Mart 2019’daki yerel seçimlerde yasal olarak ittifak söz konusu değil ama partiler arasında iline, bölgesine göre güçlü olanı desteklemek geçerli. Dolayısıyla da hem iktidar hem de muhalefette 2014 yerel ile 24 Haziran’daki son Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçim sonuçlarına odaklı birliktelik arayışları gündemde. Özellikle de İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere büyükşehirlerde ve bıçak sırtı kaybedilen ya da kazanılan illerde... Yani siyaset cephesinde bol toplama, çıkarma içeren, kâğıt üstünde bir seçim havası var. Tabii tüm hesaplar da her iki taraf açısından kazanmak üzerine. Ama bir o kadar da yanılgı olasılığıyla. Çünkü bir taraf diyor ki şu anda CHP’li belediye başkanlarının olduğu büyükşehirlerin ve illerin birçoğunda, 2014 yerel seçim sonuçlarına göre AKP ile MHP oylarının toplamı CHP’nin aldığı oyların çok üzerinde. Evet, bugün İYİ Parti faktörü var ama buna rağmen CHP’de olan bazı illerde dengeler iktidar lehine değişebilir. Hele de CHP’deki parti içi çekişmeler ve küskünlükler dikkate alındığında...
Buna karşılık diğer taraf ise değil eldekileri kaybetmek, tersine, yenilerini, hatta İstanbul, Ankara gibi en önemli belediyeleri almak iddiasında. Buna
Tahran Zirvesi’nin ardından İdlib’e dönük olası gelişmelerin odağında “provokasyon” beklentisi var. Hem de çok kanallı olarak. Örneğin Rusya ısrarla İdlib’deki teröristlerin kimyasal saldırı provokas-yonundan söz ediyor. Buna göre; bu konuda zaten sabıkalı olan Esad yaptı izlenimi olacak, bu bahaneyle de ABD ve Fransa, Suriye’yi vuracak. Ya da Rusya ve Suriye hava saldırılarına gerekçe üretmek amacıyla İdlib’den kendilerine yönelik tehdit senaryoları geliştirecek... Yine olası bir provokasyon iddiası da doğrudan İdlib’deki Türk gözlem noktalarının hedef alınmasıyla ilgili. Açıkçası İdlib için masadaki çözüm arayışlarını sabote etmek, Suriye’nin ateşini yükseltmek için bölgede at oynatan hemen her ülkenin gizli servislerince her an düğmeye basılabilir. Yani alçakça bir manipülasyon olabilir. Özellikle de Türkiye’yi zora sokmak adına... Nitekim dün konuştuğum eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in öngörüleri de bu yöndeydi:
“Suriye rejim güçleriyle Rusya ve İran radikal, cihatçı grupları İdlib’den çıkarma konusunda operasyonlarını devam ettirecekler ve bu arada tabii ki provokatif hareketler de karşımıza çıkabilir. Hele hele İdlib’deki güvenlik karakolları bölgesindeki Türk
İdlib’de iki türlü süreç var. Biri, Rusya ve ABD’nin destekçileriyle birlikte bilek güreşine döndürdüğü “aleni” kapışma, diğeri o ülkelerin istihbarat servisleri arasında yürütülen “gizli” hesaplaşma. İlkinde herkes açıktan bir şey söylüyor, hatta barışı dillendiriyor ama Türkiye dışında hiçbir ülke kafasındaki gerçek niyetini samimi ve net olarak ortaya koymuyor. İkincisinde ise gizli servislerce her türlü kirli tezgâh, komplo dönüyor ve ülkelerin gerçek politikalarına uygun yönlendirmeler, manipülasyonlar yapılıyor. Yani masadaki söylemlerle sahadaki görüntü asla birbirini tutmuyor. Ki bunun son örneğini dün Tahran Zirvesi’ne saatler kala İdlib’e atılan bombalarla sıcağı sıcağına bir kez daha yaşadık. Evet, ardından son derece şeffaf bir zirve gerçekleşti ve askeri operasyon gibi karar çıkmadı ama bu “Tamam, artık barış” anlamına da gelmiyor. Çünkü verilen sözlere rağmen İdlib’de neyin ne olacağını ve niyesini net olarak kestirmek hayli zor. Özellikle de bölgedeki teröristlerin ülke gizli servislerinin güdümünde olduğu düşünüldüğünde... Nasılını Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:
