuksuzluklar, insanlık dışı davranışlar hem de sonrasında gelen idamlar ve diğer hapis cezaları kabul edilebilir değil. Çok hazin bir dönem, çok karanlık ve kötü günler. Gerçekten de hukuk âleminden
ABD’yi ateşe veren protestoları her ne kadar beyaz bir polisin siyahi bir Amerikalıyı gözaltı sırasında boğarak öldürmesi tetiklese de aslında bunun yönetimin, daha doğrusu, gelmiş geçmiş tüm yönetimlerin ırkçı tavırlarının birikiminden kaynaklı olduğunu söylemek daha gerçekçi. Yani bu isyan ettiren görüntüler tarihsel bir kalıtım olarak devam edegelen bir durum. Hem de sadece siyahilere değil, ABD’deki “makbul beyazlar” dışındaki tüm renkli ırklara ya da başka dini inançtaki insanlara. Dolayısıyla, Cumhuriyetçi Trump’ın muhalifi Demokratlar’ın şimdilerde Kongre’ye sunduğu Amerikan polis teşkilatı ile yargıdaki ırkçı ayrıştırmanın sonlandırılmasını öngören ve polislerin müdahale yöntemlerini kısıtlayan tasarısı tam anlamıyla politik bir manevra. Çünkü evet, ırkçı kaynamanın ivme kazanmasında Trump’ın kişiliği, tavrının payı büyük ama bu, yönetimde Demokratlar olsaydı ABD’de böyle bir olay yaşanmazdı anlamına da gelmiyor. Niyesini Washington eski Deniz Ataşesi ve
Türkiye’nin devreye girmesiyle dengelerin değiştiği Libya’da meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti gayrimeşru silahlı güçlerin lideri Hafter’e bağlı milislerin işgalindeki yerleri tek tek geri alıyor. Yani Rusya, Fransa Mısır ve BAE destekli kirli oyun sahada bozuldu, kukla Hafter bozguna uğradı. Ama aynı ülkeler şimdi de “acil ateşkes” hesabıyla masada Libya Ordusu’nun ilerleyişini durdurma çabasında. Tabii buna şu an itibarıyla Ulusal Mutabakat Hükümeti’nden yana görünen ancak bunu net olarak deklare etmeyen ABD’de dahil olmak üzere. Çünkü ABD, bir yandan da Hafter’le görüşüyor, daha doğrusu ikili oynuyor. Dolayısıyla Suriye’de olduğu gibi Libya’da da tarafını ve tavrını çok net ortaya koyan Türkiye yine en kritik, en önemli aktör konumunda. Bunda da sahada ortaya koyduğu imkân ve kabiliyetinin, yani sert gücünün etkisi büyük. Nasılını İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi, emekli Tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu, anlatıyor:
“Libya’da
ABD, bugüne dek dünyanın birçok ülkesini demokrasi götürüyorum diye kan ve gözyaşına boğdu, hâlâ da aynı kafada... Bu müdahalelerde de Amerikan gizli servisi CIA’nın rolü ve askeri darbeler, siyasi suikastlar, şantaj-propaganda gibi yöntemlerle ülkelerin dinamiklerini nasıl kışkırtıp, tetiklediği bilinen gerçek. O nedenle de koronavirüs kâbusunun ardından ABD’yi ateşe veren protestoları her ne kadar beyaz bir polisin siyahi bir Amerikalıyı gözaltı sırasında boğarak öldürmesi tetiklese de aslında yönetimin ırkçı tavrına karşı gelişen toplumdaki bu kaynamayı kestirmek hiç zor değil. Yani bu patlamanın zaten süregelen rahatsızlığın bir sonucu olduğu açık. Dolayısıyla da kafa karıştıran soru şu:
Dünyanın her köşesini manipüle eden, bu yolda eli kanlı terör örgütleriyle dahi iş birliğinden çekinmeyen, onları kullanan CIA ve FBI, kendi ülkesindeki ırkçı kaynamaya, patlamaya karşı neden uyanmadı ya da uyanamadı? Dahası, bu olayda başka kirli hesaplar da olabilir mi? Soruya MİT eski
PKK’nın lider kadrolarına indirilen ağır darbe Türkiye’nin terörle mücadeledeki kararlılığının yanı sıra imkân ve kabiliyetini bir kez daha çok net ortaya koydu. Çünkü yerleri bulunamaz, hele de kendileri açısından karargâh olarak gördükleri bir yerde onlara kimse erişemez diye gizemli havaya sokulan örgütün tepe isimleri MİT ve TSK’nın iş birliğiyle tek tek etkisiz hale getirildi, getiriliyor... MİT, teröristlerin yerlerini buluyor, sonrasında İHA’larla teknik takip yapılıyor ve TSK’nın nokta atışıyla da iş bitiriliyor. Yani artık malum sondan kaçış yok, sadece sıranın gelmesini bekleme var. Dolayısıyla da son dönemde örgüt içerisinden sızan haberler daha çok panik ve çaresizlik ağırlıklı. Bunun son örneği de uzun süredir ortalarda görünmeyen terörist başı Murat Karayılan’ın bunu teyit eden PKK’nın Başkanlık ve Yürütme Konseyi’nden 18 kişinin TSK’nın operasyonlarıyla öldürüldüğüne dönük itiraflarıydı. Ancak Karayılan’ın