Saadet Partisi’nde Oğuzhan Asiltürk’ün kongre çıkışıyla birlikte dikkatler anında ittifaklar arası dengeye çevrildi. Henüz ortada kongre falan yok, olursa da epey zaman söz konusu ama daha şimdiden yönetim değişirse ittifaklar açısından SP’nin istikameti değişir mi tartışması başladı. Bu bağlamda da hem SP içinde hem de her iki ittifak bileşenleri arasında açıklamalar havada uçuşuyor. Dolayısıyla, ittifaklarda bölme toplama işlemi tamam, siyasette yeni oluşumların yönleri de üç aşağı beş yukarı belli, yani neredeyse herkes safını tuttu derken, hesapların yeniden revize edilme durumu olabilir. Yani uzunca bir süredir sadece toplama çıkarmaya endeksli siyasi rekabet farklı boyutlara evrilebilir. Özellikle de safların bozulmayacağı hesabıyla, biz durup bekleyelim, Erdoğan zaten gidici, iktidarı alırız havasındaki muhalefet, daha da doğrusu ana muhalefet partisi CHP açısından. Çünkü SP’deki bu gelişme ve devamındaki olasılıklar nedeniyle siyasette günlük laf yetiştirme ya da söz düellosu çabasını bir kenara
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Biden arasındaki görüşme diyalog anlamında olumlu geçse de iki ülke arasındaki sorunlu konuların çözümünde Amerika’dan somut adımlar atmasını beklemek fazlaca iyimserlik. Hele de ABD’nin kafasındaki gerçek niyet ve bu konuda yaptıkları, davranışları dikkate alındığında. Özellikle de PYD/YPG/PKK konusunda... Çünkü Suriye’nin kuzeydoğusunda bir garnizon devletçiği kurma ve sonrasında Suriye’nin kuzeydoğusu ile Irak’ın kuzeyini birleştirme projesinin fikir babası, doğrudan yürütücüsü ABD ve İsrail. Hatta ABD, açıkça desteklediği, silahlandırdığı o teröristler için “Onlar benim bölgedeki kara gücüm” lafını çok net deklare etti. Hem de defalarca. Dolayısıyla, bu konudaki çözümsüzlük ve gecikmenin ABD’nin kafasındaki o terör devletçiğinin daha da palazlanması ve bölgeye yerleşmesi anlamına geleceği de açık. Yani bu gelişmelerin daha da bizim aleyhimize dönmemesi için bir şeyler yapılması da
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Biden’in görüşmeleri arifesinde PKK’nın Mahmur sorumlularının peş peşe susturulması Türkiye’nin “temizlik” konusundaki kararlılığını bir kez daha çok net ortaya koydu. Tabii imkân ve kabiliyetini de. Çünkü yerleri bulunamaz, hele de kendileri açısından karargâh olarak gördükleri bir yerde onlara kimse erişemez diye gizemli havaya sokulan lider kadrosundaki çok sayıdaki terörist son günlerde teker teker etkisiz hale getirildi. Tıpkı daha öncekiler gibi. Yani başını ininden çıkaran avlandı. Terör örgütünün en tepe isimleri Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan ve diğerleri için ise kum saati çalışıyor. Dolayısıyla MİT ve TSK senkronizasyonuyla gerçekleştirilen bu nokta operasyonlar sadece terör örgütü PKK’ya değil, onları koruyup kollayan Avrupa ve özellikle de ABD’ye de mesaj aslında. İçerik de açık ve net olarak şu:
Bakın sizin desteklediğiniz bu teröristleri biz teker teker temizliyoruz ve temizlemeye de devam
Önümüzdeki pazartesi günü Brüksel’deki NATO zirvesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Biden arasında gerçekleşecek olan görüşmede en kritik başlıklardan biri Rusya menşeli S-400 hava savunma sistemi. Aslında buna Türkiye ile ABD arasındaki ikili ilişkileri tıkayan konu ya da bahane de diyebiliriz. Tabii ABD açısından. Çünkü ta başından beri hem Türkiye’nin hava savunma sistemi, Patriot taleplerini sallayan, hem de “S-400 alırsan” diye takoz olan, alındığında da kafasına göre baskı, şantaj, dahası yaptırım uygulayan bir ABD söz konusu. Hem de daha önce yapılan anlaşmaları yok sayarak. Örneğin, parası ödendiği halde verilmeyen ya da askıya alınan F-35’ler gibi... Yani, ABD’nin “S-400’ler NATO’nun güvenlik kuşağı için tehdit” gibisinden öne sürdüğü gerekçeler falan hep hikâye. Öyle bir şey söz konusu bile değil. ABD’nin tek derdi, şu anda Türkiye’nin dış politikasıyla ABD’nin dış politikasının örtüşmemesi. Mesela, eskiden Rusya&
