SHP-CHP birleşmesinin mimarlarından usta siyasetçi Murat Karayalçın, Livaneli’nin “CHP, DSP, SHP gibi partiler sol partiler değil. Bu partilerin başına, hiçbiri solcu olmayan birtakım liderler getirildi” sözlerini değerlendirdi... Gündemde birçok sorun olduğunu, iddaları haksız ve zamansız bulduğunu belirten Karayalçın, “Bir parti ben sosyal demokratım diyorsa, ortanın solundayım diyorsa, oradadır. Hayır, sen orada değilsin denilemez” ifadesini kullandı.
Zülfü Livaneli’nin, İnönü, Ecevit, Erdal İnönü ve Baykal hakkındaki sözleri CHP’yi yine gündem yaptı. Tabii bunda uzun süre sessiz kalan CHP yönetiminin de payı var. Evet, Kılıçdaroğlu son grup toplantısındaki konuşmasında geç de olsa tepki verdi ve bu tartışmaların partiye ihanet olduğunu söyledi ama bu konunun tamamen kapandığı, kapanacağı anlamına gelmiyor. Çünkü ekranlardaki tartışmalar Livaneli’nin özellikle “CHP, DSP, SHP gibi partiler sol partiler değil. Bu partilerin başına, hiçbiri solcu olmayan birtakım liderler
Son genel seçimlerde TBMM’deki sandalye dağılımı 5 parti arasındaydı. Erken seçim tartışmalarının yapıldığı şu günlerde ise TBMM’deki tablo 13 parti ve 7 bağımsız milletvekiliyle hayli zenginleşmiş durumda.
Hem Cumhur İttifakı hem de Millet İttifakı’nın direkt ve dolaylı bileşenlerindeki kopuşlar nedeniyle. Evet önceden anlaşmalı yerleştirmeler vardı ve buna bağlı ayrılıklar da oldu ama sonuç itibarıyla her iki ittifakın lokomotifleri bağlamında 27. dönemin başıyla bugün arasında AKP’den 7, CHP’den ise 11 sandalye eksilmiş durumda. Tabii bunlar şimdilik.on genel seçimlerde TBMM’deki sandalye dağılımı 5 parti arasındaydı. Erken seçim tartışmalarının yapıldığı şu günlerde ise TBMM’deki tablo 13 parti ve 7 bağımsız milletvekiliyle hayli zenginleşmiş durumda.
Yani yeni gelişmelerde olası. Nitekim daha geçenlerde CHP’den bir kopuş daha yaşandı. Olası istifalara dönük iddialarda söz konusu. Zaten son CHP MYK toplantısının ağırlıklı gündem maddesi de buydu. Açıkçası CHP bir yandan milletvekili heyetleriyle sahada vatandaşın nabzını
Katledilen, işkence yapılan, tecavüze uğrayan, sözüm ona barınak! denilen yerlerde aç susuz bırakılan hayvanlarla ilgili haberleri duyup, okudukça “Yeter artık çıksın’ diye isyan ettiğimiz yasa teklifi nihayet TBMM Başkanlığı’na verildi. Komisyon aşamasının ardından da genel kurulda oylanacak ve büyük olasılıkla da Meclis tatile girmeden çıkacak. Yani söze geldi mi başta siyasiler olmak üzere hemen herkesin toplumsal yaşamın vazgeçilmez paydaşı ya da biz insanlara emanet diye cafcaflı vurgularla tanımladığı hayvanlara eziyet, işkence son bulacak. Ki bu, yasa teklifinin “genel gerekçeler” bölümünün son paragrafındaki şu satırlarla çok net kayıt altına alınıyor:
“Hayvanları Koruma Kanunu’nun 17 yıllık uygulamasında bugüne kadar karşılaşılan sorunların çözümlenmesi, bir can ve dost olarak kabul ettiğimiz hayvanların daha etkin bir şekilde korunması amacıyla bu kanun teklifi hazırlanmıştır.”
Yani hayvanların yaşam haklarını güvence altına alan, halen yürürlükteki mevcut 5199 sayılı yasadaki
Devlet olma vasfı ortadan kalkan ama hâlâ büyük tehdit durumundaki terör örgütü DEAŞ ile mücadele amaçlı Uluslararası Koalisyon’da 80 civarında ülke var. Ancak bugüne kadar Türkiye dışında kimin ne yaptığı, daha doğrusu yapmadığı da ortada. Özellikle de bu işin önderliğini üstlenen ABD ve NATO üyesi ülkeler açısından. Evet, ABD örgütün lideri Bağdadi’yi yok etti ama örgütü hepten ortadan kaldırma konusunda aynı hassasiyet söz konusu değil. NATO üyesi ülkeler de eylemden ziyade ısrarla daha çok söylem havasındalar. Nitekim DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’nun Roma’daki son Bakanlar Toplantısı’nda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da şu sözlerle bunu bir kez daha dile getirdi:
“Türkiye olarak, DEAŞ’la Mücadele Koalisyonu’nun başından beri aktif bir üyesiyiz ve DEAŞ’a karşı cephede mücadele eden tek NATO üyesiyiz.”
