Rus yapımı S-400’ler konusunda Türkiye’ye önceleri “Vazgeç, yoksa” diye yaptırım şantajı yapan ABD şimdi de “Aktif hale getirme” ya da “Başka yere gönder” gibisinden aynı dayatmacı havada. ABD Senatosu’nun aldığı son “skandal karar” da bunun tipik örneği. Yani ABD müttefiklik ve diplomatik teamüllere uygun olmayan, baskıcı, küstah üslubunda ve de hasmane tavrında ısrarcı. Tüm bunlara karşı Türkiye ise bağımsız bir ülke olarak verdiği kararın arkasında duracağını, her konuda olduğu gibi, çok net olarak defalarca yineledi, yineliyor. Hem de olası yaptırım tehditlerine karşı sessiz kalmayacağı vurgusuyla. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “Dayatmayla bir yere varılamayacağını ABD Kongre üyelerinin anlaması gerekiyor. Türkiye aleyhine yaptırım kararı alınması durumunda İncirlik ve Kürecik meselesi de gündeme gelir” resti de atılacak olası adımların işaret fişeği. Dolayısıyla da İncirlik ve Kürecik kozunun önemini ve kapatılması durumunda ABD açısından ne anlama geleceğini irdelemekte yarar var.
Suruç Belediye Başkan Vekili’ne suikast hazırlığındaki PKK/PYD/YPG’lı teröristin takip edilerek yakalanması Türkiye’nin terörle mücadeledeki kararlılığının yanı sıra imkân ve kabiliyetini bir kez daha çok net ortaya koydu. Çünkü terörle, teröristle mücadelede başarı güvenlik güçlerinin donanımı ve kullanılan teknoloji kadar, istihbaratın etkinliğiyle de bağlantılı bir durum. Yani caydırıcılık açısından var olan vurucu güçle birlikte özellikle güvenilir, net bilgi elde etmek ve doğru ya da nokta hedeflere yönelmek de gerekiyor. Hem arananlar listesindekileri paketlemek hem de eylem hazırlığındaki teröristleri harekete geçmeden enselemek açısından. Bu bağlamda da son dönemlerde MİT ve güvenlik güçlerinin iş birliğiyle Şanlıurfa örneğinde olduğu gibi eylem hazırlığındaki çok sayıda terörist yakalandı. Yerleri bulunamaz, hele de kendileri açısından karargâh olarak gördükleri bir yerde onlara kimse erişemez diye gizemli havaya sokulan lider kadrosundaki
Barış Pınarı Harekâtı’yla Suriye’deki oyunu bozan Türkiye, Libya ile işbirliği hamlesiyle de Doğu Akdeniz’deki bütün dengeleri değiştirdi. Yani Türkiye bölgede yine “esas aktör” olduğunu gösterdi ve şer ittifaklarına karşı sahada üstünlük kazandı. Çünkü Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Doğu Akdeniz’de saf dışı bırakma planları bu hamleyle alt üst oldu, çöpe gitti. Yunanistan’ın feryat figan hali, Libya’nın büyükelçisine kapıyı gösterme küstahlığı da bunun çok açık kanıtı. Ancak Atina yönetimi hala Türkiye karşıtı adımlarına devam ediyor ve Türkiye’yi Girit’i haritada yok sayarak anlaşma imzalamakla suçluyor. Dolayısıyla Ankara’nın bu hamlesinin Atina’nın kimyasını da bozduğu ortada. Özellikle de tutarsız ve mantık dışı Girit Adası savı dikkate alındığında. Niyesini Deniz Kuvvetleri Komutanlığı eski Genel Sekreteri ve Washington eski Deniz Ataşesi emekli Kurmay
Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle yıllardan beri düzensiz göçün en uğrak güzergâhlarından biri. Resmi verilere göre, yakalanan düzensiz göçmenlerin sayısında 2013’ten bu yana artış var. 2013 yılında 39 bin 890 olan yakalanan düzensiz göçmen sayısının 2018 yılında 268 bine çıktığı görülüyor, bu yılki rakam ise şu an 420 bin ile 430 bin arasında. Bu göçmenlerin bazıları Türkiye’yi hedef ülke olarak değerlendirirken, önemli bir bölümü ülkemizi transit ülke olarak görüyor.
Dolayısıyla da Türkiye 4 milyonu Suriyeli sığınmacı olmak üzere sahip olduğu yüksek miktarda mülteci nüfusun yanında göç hareketlerinin geçiş güzergâhında bulunmasıyla da kilit ülke konumunda. Özellikle de AB ülkelerinin sınır güvenliği açısından. Çünkü bu insanların öncelikli hedefi Ege Denizi’ni geçerek önce Yunanistan’a ve oradan da İtalya, Almanya ve Fransa gibi daha gelişmiş AB ülkelerine ulaşmak. O nedenle de
Türkiye, neredeyse 40 yıldır PKK terörüne karşı mücadele veriyor. Son dönemde buna DAEŞ ve FETÖ de eklendi. Yani Türkiye üç terör örgütüyle aynı anda mücadele eden tek ülke. Buna karşın ABD ve Avrupa ülkelerinin özellikle PKK ve FETÖ ile ilgili tutumu müttefiklik ilişkisine çok açık aykırılık içinde.
