Pençe-Kaplan Operasyonu’yla PKK’nın sığınaklarını yok eden Türk komandoları, F-16’lar, İHA ve SİHA’ların desteğiyle Irak’ın kuzeyinde 45 kilometre derinliğe ulaştı. Stratejik tepeler ele geçirildi ve kalıcı üs bölgeleri oluşturularak Silahlı Kuvvetler unsurları konuşlandırıldı. Yani eskilerde olduğu gibi terörist temizliği faaliyetlerini bitirip bir süre sonra geri dönme söz konusu değil. Bu bağlamda da Silahlı Kuvvetler adım adım terör örgütünün yuvalandığı diğer bölgeleri de eninde sonunda kontrol edecek ve orada üs bölgeleri oluşturacak. Sonuçta 35-40 kilometre derinlikte yani Türkiye sınırından 35-40 kilometre güneyde, sınırdan öte yanda bir hat çizerek sınırlarını uzaktan kontrol etme imkânı bulacak. Dolayısıyla da terör örgütü unsurlarının yurt içine giriş çıkışları da o oranda zorlaşacak. Nihai hedef de Kandil’i hepten söndürmek, Sincar ve öncelikle de Mahmur Kampı’nı dağıtmak. Çünkü adı kamp olan Mahmur tam anlamıyla terörist yetiştirme
Emekli Deniz Kurmay Yarbay Özhan Bakkalbaşıoğlu anlatıyor: ‘Gelen tekneye baktım, herhalde Rum teknesi dedim. Topçu subayı silahları dağıttı, benim de belime bir silah soktu...
Dost atışıyla batırılan TCG Kocatepe’nin son iki günü gemide yaşananlar gibi, batış sonrasında denizde yaşananlar da son derece trajik ve acı öykülerle dolu. Çünkü sallar üzerinde verilen yaşam savaşında da şehitlerimiz oldu. Hem de çok fazla... Komutan merhum Güven Erkaya’nın bulunduğu salda 21 Temmuz 1974 saat 22.00’de gözyaşları içinde gemilerinin infilak edip, suya gömülüşünü ağlayarak izleyen, dolayısıyla da oldukça zor bir gece geçiren TCG Kocatepe Muhribi’nin Savaş Harekât Merkezi Subayı, emekli Deniz Kurmay Yarbay (o tarihte üsteğmen) Özhan Bakkalbaşıoğlu anlatıyor:
Kıbrıs Barış Hârekatı sırasında Türk jetlerinin düşman gemisi zannedip batırdığı TCG Kocatepe Muhribi’nde Savaş Harekât Merkezi Subayı emekli Deniz Kurmay Yarbay Özhan Bakkalbaşıoğlu, faciayı anlatırken sanki o anları yaşıyor.
Üzerlerinden uçan Türk jetlerini tanıyıp el salladıklarını anlatan Bakkalbaşıoğlu, ardından bombardımanın başladığını, bacadan giren bombanın makine dairesine girdiğini, radar başındaki bir askerinin ölümüne tanık olduğunu anlattı.
Dünkü yazımızda TCG Kocatepe muhribinin Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ilk günündeki üstlendiği görevi ve yaşananları aktarmıştık. Deniz ve Hava Kuvvetleri arasında tam bir uyum söz konusuydu ve çok başarılı bir çıkarma gerçekleştirilmişti... Ve TCG Kocatepe yeni parti askerleri alıp tekrar ertesi sabah Kıbrıs’a çıkarmak üzere Mersin’e geri dönmüştü. Ama ne trajiktir ki harekâtın ikinci günündeki senkronizasyon kopukluğu TCG Kocatepe’nin son günü oldu. 21 Temmuz 1974’te TCG Kocatepe, istihbarat hatası ve haberleşme eksikliğinden
Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Türk savaş uçaklarının istihbarat hatası ve haberleşme eksikliğinden dolayı Yunan gemisi zannederek TCG Kocatepe Muhribi’ni batırması harekâtın en trajik olayıydı. Toplam 246 personelin görev yaptığı gemide 54 askerimiz şehit oldu. TCG Kocatepe’nin Savaş Harekât Merkezi subayı emekli Deniz Kurmay Yarbay Özhan Bakkalbaşıoğlu o talihsiz faciayı anlattı.
