Tahran Zirvesi’nin ardından İdlib’e dönük olası gelişmelerin odağında “provokasyon” beklentisi var. Hem de çok kanallı olarak. Örneğin Rusya ısrarla İdlib’deki teröristlerin kimyasal saldırı provokas-yonundan söz ediyor. Buna göre; bu konuda zaten sabıkalı olan Esad yaptı izlenimi olacak, bu bahaneyle de ABD ve Fransa, Suriye’yi vuracak. Ya da Rusya ve Suriye hava saldırılarına gerekçe üretmek amacıyla İdlib’den kendilerine yönelik tehdit senaryoları geliştirecek... Yine olası bir provokasyon iddiası da doğrudan İdlib’deki Türk gözlem noktalarının hedef alınmasıyla ilgili. Açıkçası İdlib için masadaki çözüm arayışlarını sabote etmek, Suriye’nin ateşini yükseltmek için bölgede at oynatan hemen her ülkenin gizli servislerince her an düğmeye basılabilir. Yani alçakça bir manipülasyon olabilir. Özellikle de Türkiye’yi zora sokmak adına... Nitekim dün konuştuğum eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in öngörüleri de bu yöndeydi:
“Suriye rejim güçleriyle Rusya ve İran radikal, cihatçı grupları İdlib’den çıkarma konusunda operasyonlarını devam ettirecekler ve bu arada tabii ki provokatif hareketler de karşımıza çıkabilir. Hele hele İdlib’deki güvenlik karakolları bölgesindeki Türk askerlerine yönelik provokatif hareketler olursa sıcak çatışmaların tırmanma ihtimali de var. Riskli bir süreç içindeyiz.”
Türk gözlem noktalarına provokatif hareketler derken, kimlerden gelebilir?
“Burada farklı çıkarları olan ABD’den gelebilir. Rusya’dan,İran’dan, Suriye’den gelebilir.”
Kimin yaptığı anlaşılmaz mı?
“Nasıl bileceksiniz. O kadar karmaşık bir bölge ki. Eğer Türkiye’yi işin içine çekmek istiyorlarsa ki Rusya ABD ile Türkiye’yi çatıştırmak ister her zaman için. İran da ABD ile Türkiye’yi çatıştırmak ister ve Türkiye’yi meselenin içine çekmek için böyle provokatif hareketleri yapabilir. Tabii ABD’nin de Astana sürecini baltalamak, Türkiye, Rusya, İran dayanışmasını bozmak için provokatif hareketleri gizli servisi CIA vasıtasıyla veya cihatçılar ya da başka terör gruplarıyla her zaman yapması mümkün.”
Yani dost görünen ya da masada barışçıl çözüm arayışı havası veren ülkeler “derin” hamlelerle Türkiye’yi bir anda zora sokabilir. Tabii aynı durum Tahran Zirvesi’nde dillendirilen ABD’nin, dolayısıyla da PKK/PYD’nin Fırat’ın doğusundan çıkarılma sözleri için de geçerli. Öneş, devam ediyor:
“İran o konuda PKK/PYD meselesini açıklıkla gündeme getirmedi daha ziyade Fırat’ın doğusundaki ABD işgalinin sonlandırılması üzerinde durdu. Tabii ki ABD’nin sonlandırılması PYD’yi de etkileyen bir mesele ama İran ondan ziyade ABD işgalinin sonlandırılması konusunda Türkiye’ye destek verdi...”
ABD’nin oradan gitmesi demek PKK/PYD’nin de gitmesi demek değil mi?
“Değil tabii ki. Rusya’nın tavrı ne olacaktır Suriye rejiminin tavrı ne olacaktır? Bu esas Anayasa görüşmelerinde masada ortaya çıkacak bir tutumdur. Siyasi görüşmelerde Suriye ile PYD’nin veya SDG’nin ilişkileri önemli ve bizim de güvenlik sorunlarımızı etkileyen bir mesele. Suriye rejimiyle ilişki kurmadığımız sürece bu risk karşımızda her zaman olacaktır. Çünkü Suriye rejiminin SDG’yi kuzeyde de konuşlandırır şekilde bir özerklik veya benzer bir adım atması her zaman mümkün. O bakımdan Türkiye’nin Suriye rejimiyle ilişki kurmaması Türkiye’nin masadaki kozlarını zayıf düşürüyor. Ve sanki ABD paralelinde hareket ediyormuş, ABD’nin görüşlerini de dikkate alma eğiliminde gibi bir görüntü veriyor...”