CHP’de belediye başkanlığı ve belediye meclisleri için aday adaylığı başvuruları yarın sona eriyor ama aday belirleme yöntemi hâlâ flu. An itibarıyla başta İstanbul olmak üzere il ve ilçe örgütlerinden ön seçim talepleri geliyor ancak genel başkan Kılıçdaroğlu “Üye yapısı sağlıklı değil” gerekçesiyle buna pek sıcak bakmıyor. Dolayısıyla da bu açıdan partide sıkıntı var. Özellikle de Kılıçdaroğlu’nun öne sürdüğü gerekçe nedeniyle. Çünkü bu konu sürekli dillendirilen ama düzeltilmesi noktasında bir türlü adım atılmayan bir CHP ritüeline dönüşmüş durumda. Hem de bu konuda yapılan çalışmalara, hazırlanan raporlara rağmen... Örneğin, siyasette çok deneyimli isimlerden olan Murat Karayalçın CHP İstanbul İl Başkanlığı döneminde partinin taşra örgütü için bir model çalışması yapmıştı. Bu çalışma da CHP İstanbul İl Örgütü’nün 26 Aralık 2015’teki il kongresinde iki gün boyunca tartışılmış, sonrasında da oy birliğiyle kabul edilmişti. Buna göre, CHP üyelerinin seçme ve seçilebilme hakkını kullanabilmeleri için eğitim, aidat ödeme, parti etkinliklerine katılım, kıdem gibi bazı ölçütler ile KPSS benzeri bir puanlama sistemi öngörülüyordu. Yani aldığın puan kadar seçme ya da seçilebilme
Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolos-luğu’nda sır olan Cemal Kaşıkçı’nın akıbeti kadar kim olduğuyla da ilgili kafalar karışmış durumda. Çünkü 2 Ekim’de konsolosluk binasına girdikten sonra kaybolduğunda Suudi vatandaşı Kaşıkçı’nın Suudi Kralı’na muhalif yazarlığı ön plandaydı. Aradan geçen iki haftada ise buna CIA başta olmak üzere bir çok ülkenin gizli servisleriyle bağlantı, yani“ajanlık” iddiaları da eklendi. Hatta Kaşıkçı’nın çift taraflı ajan olabileceği dahi konuşuldu, konuşuluyor. Dolayısıyla da öldürülmesi ya da kaçırılmasına neden olan gerekçeler arasında Washington Post’taki rejim muhalifi yazılarının yanı sıra fazlasıyla “casusluk” senaryoları da var. Bunda da Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Gizli Servisi eski başkanının danışmanı ve dünyaca ünlü işadamıAdnan Kaşıkçı’nın yeğeni olmasının payı büyük. Dahası Suudi yetkililerin muhalif gazeteciyi yakalamak üzere kendi aralarında yaptıkları görüşmelerin Amerikan istihbaratı CIA’nın dinlemesine takılması gibi soru işaretleri söz konusu. Yani CIA bir yerleri(!) dinliyor ve olası gelişmelerden bihaber değil... Dün bu durumu MİT Kontrterör Dairesi eski Başkanı Mehmet Eymür’e sordum. Tabii öncelikle de Cemal Kaşıkçı’nın CIA ajanı
Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolos-luğu’na giren ve bir daha haber alınmayan Cemal Kaşıkçı’nın akıbeti hâlâ sır. Böyle bir operasyonun neden konsolosluk binasında yapıldığı da... Çünkü gelenlerin, gidenlerin görüntüleri, kimlikleri ve Kaşıkçı’nın kaybolmasından önce Suudi yetkililerin muhalif gazeteciyi yakalamak üzere kendi aralarında yaptıkları görüşmelerin Amerikan istihbaratı CIA’nın dinlemesine takılması gibi fazlasıyla kanıt var. Hatta henüz ortaya çıkmayanların dışında elde daha fazla bilgi ve görüntü olduğu da söyleniyor. Dolayısıyla da operasyona dönük tespitler daha çok bu kadar iz bırakmanın Suudi gizli servisi açısından “bilinçli beceriksizlik” olduğu üzerine. Tabii bunun bizzat Suudi gizli servisinin tasarrufu mu yoksa bir başka gizli servisin yönlendirmesiyle mi olduğu tartışmasıyla birlikte... Yani başka bir servis de devrede olabilir. Örneğin, dün konuştuğum eski Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin, bu operasyonu planlayanın büyük olasılıkla İsrail gizli servisi MOSSAD olduğunu söyledi. Niyesini de şöyle açıkladı:
“Bu olay planlı programlı, Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri bozmaya yönelik bir tuzak. Nasıl
Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’na giren ve bir daha haber alınmayan Cemal Kaşıkçı’nın akıbeti gibi böyle bir olayın neden bu kadar açık adresli olduğu da merak konusu. Çünkü bu gibi gizemli infaz ya da kaçırılma operasyonları daha çok olağan şüpheliden uzak mekânlarda, yerlerde olurdu. O nedenle de öncelikle failin kim olduğuna odaklanılırdı. Oysa şimdi tam tersi bir durum söz konusu. Yani fail aleni ama kurbanın ne olduğu meçhul. Dahası, örneği olmayan böyle bir olayın nedenleri ve hedefleri konusunda da birçok soru işareti var. Özellikle de olay mahallinin konsolosluk binası olması ve fail olarak doğrudan Suudi gizli servisini işaret etmesi nedeniyle. Dolayısıyla da görüntüde her şey çok açık ama bir o kadar da flu zira hiçbir somut kanıt yok. Hatta iyi hesaplanmış, delil bırakmama üzerine kurgulanmış böylesine bir fiil sonrası, Suudi yönetiminde büyük bir özgüven içerisinde “Hadi bu işi benim yaptığıma dair kanıtları bulun da görelim” gibisinden bir hava var. Dün bu durumu MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’e sordum. Öncelikle de bir devletin dünyanın gözü önünde böylesine bir olaya nasıl yeltendiğinden başlayarak. Yanıtları şöyleydi:
Suudi Arabistan’ın
Türkiye’nin Rusya ile İdlib konusunda yaptığı anlaşma sadece insani bir felaketi önlemedi, aynı zamanda sınırlarımıza ve Avrupa’ya doğru olası bir göç dalgasını da engelledi. Tabii silahsızlandırılmış bölge oluşturulup, terörist grupların bu hattan uzaklaştırılması kaydıyla... Ki anlaşmada öngörülen sürenin(15 ekim) dolmasına bir hafta kala o yönde de önemli gelişmeler söz konusu. Yani teröristler cephe hattından ağır silahlarını çekiyor ve silahsızlandırılmış bölge oluşuyor ama yine de tedirginlik var. Özellikle de bölgeden çekilen teröristlerin nereye gittikleri ve CIA, MOSSAD, MI6,Fransız, Alman, Suudi Arabistan istihbarat servislerinin güdümündeki bazı terörist grupların manipüle edilme olasılığı açısından...Evet ABD Başkanı Trump da Soçi mutabakatıyla İdlib’de büyük bir insani krizin önüne geçildiğini kabullendi ve “Türkiye harika bir iş çıkardı” dedi ama bu sözlerin samimilik kat sayısı oldukça düşük... Çünkü ABD ve yandaşları gerçekte Suriye’de barış değil karışıklık, kaos istiyor. Dolayısıyla da çözüm formüllerinin önünü tıkamak ya da daha sonra Türkiye’yi zora sokmak adına “derin” müdahalelerle güdümündeki cihatçı teröristleri tetikleme olasılığı yüksek. Nasılını emekli
Batman’da şehit düşen 8 aslanımızı daha kalbimize gömdük. Tarifsiz acı ve öfke içindeyiz! Ama bu kalleşliğin hesabının görüleceğinden de eminiz. Bu alçaklığı yapanlar bulunacak ve gereği misliyle ödetilecek... Nitekim siyasi ve askeri irade de bu konudaki kararlılığını çok net ortaya koydu... Tabii bu saldırı nedeniyle yine emin olduğumuz “Fırat’ın doğusuna müdahalenin kaçınılmazlığı ve saldırıya tepki gösteren ama o teröristleri silahlandıran ABD’nin ikiyüzlülüğü” gibi başka noktalar da var. Şöyle ki; TSK, bölücü terör örgütüne dönük yurt içi ve dışında amansız mücadele veriyor. Hedef, son teröristi etkisiz hale getirerek bu işi hepten bitirmek. Yani Mehmetçik artık sadece alan savunması, temizliği ya da kısa soluklu sınır ötesi operasyonlar değil, doğrudan bataklığı kurutmaya odaklı dış saha pres de yapıyor. Hem de gece-gündüz, yaz-kış, dağ-bayır demeden, her türlü tehdit ve tehlikeye karşı. Bu bağlamda da yakın zamanda etkisiz hale getirilen lider kadrodaki isimler ve binlerce teröristle PKK ciddi güç kaybına uğradı, dahası, dağa çıkışlar da azaldı. Hatta bu yüzden örgüt içi kavgalar ve infaz haberleri de geliyor. Dolayısıyla da örgütte bir sıkışma ya da çözülme söz konusu.
