Kılıçdaroğlu’nun “Kurultay yok, yerel seçimlere odaklanalım” çıkışı, İnce’cilerin ise “Hiç değilse tüzük kurultayını zorlayalım” inadı nedeniyle fırtınalı ve bol olasılıklı günler yaşayan iki cepheli CHP bayramı genelde sakin geçirdi. Hatta kucaklaşma görüntüleri ve birlik mesajları da geldi. Tabii samimiyet derecesi tartışmaya açık olarak. Çünkü her iki taraf da bayram süresince mevcut durumu tetikleyen sözler etmedi ya da tavır koymadı ama olası hamlelere dönük kulis faaliyetleri de yoğun şekilde sürdü... Dahası, 9 Eylül tarihine odaklı yeni bir muhalefet hareketi iddiaları gündemde. Yani çalkantılı süreç “Nerede kalmıştık” denilip alevlenmek için fırsat kolluyor. Evet, yumuşama, yakınlaşma açısından önümüzdeki günler bağlamında yeni çağrılar ve düğün dernek davetleri gibi gelişmeler de söz konusu ancak bunların da ne kadar etkili olacağı koca bir soru işareti. Özellikle de her iki tarafın karşılıklı restleştiği, yani kılıçların çekildiği düşünüldüğünde. Zira deneyimli politikacılara göre, siyasette en kötü şey budur. Herkes birbirinin hatasını aramaya başlar, makul bir şey söylense dahi karşı taraf itiraz etmenin bir mecburiyet olduğunu düşünür. Şu an CHP’de olduğu gibi...
Kaldı
Bayramda yaptığımız her sohbette ülke sorunlarının yanı sıra Trump’un çılgınlıkları ve pervasızlığına da odaklandık. Özellikle de ne olacak Trump’un bu tavrı ya da sonucu noktasında. Eminim bu bizim dışımızda gelişen sohbetlerde, diyaloglarda da böyle olmuştur. Çünkü bugün hem ülke hem de bölgede yaşanan sıkıntılarda Trump’un ikircikliliği ve garip çıkışlarının payı büyük. Bir kere adam uluslararası ilişkilerde diplomasiyi kullanmıyor, ne düşünüyorsa pat diye Twitter’dan yazıyor. Hem de olur olmaz bir zamanda, saatte... Ya da bir dediği, diğerini tutmuyor. Dahası küstahça tavır ve üsluplarıyla her istediğini yaptıracağını sanıyor. Tabii ülkesine göre de hak ettiği karşılığı anında alıyor. Örneğin rahip Brunson olayındaki çıkışı ve Türkiye’ye yönelik yaptırım saçmalığında olduğu gibi. Dolayısıyla da bayram sohbetlerimizde Trump’a dönük ortak tespit şuydu:
Trump’un devlet adamlığı yetersizliği ve tecrübesizliği çok net. Adam şirket sahibi olduğu günlerdeki gibi söylediği her şey yapılacak sanıyor. Şirkette yönetim kurulu başkanı CEO’ya şunu yap dersin olur ama devletlerarası ilişkilerde böyle olmuyor. Onun içinde karargahı sürekli arkasını topluyor.
Peki Trump neyine güveniyor da
Bayram nedeniyle onbinlerce Suriyeli ülkesine gitti,aralık ayının 31’ine kadar da dönecekler. Aynen önceki bayramlarda olduğu gibi. Gerçi o zamanlarda gidenlerden bazıları ülkesinde kaldı ama büyük çoğunluk bayram tatilinden evine dönen vatandaşlar gibi geri geldi. Dolayısıyla da bu hareketliliğe odaklı giden dönmemeli tartışması yine vizyonda. Muhalefet başta olmak üzere bir kesim diyor ki:
Savaştan kaçıp bir ülkeye sığınan insanın “Hadi ben bir gidip-geleyim” demesinin mantığı yok. Bir mülteci ülkesine dönebiliyorsa ona orada kal denilmeli...