Dahası, Bakan Çavuşoğlu İtalya’nın önde gelen gazetelerinden Il Messaggero’
Dünya uyuşturucu trafiğindeki güncellenen rotaları ve uyuşturucu kaçakçılarının yıllardır geçiş güzergahı olarak kullandıkları Türkiye’nin, neden hedef ülke haline geldiğini Milliyet Haber Araştırma Servisi’nden Mert İnan resmi verilerle çok net ortaya koydu...Gerçekten de tablo vahim...Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de uyuşturucu bağımlılığı gün geçtikçe artıyor, tabii uyuşturucuya karşı verilen mücadelede. Ama bu anlamda daha vahim olan bir başka nokta ise verilen bu mücadeledeki samimiyet derecesi. Özellikle de ABD açısından. Çünkü ABD’de uyuşturucu kullanımı ve uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele eden Drug Enforcement Administration, ya da bilinen kısa adıyla DEA’nin Afganistan, Meksika, Kolombiya başta olmak üzere Afrika, Avrupa’da dahil 70 civarında ülkede ofisi bulunuyor. Türkiye’de de iki tane ofisi var. Yani DEA sahadaki binlerce elemanı, daha doğrusu ajanıyla tıpkı ABD gizli servisi CIA gibi faaliyet gösteriyor. Dolayısıyla uyuşturucu konusunda nerede ne
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun son grup toplantısındaki “AB’den finans sözü aldım, Suriyelileri davulla zurnayla ülkelerine göndereceğiz” sözleri ekranlarda epeyce tartışıldı. Hem de zaman zaman gerilimli bir havada. Çünkü meselenin özünden ziyade yine politik içerikli görüşler, öngörüler ön plandaydı. Özellikle de çözümün doğrudan siyasi iktidarlara odaklı olduğu noktasında. Tabii bunda da Kılıçdaroğlu’nun şu sözlerinin etkisi var:
“İktidar olduğumuzda Suriye’de barışı sağlayacağız. Bütün Ortadoğu’da barışı sağlayacağız. Kavga alanı değil, savaş alanı değil, kan dökülen alan değil, bütün Ortadoğu’yu barış havzasına döndüreceğiz. Sözümdür bu.”
Dolayısıyla, bu bağlamda bugün ülkedeki 4 milyon Suriyeli sığınmacının varoluş nedeninin mevcut iktidarın geçmişteki hatalarından kaynaklandığına dönük iddialar da tartışmanın odağındaydı. Doğrular, yanlışlar elbette konuşulmalı,
Son yıllarda ABD ile yaşanan her gerilim sonrasında Rusya ile ilişkileri daha da geliştirelim, yani ülkenin pruvasını hepten değiştirelim muhabbeti malum. Hatta Türk dış politikasında stratejik ortaklık konusunda ABD mi yoksa Rusya mı diye yapılan kamuyu araştırmaları dahi var. Örneğin daha haziran başında bu konuda yapılan bir araştırmaya göre, katılımcıların yüzde 78.9’u ABD yerine Rusya ile iş birliği yapılmasını istiyor. Yani ABD’yi asla güvenilir bulmuyor. Haksız da değiller. Çünkü ABD kâğıt üstünde müttefikimiz, hatta stratejik ortağımız ama hiçbir zaman o tutumu sergilemedi, aksine, bırak müttefikliği, açıkça hasmane tavır içinde oldu. Hem de çok eskilerden, ta 1962’deki Jüpiter füze krizinden bu yana. Johnson’ın İnönü’ye yazdığı kaba mektup, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası uyguladıkları sert ve şiddetli ambargo, terör örgütü PKK’ya gizli kapaklı yardımları, 2003 yılındaki çuval krizi bunlardan sadece birkaçı. Daha yakın zamana baktığımızda da görüntü şu: A
Korona virüsüyle mücadelede en etkin yöntem olan aşılama tam gaz devam ediyor. Buna bağlı olarak da Türkiye’deki vaka ve ölüm sayılarındaki iniş sürüyor. Evet arada bir hafiften çıkış oluyor ama ivme daha çok düşüş yönünde. Yani Türkiye dünyayı kasıp kavuran virüs belasını alt etmede tam anlamıyla kritik eşikte… Çünkü bir tarafta dünyanın önde gelenleri dahil pek çok ülke aşı sıkıntısı yaşarken Türkiye’de özel hastaneler dahil hemen her köşede ücretsiz aşı yapılıyor. Örneğin; daha dün konuştuğum Almanya’daki bazı dostlar Türk bilim insanları Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin geliştirdiği BioNTech/Pfizer aşısına ulaşmakta zorluk çektiğini söylüyorlardı. Bizde ise durum malum hem yaş sınırı 30’lara düşmüş durumda hem de artık randevusuz bile aşı yapılıyor. Bu anlamda da günlük aşılama sayıları 1,5 milyonlarda. Ki bu da Türkiye’deki ulusal aşılama programı ve kapasitesinin gerçekten çok güçlü ve