Siyasette eline kâğıdı kalemi ya da hesap makinesini alan herkes olası ittifaklar ve Mart 2019’daki yerel seçime dönük öngörülerde bulunuyor. Tabii hepsi de kazanmak üzerine... Ama bir o kadar da yanılgı olasılığıyla... Çünkü siyasette iki kere iki her zaman dört etmediği gibi üç, hatta 5 ettiği de oluyor. Hele de adayların doğrudan öne çıktığı yerel seçimlerde. Yani siz bazen iki partinin oylarını topladığınızda şu olur dersiniz ama öyle bir aday bulur ve sinerji yaratırsınız ki sandık ondan fazlasını doğurur. Ya da tam tersi bir adayla hesaplar altüst olabilir, beklediğiniz oyun çok altında kalabilirsiniz. Ki her ikisine dönük de geçmiş seçimlerde yaşanmış fazlasıyla örnek var. Dolayısıyla da bugünden AKP artı MHP budur veya CHP, İYİ Parti, HDP oylarının toplamı şudur, o nedenle de burada bu kaybeder, bu kazanır demek pek doğru değil. Evet, bunlar fikir vermek, dahası parti örgütlerini ve seçmeni etkilemek adına önemli ama yerel seçimlerin dinamiği daha çok artı bir oy getirecek adaylar üzerine kurgulu. Özellikle de İstanbul, Ankara başta olmak üzere büyükşehirlerde ve bıçak sırtı kaybedilen ya da kazanılan illerde. Zira doğru aday zaten ittifakları sandıkta sağlıyor. Şöyle ki;
Merkel’in “FETÖ’yü PKK gibi terör örgütü ilan etmemiz için daha çok kanıta ihtiyacımız var” sözlerine şaşırdık mı? Hayır. Çünkü Mart 2017’de de Alman gizli servisinin (BND) Başkanı, yine Merkel’in talimatıyla “Darbe girişiminin FETÖ tarafından yapıldığına ikna olmadıklarına” yönelik sıra dışı bir çıkış yapmıştı. Evet o zaman iki ülke arasındaki ilişkiler oldukça gergindi ve bu garip açıklama daha çok ona yorumlanmıştı ama bugünkü ilişkilerin sıcaklığına baktığımızda görüyoruz ki Merkel ilk kez FETÖ tanımını kullanma dışında hala aynı kafada. Tıpkı Pensilvanya’daki çıban başını koruyup kollayan ve Türkiye’nin ısrarlı taleplerine rağmen iade etmeyen ABD gibi... Dolayısıyla Almanya açısından da FETÖ’nün kullanım süresinin henüz dolmadığı çok açık. Hem de 15 Temmuz’daki hainliğin, alçaklığın tüm dünyanın gözleri önünde alenen yaşanmasına rağmen... Yani ABD gibi Almanya da çıkarları nedeniyle teröriste terörist diyemiyor, demiyor. Yoksa yeterli delil yok, ikna olmadık falan hepsi hikâye. Hukuki süreçle ilgili gelişmeleri dün Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski Başsavcısı emekli Albay Ahmet Zeki Üçok’a sordum. Öncelikle söylediği şuydu:
“Delil vardı yoktu tartışmasından ziyade bu