MİT ve TSK koordinasyonuyla gerçekleştirilen arananlar listesindeki terörist temizliği hız kesmeden devam ediyor. İçişleri Bakanlığı verilerine göre; 2015’ten bu yana kırmızı, mavi, yeşil, turuncu ve gri olmak üzere 5 kategoride listelenen üst düzey yönetici konumundaki 500’e yakın terörist nokta operasyonlarla etkisiz hale getirildi. Bunun şimdilik son örneği de terör örgütü PKK/KCK’nın sözde Kerkük alan sorumlusu ‘Delil Siirt’ kod adlı Mehmet Hatip Arıtürk’ün susturulmasıydı. Yani o da diğerleri gibi ininden başını çıkardığı anda işaretlendi ve vuruldu. Hem de kendileri açısından karargâh olarak gördükleri ve onlara kimse erişemez diye gizemli havaya soktukları Kandil’de... Dolayısıyla PKK’nın bölgedeki tüm kampları ve hareketlerinin BBG evi (Biri Bizi Gözetliyor) gibi olduğu, izlendiği de çok açık. Kandil, Sincar, Gara, Mahmur fark etmiyor kim nerede başını çıkarırsa görülüyor ve avlanıyor. Tabii bu da teröristbaşları Murat Karayılan, Cemil Bayık başta
PKK eşittir PYD ya da YPG veya olası diğer türevleri. Bunu son olarak Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da “YPG tam anlamıyla PKK’nın kendisidir” sözleriyle bir kez daha çok net dile getirdi. İkisinin de aynı terör örgütü olduğunu, bununla ilgili sayısız delil ve görüntü bulunduğunu ve herkes tarafından bilindiğini de üstüne basa basa söyledi. Bu durumda da hiç kimsenin “Görmedim, duymadım, bilmiyorum” deme ya da üç maymunu oynama şansı yok. Her şey apaçık ortada. Terörist Fırat’ın doğusundan sınırı geçince adı PKK, sınırın o tarafında kalınca adı YPG oluyor. Yani adam aynı adam, silah aynı silah ama harf değişiklikleriyle PKK’dan farklıymış gibi yersen durumu söz konusu. Kaldı ki teröristlere pervasızca silah ve finans desteği sağlayan ABD içinde dahi YPG’nin, PYD’nin PKK’nın ta kendisi olduğunu dillendirenler ve bu anlamda kayda geçirilmiş raporlar var. Hatta AB ülkeleri arasında da. Mesela açık kaynaklarda da yer alanlardan bazılarını sıralayalım:
ABD’li
İdlib’deki krizin çözümü için gözler bir kez daha Erdoğan-Putin zirvesindeydi. Çünkü bundan önce İdlib’e ilişkin gerek 17 Eylül 2018 tarihli Soçi Mutabakatı gerek bunu tamamlayan 5 Mart 2020 tarihli Moskova Ek Protokolü, Rusya’nın sahadaki ağır saldırıları sonrasında yapılan zirvelerde ortaya çıkmıştı. Öncesinde yaşanan bütün gerilimlere karşılık, bu zirvelerde her seferinde masada ipler kopmadan Erdoğan ile Putin arasında bir uzlaşı noktası şekillenmişti. Dolayısıyla, bu zirve öncesinde de karşılıklı olarak birbirlerini mutabakata uymamakla suçlayan iki taraf arasındaki İdlib geriliminin nasıl noktalanacağı merak konusuydu. Bu seferki zirveyi daha da kritikleştiren bir başka nokta da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ABD ile ilişkiler hayra alamet değil” sözleri, daha doğrusu, son yıllarda ABD ile yaşanan her gerilim sonrasında gündeme gelen “Rusya ile ilişkileri daha da geliştirelim, yani ülkenin pruvasını hepten değiştirelim” tartışmasıydı. Ki bu anlamda ABD’nin Ankara Büyükelçiliği için
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “ABD ile ilişkiler hayra alamet değil” sözleri ilişkilerin daha da kötüye gidebileceği mesajı içeriyor. Hatta ekranlardaki tartışma programlarında “eninde sonunda bir çatışma ortamı doğabilir” diyenler de oldu. Bu anlamda da müttefiklik ve NATO ortaklığı durumu da epey sorgulandı. Hani şu kağıt üstünde ABD ile Türkiye’nin müttefik, hatta stratejik ortak göründüğü, diplomatlar, yöneticilerin de zaman zaman çeşitli platformlarda bu gibi laflar ettikleri ama bunların asla gerçeği yansıtmadığı konular. Çünkü ABD hiçbir zaman altına imza attığı belgelerdeki o tutumu sergilemedi, aksine, bırak müttefikliği, açıkça hasmane tavır içinde oldu. Hem de ta eskilerden bu yana ve özellikle 2011 yılından itibaren Suriye’de, Irak’ta ve daha sonra Doğu Akdeniz’de, Ege’de, Kıbrıs’ta Türkiye’nin ulusal çıkarlarını tehlikeye, ulusal güvenliğini de riske atan politika ve stratejiler izliyor. Hem de alenen. Mesela müttefiki