Genellikle 2000 yılında ve sonrasında doğanları ifade eden Z kuşağı, Türkiye siyaseti açısından oldukça önemli potansiyele sahip. 2023 seçimi için 2000 sonrasında doğan 7 milyon seçmen ve toplam seçmende yüzde 12-13’lük bir oy oranından söz ediliyor. O nedenle de tüm siyasi partiler bu Z kuşağının peşinde. Aslında buna Z kuşağını anlama, yakalama yarışı da denilebilir. Çünkü Z kuşağı kesinlikle geçmişi konuşmak istemiyor. Yani geçmişe atıflar yapan, hele de kavgacı klasik siyaset dilinin bu kuşağı yakalaması zor. Dahası, yapılan bazı kamuoyu araştırmalarına göre bu kuşaktakilerin yüzde 70’i herhangi bir siyasi partiye yakınlık duymadığını ifade ediyor. Kendilerini evrensel değerlere daha bağlı hissediyorlar ve mevcut siyasetin yaslandığı kategorileri reddediyorlar. Hatta bu gibi konulardan sıkılıyorlar da. Yani günümüz siyaset anlayışıyla Z kuşağının siyasete bakışı çok zıt. Onun için de partilerin farklı bir arayış ve çaba içinde olması kaçınılmaz. Bu anlamda da son zamanlarda CHP cenahından oldukça
79 yıl önce bugün (7 Haziran 1942) Türk Hava Kurumu Etimesgut Uçak Fabrikası’nın ilk uçağı havalanmıştı. Tabii daha önce, havalanan, hatta birçok ülkeye satılan Türk yapımı uçaklar da var. Çünkü “İstikbal göklerdedir” diyerek bin yıllık hedef ve vizyon ortaya koyan Atatürk, Cumhuriyet’in ilanından sadece 16 ay sonra (16 Şubat 1925) Türk Tayyare Cemiyeti’ni (Türk Hava Kurumu) kurmuştu. Hedef o dönem yalnızca gelişmiş ülkelerin ufkunda olan havacılık sanayisinin tüm unsurları ile Türkiye’de oluşmasıydı. Bu bağlamda da Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren hava harp sanayiine büyük önem verildi, 1926 yılında Kayseri Uçak Fabrikası ve özel teşebbüs kapsamında 1930’lu yıllarda da Vecihi Hürkuş ile Nuri Demirağ’ın uçak fabrikaları kuruldu. 2. Dünya Savaşı’nda da Türkiye’nin bu alandaki faaliyetleri devam etti, savaşın o zor şartlarında dahi ciddi bir altyapı gerektiren THK Etimesgut Uçak Fabrikası (1939-1940) kuruldu. İlk uçak da 7 Haziran
TV’de gazetecilerin sorusu üzerine Memleket Partisi’nin “bir ihtiyaçtan doğduğunu” söyleyen Muharrem İnce, nasılını ve niyesini şöyle açıkladı:
“Türkiye’de AK Parti’ye 19 senedir oy verip, bugün memnun olmayan kitle var. Eli de CHP’ye gitmiyor. ‘Vermeyeceğim bir defa ama CHP’ye de vermem’ diyor. ‘Kime vereyim?’ diyor. Onlara diyoruz ki, ‘Senin adresin Memleket Partisi’. ‘AK Parti gelmesin diye CHP’ye kerhen oy veriyoruz’ diyorlar. Ülkücülerin bir kesimi ‘Biz AK Parti’nin yanına yanaştık, rahatsızım bu işten’ diyor. HDP’nin bir kesimi ‘Bunlar bir arpa boyu yer almıyorlar, Türkiye partisi olmuyorlar, terörü kınamıyorlar’ diye tepki veriyor.”
Yani İnce’nin hedef kitlesi tüm partilerdeki kızgın, küskün seçmenler. Öncelikli hesaplar ise kamuoyu araştırmalarına da yansıyan AKP oylarındaki erime ve bunun CHP’ye yansımamasına dönük veriler üzerine. Bu bağlamda ciddi oranda kafası karışık ya da küskün, kararsız
ABD istihbarat kurumu NSA’nın (Ulusal Güvenlik Ajansı) Avrupalı üst düzey politikacılara dönük son dinleme skandalı Amerika’nın kulağının sürekli müttefiklerinde olduğunu ortaya koydu. Özellikle de Almanya Başbakanı Merkel ve diğer bazı Alman politikacılar açısından. Yani ABD istihbaratı yekten Almanya Başbakanı Merkel’i yakın takibe almış durumda. Aslında buna sistematik dinleme, izleme faaliyeti de denilebilir. Şöyle ki; Obama döneminde de NSA’nın Merkel başta dünya liderlerini dinlediği belirlenmişti. Skandal, ABD istihbarat analisti Edward Snowden’ın 2013’te ifşa ettiği binlerce gizli belge sayesinde ortaya çıkmıştı. Berlin Washington’a tepki göstermiş, Merkel “Dostlar arasında birbirini dinlemek olmaz” demişti. Ancak Alman Federal Başsavcılığı’nın konuyla ilgili açtığı soruşturma 2015’te durdurulmuştu!.. Geliyoruz bugüne; 8 yıl sonra Merkel odaklı bir dinleme skandalı daha söz konusu ve Almanya Başbakanı’nın tepkisi yine oldukça yumuşak. Daha doğrusu, ABD’nin bu pervasızlığına karşı hiç tepki yok