Çünkü terör örgütünün adı DAEŞ oldu mu herkes safları sıklaştırıyor, PKK ve türevleri YPG/PYD ya da FETÖ denildiğinde ise kimseden çıt çıkmıyor. Bunun en somut örneğini de NATO’da yaşıyoruz, adamlar onları terör örgütü olarak görmüyorlar bile. Aksine, yekten sahiplenme, koruma, kollama gibi bir durum söz konusu. Dolayısıyla, şu anda YPG/PKK ABD’nin mi yoksa Fransa, İngiltere, Almanya’nın mı müttefiki belli değil. Dahası, bu kirli ilişkinin bir de Rusya ayağı var. Yani terör örgütü herkesle ilişkide ve kimin kimi kullandığı da flu. Dün bu durumu Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski başkanı, Em. Korg. İsmail Hakkı
Sınırının hemen ötesinde bir terör gücü oluşturulmasına seyirci kalmayacağını Barış Pınarı Harekâtı’yla çok net ortaya koyan ve bu konudaki duyarsızlığı nedeniyle üyesi bulunduğu NATO’ya tepki gösteren Türkiye’ye verilen yanıt bundan önce yaşanan her gerilimde olduğu gibi bildik yuvarlak sözler:
Türkiye, NATO için önemli bir ülke. Ya da Türkiye önemli katkılarda bulunan değerli bir NATO müttefikidir...
Yani NATO üyesi ABD’nin desteğiyle palazlanan terör örgütü PYD/YPG/PKK’nın bir başka NATO üyesi Türkiye’nin bekasına yönelik bir tehdit oluşturması umurlarında bile değil. O nedenle de hem NATO hem de üyeler ABD’nin aleni gönderdiği binlerce TIR dolusu silah ve terör örgütünü devletleştirme çabalarına karşı tam anlamıyla üç maymunu oynadılar, oynuyorlar... Bu da genellikle “NATO’nun patronuna üyeler ne diyecek” diye yorumlanıyor. Ancak Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un son “Türkiye hem Suriye operasyonunu oldubittiye
Türkiye’nin Irak politikasının temel amacı, bir terör örgütü olarak tanımlanmasına rağmen küresel ve bölgesel aktörlerin doğrudan ya da dolaylı destekleriyle onlarca yıldır varlığını sürdüren ve kendisine yeni alanlar bulan PKK terör örgütünün tamamen ortadan kaldırılması. Nitekim bu bağlamda son dönemdeki en geniş çaplı hava harekâtlarıyla terör örgütüne ağır darbeler indirildi. Pençe harekâtları kapsamında da Irak’ın kuzeyinde terörist temizliği ve sığınak imhaları gerçekleştirildi, gerçekleştiriliyor. MİT ve TSK senkronizasyonuyla Kandil ve Sincar’daki nokta operasyonları da devam ediyor. Dolayısıyla da Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başbakanı olduktan sonra ilk resmi ziyaretini Türkiye’ye gerçekleştiren Mesrur Barzani’nin, terör örgütü PKK’nın Sincar ve Irak’ın başka bölgelerindeki varlığını onaylamadıklarına dönük açıklamaları kritik önemde. Hele de Barzani’nin istihbaratçı kimliği ve terörle ortak
15 Temmuz hain darbe girişiminden bu yana Fetullahçı Terör Örgütü’yle yapılan mücadelede önemli mesafeler kat edildi. Geldiğimiz nokta itibarıyla FETÖ’nün çok önemli güç kaybına uğradığı ve bunun da devlet faaliyetlerinde, devlet yapısında pozitif bir durum ortaya çıkardığı açık. Özellikle de Silahlı Kuvvetler, emniyet teşkilatının operasyonları ile istihbarat ve yargıda. Nitekim TBMM’de devam eden Plan ve Bütçe Komisyonu toplantılarında da her bakanlık sırayla 2020 yılı bütçe sunumunu yaparken bu konudaki son rakamları ve gelişmeleri de veriyor. Bu bağlamda da hafta başında Adalet Bakanı Gül sunum yaptı ve “15 Temmuz’dan bu yana meslekten çıkarılan hâkim ve Cumhuriyet savcısı sayısı 3 bin 926’dır” dedi. Yani yargıda da ciddi anlamda bir temizlik söz konusu. Ancak bu tam anlamıyla örgüt deşifre edildi anlamına gelmiyor. Hele de kendini örten FETÖ’cülerin varlığı ve derinden faaliyetlerini sürdürdüğü iddiaları dikkate alındığında. Nasılını Hava Kuvvetleri