“Bölgede en etkin olarak İngiliz gizli servisi MI6
İdlib’e saldırılması durumunda bölgede katliam yaşanacağı konusunda Esad ve Rusya dışında tüm dünya ülkeleri hemfikir. Hatta “Suriye Başkanı Beşar Esad Suriye’nin İdlib şehrine düşünmeden saldırmamalı. Ruslar ve İranlılar bu muhtemel insanlık trajedisinde yer alarak derin bir insani hata yaparlar. Yüz binlerce insan ölebilir. Olmasına müsaade etmeyin” şeklindeki görüşünü Twitter üzerinden paylaşan Trump bile. Tabii yersen. Çünkü Trump’ın uyarıları her ne kadar insanlık adına kulağa hoş gelse de aslında daha çok laf olsun diye sarf edilmiş sözler. Hele de aynı ABD’nin 1.5 milyon Iraklı ya da Yemen’de çocuklar öldüğünde hiç sesinin çıkmadığı düşünüldüğünde. Ve de alenen terör örgütü YPG/PKK’yı silahlandırdığı, desteklediği dikkate alındığında. Dolayısıyla da Trump’ın bu sözleriyle İdlib’de ölen ya da olası bir saldırıda ölecek sivilleri düşünmekten ziyade ABD’nin Suriye’de çizilen karizmasını kurtarmaya yönelik hamleler yaptığı çok açık. Nasılını ve niyesini emekli tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu anlatıyor:
“ABD Suriye’de iç savaşın bitmesini istemiyor. Onun gibi İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri de istemiyor. Bunun da birçok nedeni var. Birincisi, eğer iç savaş
Türkiye’nin tepkisine rağmen bugüne kadar terör örgütü YPG/PKK’nın yanında saf tutan ve Suriye’nin kuzeyine binlerce TIR silah gönderen ABD’nin Suruç’un karşısındaki Ayn el-Arab’a (Kobani) yerleştirdiği mobil radar da doğrudan PKK’nın lider kadrosunu korumaya dönük bir hamle. Çünkü kafasını çıkardığı anda teröristlerin tepesine binen Türk SİHA’ları PKK’lılar kadar ABD’yi de panikletmiş durumda. Özellikle de PKK’nın lider takımından, “Mam Zeki Şengali” kod adlı İsmail Özden’in ikinci Kandil denilen Sincar’da nokta atışıyla yok edilmesinden sonra. Yani korku dağları bekliyor... Sincar operasyonunun PKK ve ABD dışında adrese teslim daha başka mesajlar da içerdiğini belirten Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin, nasılını anlatıyor:
“Türkiye’nin yaptığı bu operasyonun bir çok mesajı var. Biri ABD’ye ve terör örgütüne PKK’nın liderlerini vurabilirim mesajı. Diğeri de Türkiye’nin böylesine bir istihbarata ve teknolojiye sahip olmasından rahatsız olan bölge ülkelerine. Çünkü onlar da kontrolündeki bir takım adamları vekalet savaşları için besleyemez barındıramaz, barındırdığı zaman Türkiye’nin vuracağını değerlendirirler. Yine bu operasyon FETÖ ve onu
24 Haziran öncesinde yaptığımız söyleşide Muharrem İnce sonuca dönük tahminini sorduğumuzda şöyle demişti:
“Hata yapmazsam kazanıyoruz.”
Sonuç malum. İnce kaybetti ama aldığı 15 milyon oyla partisi CHP’yi sollamak gibi bir başarı elde etti. Hemen sonrasında da bir TV programında şu özeleştiride bulundu:
“Hatalarımı biliyorum; apolet tartışmasını fazla uzattım. Seçim sonucuna dönük açıklamayı millet benden duymalıydı, bir gazeteciden değil. Orada bir hatam oldu.”