Dünya savaş tarihine “Çok başarılı bir ada çıkarması” olarak geçen Kıbrıs Barış Harekâtı’nın en şanssız anı, hiç kuşkusuz TCG Kocatepe Muhribi’nin kendi uçaklarımız tarafından bombalanmasıydı. Harekâtın ikinci günü 21 Temmuz 1974’de yaşanan bu trajik olayda Kıbrıs’ın Baf Limanı’na doğru bir Yunan deniz konvoyu ilerlediği savıyla müdahale emri verilen Türk Deniz Kuvvetleri’ne ait TCG Kocatepe, TCG Adatepe muhripleri ile TCG Fevzi Çakmak destroyeri istihbarat hatası ve haberleşme eksikliğinden Yunan filosu sanılarak Türk Hava Kuvvetleri’ne ait savaş jetlerinin hedefi oldu. TCG Fevzi Çakmak ve TCG Adatepe
Dağlık Karabağ sorunu henüz çözülememişken Ermenistan bu kez yine Azerbaycan’ın toprak parçası olan Tovuz bölgesini hedef aldı. Hem de asker sivil ayırt etmeksizin. Yani Ermenistan bildik saldırganlığından, hukuk tanımazlığından vazgeçmiyor. Aslında buna tarihsel alçaklık demek daha doğru. Çünkü bugün askeri hedeflerin yanı sıra Agdam, Dondar Guşçu ve Vahidli köylerinde sivillere yönelik yüksek kalibreli silahlar ve havan atışlarıyla saldırı düzenleyen Ermenistan’ın sicili 1992 Şubat’ındaki Hocalı katliamından başlayarak hep bu tür alçaklıklarla dolu. Şöyle ki; şimdilerde olduğu gibi 28 yıl öncesinde de Rusya’nın gölgesinde ya da cesaretlendirmesiyle kendi boyunu aşan işlere kalkışan Ermenistan, Hocalı’nın hemen ardından Azerbaycan’ın o dönemdeki iç karışıklığını fırsat bilerek Dağlık Karabağ’ı işgal planını devreye sokmuştu. Bu bağlamda da Agdam, Laçin, Fuzuli, Cebrayil Gubatlı, Şuşa ve diğer yerleşim yerlerine saldırmıştı. Biz de o tarihlerde gazeteci olarak bu sıcak gelişmeleri yerinde
Dört yıl önce FETÖ’cü darbe girişimine karşı durmak için sokağa dökülen Türkiye, en karanlık gecenin yıl dönümünde de demokrasiye bağlılığını bir kez daha göstermek ve şehitleri anmak için yine tek yürekti. Ekranlarda da hem o gece yaşananlar hem de FETÖ’ye karşı yürütülen mücadele konusunda (kalkışma öncesi-sonrası) eksiklikler ve yanlışlıklara dönük konuşmalar, tartışmalar vardı. Hemen hepsinin ortak noktası da şuydu:
15 Temmuz hain darbe girişiminden bu yana geçen dört yılda Fetullahçı Terör Örgütü’yle yapılan mücadelede önemli mesafeler kat edildi, geldiğimiz nokta itibarıyla FETÖ’nün çok önemli güç kaybına uğradığı ve bunun da devlet faaliyetlerinde, devlet yapısında pozitif bir durum ortaya çıkardığı açık ama yeterli değil...
Yani kendi halkına ateş eden, devletin kurumlarını işgal edip dağıtan, milletin meclisini savaş uçaklarıyla bombalayan alçaklarla ilgili hâlâ görülecek hesap var. Özellikle de
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mustafa Akış’ın CNN Türk’teki FETÖ’nün örgütsel şemasına dönük anlattıkları bu alçak yapının nasıl sinsi, ne kadar tehlikeli olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Çünkü son derece profesyonellik ve gizliliğin hâkim olduğu müthiş bir örgüt yapısı söz konusu... Herkes birbirini denetliyor, kontrol ediyor. Örneğin ordudaki her öğrencinin abisi, her generalin, albayın ya da diğer rütbelilerin örgütsel anlamda öğretmenleri, genel müdürleri, müdürleri farklı. Tabii o abileri ve diğer sorumluları denetleyenler de... Ve bu karmaşık yapılanmayı, örgüt şemasını en tepedekiler dışında kimse bilmiyor. O nedenle de yukarıdan gelen talimatlar TSK’da veya FETÖ’nün sızdığı diğer kamu kurum ve kuruluşlarında kayıtsız şartsız, sorgusuz sualsiz yerine getiriliyor. Hem de dünyanın önde gelen istihbarat servislerini kıskandıracak kadar profesyonellikle... Dolayısıyla bu noktada akla gelen soru da şu:
Bunların hepsini FETÖ’mü yaptı ya da nasıl yaptı? O kadar akıl mı
Kâğıt üstünde ABD ile Türkiye müttefik, hatta stratejik ortak. Diplomatlar, yöneticiler de zaman zaman çeşitli platformlarda bu gibi sözleri kullandılar, kullanıyorlar ama bunlar asla gerçeği yansıtmıyor. Çünkü ABD hiçbir zaman o tutumu sergilemedi, aksine, bırak müttefikliği, açıkça hasmane tavır içinde oldu. Mesela 1962’deki Jüpiter füze krizi, Johnson’ın İnönü’ye yazdığı kaba mektup, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası uyguladıkları sert ve şiddetli ambargo, 2003 yılındaki çuval krizi, terör örgütü YPG/PKK’ya açıkça silah, eğitim desteği vermesi, kırmızı bültenle aranıyor olmasına rağmen Fetullah Gülen’i Türkiye’ye iade etmemesi gibi... Yani ABD hiçbir zaman ne müttefik ne de stratejik ortak oldu. Nitekim bunun son örneğini de Dışişleri Bakanı Pompeo’nun ABD ve GKRY (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) arasındaki güvenlik ilişkileri kapsamında, Rum yönetimine askeri eğitim ve öğretim fonu sağlayacaklarına dönük son