Karşı tezi savunanlar ise bunun insani bir yaklaşım olmasının yanı sıra dönüşü teşvik eden tarafı bulunduğunu da söylüyor. Nasılını da şöyle açıklıyorlar:
Neticede Suriyeli sığınmacılar kendi evlerine dönmek istiyorlar bu onların temel arzuları ama şartların elverişli olup olmadığını da ancak böyle gidip gelerek test ediyorlar. Evet Esad af ilan ettiğini açıkladı, ABD’de son zamanlarda soruna diplomatik çözüm gibisinden sözler ediyor ama insanlar buna inanmıyor, güvenmiyor. Sağlıklı bir haber alamadıkları için hem yakınlarıyla konuşmak hem de durumu bizzat görmek gibi bir arayış içerisindeler.
Özetle; ülkedeki 4 milyon Suriyeli sığınmacının
PKK’nın lider kadrosundan, KCK yürütme konseyi üyesi “Mam Zeki Şengali” kod adlı İsmail Özden’in etkisiz hale getirilmesi Türkiye’nin terörle mücadeledeki kararlılığının yanı sıra imkân ve kabiliyetini de çok net ortaya koydu. Çünkü “Mam Zeki” de birkaç gün öncesine kadar yeri bulunamaz, hele de ikinci Kandil denilen Sincar’da ona kimse erişemez diye gizemli havaya sokulan lider kadrosundaki bir teröristti. Ama ne oldu? İninden kafasını çıkardığı anda onu adım adım takip eden MİT’in elemanları yerini işaretledi, TSK da dünyada ender ülkelerin yapabileceği nokta atışıyla anında temizledi. Hem de Sincar bölgesinde cirit atan ve artık alenen PKK’yı koruyup, kollayan CIA, MOSSAD’a rağmen... Yani MİT ve TSK öyle gizli, öyle seri hareket etti ki bölgedeki ABD ve İsrail ajanlarının dahi haberi olmadı, olamadı. Dolayısıyla da terörist “Mam Zeki”yi kurtaramadılar. Bunda siyasi iktidarın teröre, teröristlere karşı kararlı duruşunun ve verdiği desteğin etkisi büyük. Şöyle ki son dönemde PKK başta olmak üzere tüm terör örgütleriyle ilgili istihbarat faaliyetleri çok ciddi şekilde arttı ve ileri teknoloji kullanılıyor. Örneğin, İHA’lar, SİHA’lar devrede. Bunların yanı sıra, TSK’nın ve güvenlik
Trump’ın küstahça tavrı ve ABD Doları’nda yaşanan spekülatif dalgalanmalar iktidarı, muhalefetiyle Türk halkını birleştirdi. Tıpkı FETÖ’nün 15 Temmuz’daki hain darbe girişiminde olduğu gibi. Dolayısıyla da ABD’ye karşı tepki ve öfke had safhada. Dahası, Doğu’su, Batı’sıyla dünya ülkeleri de Türkiye’nin yanında. Yani Trump bu pervasızlığıyla hepten duvara toslamış durumda. Çünkü dünyada son yıllarda en çok düşman kazanan ülke sıralaması yapılsa, Trump’ın izlediği dış politika nedeniyle ABD birinci çıkar. Evet, öncesinde de durum pek farksız değildi ama Trump’la birlikte bu hepten ivme kazandı. Özellikle de adamın dost, müttefik demeden herkese tehdit sallaması ve yaptırımlar uygulaması nedeniyle. Dün bu durumu ve yaptırımlar açısından Türkiye’deki olası gelişmeleri eski başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı Murat Karayalçın ile konuştum. Öncelikle söylediği şuydu:
“Yaptırımların devreye girmesi tabii ki vahim ama dostlar, müttefikler hatta stratejik ülke olarak birbirlerini adlandıran ülkeler arasında bu sözcüğün kullanılması bile çok vahim. Şu an karşı karşıya olduğumuz sorunun bugüne kadar izlenen iktisat ve dış siyasetten kaynaklanan yönleri var ama bu bugünün işi değil.