Yani hatalar olmasaydı çok daha iyi olabilirdi. İnce teşhis konusunda son derece başarılı ve samimi ancak reçete uygulama noktasında sıkıntı ya da müdahalede gecikme var. Bu da kendisi açısından oldukça tartışma yaratan bir durum. Özellikle de CHP’de yaşanan gelişmelere bakıldığında. Çünkü görüntü artık koltuk kavgasının da ötesinde Kılıçdaroğlu ile İnce arasında bir kan davası havasında. Biri ülke yönetimine aday gösterdiği kişi için “Parti emanet edilmez” diyor, diğeri attığı tweet’le genel başkanını “yalancılıkla” suçluyor. Açıkçası, hata değil, hatalar zinciri gibi bir durum söz konusu. Dün bu konuyu CHP’nin önde gelen bazı isimleriyle konuştum. Hepsinin de öncelikle kesiştiği ortak tespitler şunlardı:
“İnce’nin tartışmayı
Türk tarihinde ağustos ayının ayrı bir yeri ve önemi var... 26 Ağustos 1071’de Malazgirt Savaşı’nda Sultan Alparslan Bizans ordusunu yenerek Anadolu’nun kapılarını Türklere açtı. Bundan 9 asır sonra 1922’de yine bir 26 Ağustos günü Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir” komutuyla başlayan ve 30 Ağustos’ta Yunan ordusunun bozgunuyla sonlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi Anadolu’nun sonsuza dek Türk yurdu olarak kalacağını tüm dünyaya gösterdi... Bu zaferler ülke olarak kutup yıldızımız konumunda... Her ikisinin ardında meşakkat, çaba, olağanüstü fedakârlık, daha da önemlisi, dâhiyane hazırlanmış bir strateji var. Dahası, Türk ve insanlık tarihi için böylesine önemli sonuçlar doğuran bu iki parlak zaferin aynı ay hatta aynı güne denk gelmesinin yanı sıra güç dengeleri açısından da benzerlikleri söz konusu. Örneğin, hem Malazgirt hem de Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde, Türk ordusu gerek asker gerekse harp malzemeleri bakımından kendisinden katbekat üstün bir güçle çarpıştı ve düşman ordusunu imha ederek kesin zafere ulaştı. Benzerlikler noktasında en çarpıcı olan da Alparslan ve Atatürk’ün hem savaş öncesi hem de sonrasındaki davranışlarının örtüşmesi.
ABD’nin tepesindeki tüm koltukları generaller ve CIA elemanlarına teslim eden Trump örtülü ya da aleni manipülasyon ve operasyonlarla ülkeleri dizayn etmeye çalışırken, Amerikan Federal Soruşturma Bürosu’na (FBI) yakayı fena kaptırdı. Hani dinsizin hakkından imansız gelir derler ya aynen öyle bir durum söz konusu. Çünkü Dışişleri Bakanlığı, CIA Başkanlığı ile ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’daki kritik görevlere atananlar Trump’ın en güvendiği isimler ve generallerdi. Dahası ülkenin en şahinleri olarak biliniyorlardı. O nedenle de bu tablodan çıkarılan ilk sonuç, bundan sonra dünyanın işinin çok daha zor olacağı yönündeydi. Nitekim öyle de oldu. ABD’nin bugüne kadar gizlice yürürüttüğü terör örgütleriyle bağlantısı alenileşti, hatta resmileşti. Ve Ortadoğu hepten ateş topuna döndü. Bu arada Trump’da küstah çıkışları ve tavırlarıyla müttefik, dost demeden bir çok ülkeyi karşısına aldı. Yani CIA ve Pentagon’un gazıyla o da havalandı. Ama sonunda ne oldu? Çok güvendiği CIA ve Pentagon’a rağmen hakkındaki FBI soruşturmasıyla ayakları yere bastı. Şimdilerde ise başkanlıktan alınma ya da istifa olasılıkları konuşuluyor. Açıkçası esip, gürleyen Trump’ın karizması fena halde çizilmiş