Sürekli mutasyon geçiren Kovid-19 dünyayı kasıp kavururken, bir yanda da aşı tartışmasının yanı sıra virüsün doğal mı yoksa insan yapımı mı olduğuna dönük kafa karışıklığı da devam ediyor. Çünkü bilim insanları ağırlıkla “Virüsün yapısını bildiğimiz için, yüzde 90 insan yapımı olmadığını söyleyebiliriz” görüşünde olmasına rağmen yine bazı bilim insanlarınca dile getirilen karşı tezler de var. Hatta Biden’ın talimatıyla bu konuda araştırma yapan ABD istihbarat örgütlerinin merkezi kurumu Milli İstihbarat Direktörlüğü Ofisi’nin raporu dahi Kovid-19’un çıkış kaynağı konusunda “bir laboratuvardan sızdığı ya da doğada geliştiği” yönünde iki farklı görüş ortaya koydu. Yani dünyanın en iyi istihbarat ağlarından birine sahip olan ABD daha başlarda Çin’den gelecek tehlikeyi kestiremediği gibi koronavirüsün kökenini saptama konusunda da net bir bilgiye ulaşamadı ve ikiye bölünmüş durumda. Biden’ın Kovid-19’un kökeni bulunana kadar rahat
Koronavirüse karşı en etkin yöntem aşı ve bizim ülkemizde yeterince var. Her yetkili de olun diyor. Ancak önemli bir çoğunluğun hâlâ aşı karşıtlığı ve mevcut seçeneklerden Sinovac ya da BioNTech tercihlerindeki kafa karışıklığı nedeniyle ciddi anlamda sıkıntı söz konusu. Hem koruyuculuk etkisi ve süresi hem de yan etkileri açısından. Dahası, bir yanda da aşıların tedariki konusunda gecikme ve Kılıçdaroğlu başta olmak üzere bazı CHP’liler tarafından özellikle Çin aşısı Sinovac için dillendirilen akçalı işler iddiaları da var. Onun için de Sinovac aşısının Türkiye’ye getirilmesi süreciyle ilgili olarak Çinli firmanın Türkiye’deki yasal temsilcisi Keymen İlaç AŞ’nin sahibi Cantürk Alagöz bir süredir gündemdeydi. Yani koranavirüs vakaları gibi aşıda avanta, lavanta, torpil iddiaları da pik yapmış durumdaydı. Dolayısıyla, önceki akşam Alagöz’ün gazetecilerle bir araya geldiği yemekte bu konuları konuşma fırsatı bulduk. Bu anlamda da buluşma yemekten daha çok basın toplantısı
İdlib’de Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde üç askerimizin şehit edilmesi bölgedeki “derin” tehdit ve riskleri bir kez daha çok net ortaya koydu. Hele de TSK’ya yönelik saldırıyı sosyal medyada bir bildiri ile üstlenen DAEŞ bağlantılı denilen Ebu Bekir Sıddık’ın Yardımcıları Seriyyesi adlı cihatçı örgütün gizemi dikkate alındığında. Çünkü bu örgütün adını ilk kez Ağustos 2020’de Türkiye’nin Gözlem Gücü’ne yaptığı saldırı ile duyduk, bugüne kadar TSK’ya karşı yaptıklarının dışında ne Şam güçlerine ne Ruslara ne de İran’ın bölgede bulunan milislerine karşı eylemi de olmadı. Dolayısıyla akla ilk gelen de Türk askerini hedefe koyanlar, koyduranlar kim sorusu. Evet örgütün kendince Türkiye’yi NATO üyesi olduğu için Haçlılarla iş birliği yapan bir ülke olarak görme gibi saçma sapan bir gerekçesi var ama bu tam anlamıyla yersen durumu...Onun için de asıl olan görüntü değil, arkasındaki
Türkiye’de 116 aktif siyasi partinin bulunduğunu duyuran İçişleri Bakanlığı, 40 partinin 2020-2021 yılında kurulduğunu açıkladı. Yani ülkenin siyaset manzarasında tam anlamıyla bir parti kurma furyasıdır gidiyor. Peki, ne oldu da ülkede siyasetin cazibesi pik yaptı? Birden bu kadar çok siyaset heveslisi çıktı, çıkıyor? Bu sadece ittifak sisteminin yarattığı doğal bir sonuç, iktidar veya muhalefet blokunun 50 artı 1 hesaplarına dönük oyunlar, kurgular mı? Yoksa hem iktidar hem muhalefet kanadındaki yıpranma ile geçmişteki pazarlık ve bu yolla parlamentoya kolaylıkla girme örneklerinin siyaset sevdalılarını daha da cesaretlendirmesi mi? Ya da daha başka hesaplar, beklentiler de söz konusu mu? Çünkü vatandaşa sorsan bu partilerin çoğunun adını, logosunu dahi bilmez, genel başkanlarını tanımaz. Evet, matruşka gibi birbirlerinin içinden çıkmış, birbirinin benzeri partiler var ve onların başındakiler tanıdık bildik isimler, hatta söylemlerde örtüşmeler bile söz konusu ama çoğunluk, daha ziyade, adı sanı pek fazla bilinmeyen kişi ya da