ABD Başkanı Joe Biden’ın Amerikan istihbaratından Kovid-19’un kökeniyle ilgili yeni bir rapor istemesi virüsün Vuhan’daki bir laboratuvardan çıktığı teorisini yeniden alevlendirdi. Dolayısıyla salgın duyulduğu andan itibaren, internette ve sosyal medyada başlayan virüsün insan yapımı olduğuna dönük komplo teorileri de yine ivme kazandı. Özellikle de biyolojik silah iddiaları bağlamında. Yani dünyayı kasıp kavuran Korona virüsün doğal mı yoksa insan yapımı mı olduğuna dönük kafa karışıklığında tam anlamıyla bir gel-git durumu söz konusu. Çünkü bilim insanları ağırlıkla “virüsün yapısını bildiğimiz için, yüzde 90 insan yapımı olmadığını söyleyebiliriz” görüşünde olmasına rağmen yine bazı bilim insanlarınca dile getirilen karşı tezler de var. Örneğin; “yenilen yarasadan bulaştı deniliyor ama korona virüsü yemek yoluyla değil solunumla bulaşıyor” gibi... Ki bu bağlamda da şöyle diyorlar: Yarasadan gelmiş olsa bile bu işte mutlaka bir ara kaynak var orada. Bu kaynak doğal da olabilir,
Türk Kızılay’ın geçtiğimiz günlerde kan stoklarının kritik seviyeye düşmesine bağlı olarak yaptığı kan bağışı çağrısına vatandaşlar duyarsız kalmadı. Ve kan stoklarında kritik durumdan asgari seviyelerin üzerine çıkıldı. Yani “aranan kanlar” bulundu. Ancak sıkıntının yinelenmemesi için bağış konusundaki aynı hassasiyetin devam etmesi gerekiyor. Çünkü evet ramazan dönemi ve bayramın olumsuz etkisi geçti ama asıl 1.5 yılı bulan pandemi sürecinden kaynaklanan zorluklar hâlâ geçerli. Üstelik de bu sadece salgın endişesiyle insanların kan bağışından uzak durmalarından değil, doğrudan hastalıkla bağlantılı olarak artan kan ihtiyacından kaynaklanan bir durum. Hem de bu süreçteki hastanelerde azalan cerrahi müdahale, ameliyatlara rağmen. Dolayısıyla, bir yandan azalan, diğer yandan artan talebe endeksli tam anlamıyla hassas ve kritik bir denge söz konusu. Hem de her gün durmaksızın. O nedenle de ülkemiz bağlamında kan verilerini irdelemekte yarar var. Türk Kızılay Genel Başkanı
61 yıl önce bugün darbe yapıldığında TBMM’deki 8 kadından 7’si Demokrat Parti milletvekiliydi ve tamamı da Yassıada’da yargılandı, ceza aldı. Yani Türkiye tarihine “demokrasi ve hukuk ayıbı olarak geçen” o kara günlerde Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay’ın anılarını içeren kitabındaki deyimiyle adaya gelen “Paket”ler (sanık kafilelerin adı) arasında DP’nin İzmir milletvekilleri Perihan Arıburun, Nuriye Pınar, İstanbul milletvekilleri Nazlı Tlabar, Necla Tekinel, Ayşe Günel, Bursa milletvekili Hilal Ülman ve Aydın milletvekili Piraye Levent de vardı. Ve onlar da 300’ü aşkın erkek vekille birlikte aynı zor koşullarda adada çile çekmişler, hukuk dışı muamelelere maruz kalmışlardı. Özellikle de 24 saat dinlenen koğuşlar nedeniyle. Çünkü aralarındaki bir sohbet dahi eziyet ya da kötü muamele görmelerinin sebebi oluyordu. Ki bunu Albay Tarık Güryay, yıllar sonra yazdığı kitabında her yere nasıl dinleme cihazları yerleştirttiğini ve ona göre davranış biçimi geliştirdiğini bizzat itiraf ediyor:
“İ&ccedi
PKK’nın lider kadrolarına dönük peş peşe yapılan temizlik operasyonları Türkiye’nin terörle mücadeledeki kararlılığının yanı sıra imkân ve kabiliyetini de çok net ortaya koydu, koyuyor. Yerleri bulunamaz diye gizemli havaya sokulan teröristleri MİT buluyor, sonrasında da İHA ve SİHA’larla teknik takipleri yapılıp TSK’nın nokta atışlarıyla işleri bitiriliyor. Hem de onları koruyup kollayan CIA ve MOSSAD’a rağmen... Bunun son örneği de Sofi Nurettin’in susturulmasıydı. Bu bağlamda sıra artık Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan’a da geliyor. Yani her an böyle bir haber de duyulabilir. Çünkü MİT ve Özel Kuvvetler uzun zamandır çalışıyor bu konu üzerinde. Teröristlerin nerede olduğunu, nereye gidip geldiğini takip ediyor. Bir başka deyişle, hepsinin enselerinde. İşte tüm bunlar da Türk istihbaratının artık bölgede, alanda ne kadar etkin olduğunun kanıtı. Dolayısıyla PKK’nın maket uçaklı saldırılarının şimdilerde hız kazanmasının örgütteki sıkışmışlık ve panik göstergesi olduğu çok açık ve