ABD’nin Suriye’de görünür-deki önceliği DAEŞ’i yok etmekti. Ama ABD ne yaptı? Teröristlerle mücadele adı altında bir başka terör örgütü YPG/PKK’yı silahlandırıp eğitti, dahası alan açtı, açıyor. Evet bu arada DAEŞ’in toprak hakimiyeti de ortadan kaldırıldı ancak bu teröristler hepten sıfırlandı anlamına gelmiyor. Ki daha 10-15 gün önceki kanlı eylemleriyle yine kendini gösterdi. Yani ABD açısından DAEŞ hala kullanışlı durumda. Dolayısıyla buna terörle mücadeleden ziyade ABD’nin PKK ve DAEŞ ile dansı demek daha doğru. Niyesini dün konuştuğum Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin’in şu sözleri daha da net anlatıyor:
“ABD’nin terörle mücadelesi kendi işine geldiği zaman yani kendisine yönelik bir şey olduğu zaman. Onun dışında ABD bölgede, kaos yaratmak çatışma çıkartmak istediği zaman terör örgütleriyle istediğini yaptırıyor. Ve ABD o terör örgütlerine dokunmuyor. Mesela YPG’ye terör örgütü demiyor. Başkalarına da terör örgütü demiyor. IŞİD’e falan terör örgütü diyor ama onları da istihbarat servisi CIA vasıtasıyla kontrol ediyor.”
Nasıl kontrol ediyor?
“İstihbaratçılar bu terör örgütlerinin, IŞİD’in liderlerini kontrol altına almışlar. Liderlerini
Daha yeni başlıyoruz sloganıyla yarınki olağanüstü kongreye odaklanan İYİ Parti’nin öncelikli hedefi hareketi siyasi bir yörüngeye oturtmak. Çünkü 24 Haziran öncesinde farklı konumlarda nitelendirilen ancak “sandık şokuyla” hem genel başkanlık hem de parçalanma kaosuna sürüklenen İYİ Parti’nin daha doğru dürüst bir yol haritası bile yok. Evet, çıkış noktasında milliyetçi, muhafazakâr, liberal hatta demokratik sol gibi farklı eğilimleri birleştirmeye dönük, Özal’ı anımsatan bir felsefe hevesi vardı ama ortaya çıkan vitrin ve aday görüntüleriyle bunların hepsi havada kaldı. Yani bırak farklı siyasi eğilimleri birleştirmeyi, partinin ana omurgasını oluşturan MHP’den kopanlar arasında dahi kırgınlıklar, küskünlükler patlak verdi. Bu hâlâ da önlenebilmiş değil. Dolayısıyla, İYİ Parti’nin kongreye dönük “Daha yeni başlıyoruz” sloganını duyunca akla gelen ilk soru da şu:
“Bunun içi nasıl doldurulacak? Umduğunu bulamayıp partiden ayrılanlara veya geçmişte göz ardı edilen kırgınlara, küskünlere ‘Hadi gel barışalım, kendimize yeni bir yol çizelim mi’ denilecek? Denilirse de bir yararı olacak mı?..”
Bu konuyu soruştururken öğreniyoruz ki gerçekten böyle bir durum söz konusu, hatta küskünler
İktidar Mart 2019’daki yerel seçimin startını verdi. Muhalefet kanadındaki CHP ve İYİ Parti ise hâlâ kendi iç çekişmeleriyle debeleniyor. Daha doğrusu, muhalefet muhalefette kalmak için elinden ne gelirse fazlasıyla yapıyor. Hal böyle olunca da siyasi kulislerde ister istemez yerel seçimleri öne çekme olasılığı da konuşuluyor. Hatta kasım ayının ikinci pazarı diye tarih ve gün verenler dahi var. Olabilir mi? Siyasette olmaz diye bir şey yok ama göründüğü kadarıyla zor. Çünkü yerel seçimin Mart 2019’dan daha erken bir tarihe alınması için Anayasa değişikliği gerekiyor. Yani tatilde olan Meclis acilen toplanacak, 400 vekilin onayıyla yolu açacak. Yoksa Meclis açıldığında (01 Ekim) yapmaya kalktığında süreç ve yasal zamanlama açısından Ocak ya da Şubat 2019 gibi kara kışa denk gelme durumu söz konusu. Üstelik bir iki ay öne almanın anlamı da yok. Dolayısıyla da erken yerel seçim olasılığına dönük seçenekler açısından kum saati dolmak üzere...
Peki, varsayalım yerel seçimi kasıma çekme yolu açıldı. Bu kime ya da hangi partiye daha çok yarar? Bu noktada baskın tez şu:
İktidar, muhalefet partilerinin bugünkü dağınık ve kargaşa içindeki görüntüsünden yararlanmak için onlara hodri meydan