1981 yılının başında MİLLİYET ailesine katıldığımda Sami Kohen’in 27 yıldır gazetede olduğunu öğrenince çok şaşırmıştım. Çünkü mesleğe 1976’da Ankara’da adım atmış, stajyerlik dâhil ilk beş yılda üç ayrı yerde çalışmış biri olarak ben doğmadan üç yıl önce geldiği MİLLİYET’te benim o anki yaşımdan daha fazla nasıl ve neden kaldığına anlam verememiştim... Sonra yıllar su gibi akıp geçti Sami Abi 68 yıl kesintisiz aynı gazetede çalışmak gibi bir rekora ulaştı, biz de 40 yılı aşan bir zamanı geride bıraktık. Dolayısıyla Sami Kohen gibi bir ustayla, dünya markasıyla çok uzun bir süre aynı çatı altında çalışma, aynı havayı soluma fırsatına sahip olduk. O’nun MİLLİYET’e olan sevdasına ve meşalesinin altındaki müthiş çalışma azmine de yakından tanıklık ettik. Ve bugüne kadar yenilenen her yıldaki gazetemizin yaş günlerinde de Sami Abi’nin “Ben Milliyet’im” diye başlayıp devamında getirdiği “Bir gazetecinin bu kadar yıl bir gazetede çalışması çok az görülmüş bir şeydir, başka sektörlerde de böyledir. Bu ancak Japonya’da olur. Nitekim Japonlar bunu büyük bir gurur vesilesi sayar ve mesela özellikle büyük şirketlerde çalışanlar kendilerini şirketleriyle tanıtırlar, ‘I am Sony’ veya ‘I am Hitachi’ derler. Ben de ‘Ben Milliyet’im’ demek imkânına sahip oldum” sözleriyle istikrarın ve marka sevdasının ne demek olduğunu çok daha iyi anladık. Yani ondan haber, haberciliğin ötesinde çok şey öğrendik.
***
Daha önceleri yazılarını okuyup, fotoğraflarından bildiğim Sami Kohen’i ilk kez MİLLİYET’in Cağaloğlu binasındaki teleks odasına girip, çıkarken görmüştüm. Sürekli haber takibindeydi. O zamanlar 1 Şubat 1979’da katledilen Genel Yayın Müdürümüz ve Başyazarımız Abdi İpekçi’nin koltuğunda rahmetli Turhan Aytul oturuyordu. Abdi Bey’in en yakınındaki isimlerden Sami Kohen de gazetesine, mesleğine olan tutkusunun yanı sıra çalışkanlığı, disiplini ve titiz olmasıyla da ünlüydü. Saygı, nezaket konusunda olağanüstü hassastı. Bilgeliği ve hoşgörüsü nedeniyle gazetedeki her sıkıntıda, sorunda “Sami Bey’e de danışalım” denilirdi. Tabii o günlerde gazetenin yenileri olarak biz de bunları daha çok uzaktan izlerdik. O nedenle, Sami Bey’den hafiften çekinirdik de ama bir o kadar da gıpta ederdik. Dahası, O’nun bir haberimiz ya da yazımız konusundaki yorumları biz haberciler açısından çok anlamlı ve değerliydi. Mesela hiç unutmam, İran-Irak savaşı, Rus işgalindeki Kabil’e gidiş, Romanya devrimi, Saraybosna’da Sırpların ve Dağlık Karabağ’da Ermenilerin yaptığı katliamlara tanıklık eden haberlerim, izlenimlerime yaptığı övgüler bu meslekte aldığım en büyük ödüllerden biridir.
***
Yıllar ilerleyip bizler de eskidikçe artık Sami Abi’yle ülke ve dünyaya dönük haber turları, yorumlarının yanı sıra anıları da konuşmaya başlamıştık. MİLLİYET’in Çağlayan’daki binasında odalarımız aynı kattaydı. Ya O’nun ya da yine gazetemizin istikrar rekortmenlerinden Doğan (Heper) Abi’nin odasında oturur, uzun uzun konuşurduk. Aslında daha çok onlar anlatır, ben dinlerdim. Her ikisinde de MİLLİYET aşkı ve çalışma azmi ilk günlerindeki gibi hep zirvedeydi. Nitekim son nefeslerine kadar bundan asla vazgeçmediler de.
***
Dün Sami Abi ile MİLLİYET’in Demirören Medya Center’daki yuvasında vedalaştık. Her ayrılık gibi bu da çok zordu. Ama bunun teselli ve gurur veren bir tarafı da vardı. O da Abdi Bey’le birlikte yıllar içinde tek tek yitirdiğimiz O’nun yol arkadaşları Turhan Aytul, Namık Sevik, Doğan Heper, Hasan Pulur, Orhan Tokatlı, Bedri Koraman, Dinçer Güner, Örsan Öymen, Güngör Gönültaş, Halit Çapın, Özer Oral, Şükrü Gülesin, Gündüz Kılıç, Altan Erbulak, Yalçın Çınar, Vasfiye Özkoçak, Nilüfer Yalçın ile adlarını burada yazamadığım abilerimiz, ablalarımız gibi Sami Abi’mizin de MİLLİYET’in duvarlarındaki fotoğraflarıyla “meşaleyi” teslim alan genç kuşağın her daim iç içe yaşıyor ve yaşayacak olmasıydı...