Deprem uzmanlarının İstanbul’da deprem beklenilen yer dediği Kuzey Anadolu Fayı’nın Kuzey Kolu en son 22 Mayıs 1766’da kırılmıştı. Bu, İstanbul’da 1509’dan sonra ikinci büyük depremdi. 1766’daki Kurban Bayramı’nın 3. günü (22 Mayıs Perşembe) meydana gelmiş, bu depremin artçısı olan sarsıntılar aylarca devam etmişti. Dört binden fazla kişinin öldüğü İstanbul’da Topkapı Sarayı, Fatih Camii, Yedikule, Eğrikapı, Edirnekapı, şehir surlarında ağır hasar, Galata ve Pera, Kapalıçarşı, Ayasofya ve diğer camilerde hasar meydana gelmişti. Şehirdeki depo ve hanların yıkılması yiyecek sıkıntısını doğurmuş, fırınlar ve değirmenlerin çalışamaz hale gelmesi halkın ekmek teminini zorlaştırmıştı. Şehre su sağlayan Ayvad Barajı hasar görmüş, yer altı su dağıtım şebekesinin bir bölümü çökmüş, bundan dolayı bazı bölgeler susuz kalmıştı. Deprem Marmara’nın doğusunu da önemli ölçüde etkilediğinden, İzmit’te ve Karamürsel’de ağır hasarlar gözlenmiş, tsunami dalgaları limanları kullanılamayacak hale
CHP’den istifa gerekçesinde “CHP’nin Atatürk’ün ideolojisinden uzaklaştığını” savunan Muharrem İnce, Memleket Partisi Genel Başkanı olarak yaptığı ilk konuşmasında partisinin kırmızı çizgilerini şöyle ortaya koydu:
“Atatürk’e saygısızlık yapanı partiye istemiyoruz, ayrımcılık yapanı partiye istemiyoruz, terörle arasına mesafe koymayanı partiye istemiyoruz.”
Yani CHP’deki Atatürk tartışmalarından ya da HDP ile yakınlaşmadan rahatsızlık duyanlara Memleket Partisi’nin kapısı açık. Bu bağlamda da akla gelen yeni istifa olasılıkları da malum. Olup olmayacağını zaman gösterecek ama İnce’nin bu vurgularının CHP’deki Atatürk odaklı tartışmaları tetikleyeceği açık. Dolayısıyla, dün bu konuyu CHP’nin en kıdemli isimlerinden eski Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen ile konuştum. Tabii öncelikle de İnce’nin doğrudan CHP’yi hedef alan mesajlarını sordum. Yanıtı şuydu:
“Kendi prensiplerini ortaya koyuyor, başka bir partiye resmen atıfta bulunmadığına göre CHP’ye mesaj da denilebilir, başkalarına da mesaj
Çin’de çıktığından beri Kovid-19 dünyayı dolaştı. Değişik yerlere giderken de bir şekilde değişmiş formu dağıldı, yayıldı. Yani virüsün kendisine, bulaştığı insana ve bulunduğu ülkeye bağlı olarak hepsi de birbirinden farklı varyantları gelişti. Hem de çok sayıda. Birkaçını örneklendirirsek Güney Afrika, Brezilya, İngiltere ya da son zamanlarda bizde de görülmeye başlanan Hindistan varyantı gibi...Dahası bir de bunların bulundukları ülkelerin şehirleri bağlamında örneğin New York, Bristol olarak alt varyantları da çıktı. Bunların da bulaş hızı, semptomları ve etkisi diğerlerine benzemiyor. Dolayısıyla dünyada ve bizde ağır da olsa ilerleyen aşılama faaliyetleriyle bir yanda salgını yenmeye dair umutlar artarken, diğer tarafta şu soru endişe yaratıyor:
Koronavirüsün bir mutasyonla, hiçbir aşının fayda etmeyeceği ve daha önce atlatılan hastalık nedeniyle kazanılan bağışıklığın da korumayacağı yani bağışıklıktan kaçış varyantı ortaya çıkarsa ne olacak? Ki bu anlamda korkutucu gelişmeler de söz konusu...Dünya Sağlık
Bayram nedeniyle rölantideki yeni Anayasa tartışmalarında sıkça dile getirilen aritmetik açmaz malum. AKP ve MHP’nin Meclis’teki milletvekili sayısı (336) yeni bir Anayasa için yeterli değil. Çünkü Anayasa değişikliği ya da yeni bir Anayasa için Meclis’te gerekli oy sayısı 400. Bu konuyu “referanduma” götürmek için ise yeterli kabul sayısı 360. Yani bir tane de BBP’nin desteği dersek 23 oya daha ihtiyacı var. Siyasetteki bugünkü kutuplaşmaya bakılınca da Anayasa aritmetiğindeki hesabın tutması zor. Hatta dün konuştuğum CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin’e göre bu parlamentoda yeni bir Anayasa’nın yapılması mümkün değil. Nedeni de şu:
Ya Cumhur İttifakı kendi sisteminden vazgeçecek ya da Millet İttifakı’nda herhangi bir ya da iki parti güçlendirilmiş parlamenter sistemden vazgeçecek.
Gerçekten de zor bir denklem. Çözülür mü ya da nasıl çözülür bayram sonrasındaki gelişmelerde daha net göreceğiz ama bu noktada Gürsel Tekin, “Şu