Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan gerilim doğrudan terör örgütleriyle bağlantılı. Daha doğrusu, ezeli dost ve müttefik(!) ABD’nin teröristlerle olan anlaşılmaz ilişkilerine odaklı. Yani lafa geldiğinde “teröre ve teröriste” karşı olduğunu söyleyen ABD samimi olsa sorunlar aşılacak. Ama ABD ne yapıyor? Hem PKK/PYD/YPG’ye hem de FETÖ’ye alenen ve inatla kol kanat geriyor. Dahası, onlara terör örgütü demeyerek, legal havası da vermeye ya da yutturmaya çalışıyor. Üstelik de ısrarlı bir şekilde. Çünkü ABD Dışişleri Bakanlığı’nın her yıl yayımladığı Terörizm Ülkeler Raporu’nun 2018 versiyonundaki PKK’nın Suriye uzantısı YPG’nin terör örgütü sayılmaması ve Fetullah Gülen’in de terörist başı değil, sürgündeki din adamı olduğu gibisinden skandal tespitler bir önceki yılda da vardı. Dolayısıyla da ABD’nin hukuk mukuk takmadığı ve teröristleri pervasızca, resmen koruma, kollama kararlılığı çok açık. Bu durumda akla gelenlerin başında da “Terör örgütüne, teröristlere böyle destek vermek, yardım yataklık yapmanın ulusal ve uluslararası hukukta suç teşkil edip etmediği” var. Dün bu durumu Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski başsavcısı, emekli Albay Ahmet Zeki Üçok’a sordum. Yanıtı şuydu:
“ABD 1979 yılında Nikaragua’da iktidara karşı ‘Kontra’ gerillalarını desteklemiş, silah ve eğitim verdiği suçlamasıyla yargılandığı Uluslararası Adalet Divanı’nın 27 Haziran 1986 tarihli kararında, 3’e karşı 9 oyla tazminata mahkûm olmuştu. Yani terörizme destek veriyorsun diye mahkûm edilmiş bir ülke. ABD bugün aynısını Suriye’nin, Irak’ın içindeki PKK/PYD/YPG’lilere yapıyor. Silah ve eğitim desteği veriyor. 40 bin TIR silah gönderdi. Bir sürü özel harpçileri PYD/PKK’lılarla iç içe, yan yana. Bunlar Nikaragua’dakilerle bire bir aynı olaylar. Yani burada da hukuki yol var ama artık öyle bir dünya olduğunu sanmıyorum. Uluslararası Adalet Divanı’na şikâyet edersiniz, oradaki yargılama süreçleri devam eder ama oradan bir şey çıkmaz. Çünkü dünya siyasetine veya dünyadaki olaylara etki edebilecek bütün kurumların omurgasını ABD teşkil ediyor. O yüzden de ABD’nin istemediği bir kararı alabileceğini beklemek zor.”
Ya suçluların iadesi anlaşmaları gereği Fetullah Gülen ya da Mazlum Kobani kod adlı terörist başlarının Türkiye’ye verilme olasılıkları?
“ABD ile 1980 yılında imzaladığımız, suçluların iadesi anlaşması var. Fakat ABD kendi çıkarlarına hizmet ettiği sürece dünyanın en kanlı örgütü de de olsa onun için temiz savaşçı der. En alçak örgütü o ülkede darbe yapıyor olsa da ona sürgündeki imam der. Çünkü şu anda Mazlum Kobani’nin başında bulunduğu terör örgütüne Ortadoğu’daki politikaları açısından, yine FETÖ’ye de dünyanın 169 ülkesinde yapmış olduğu faaliyetler nedeniyle ihtiyacı var. O yüzden bunlara asla ve kata terörist, terör örgütü demez. Ama o demedi diye bunların terörist olmadığı anlamı da çıkmaz.”
Peki, bu durumda Türkiye ne yapacak? Örneğin terörist başlarına bulundukları, görüldükleri yerde fiili müdahale ya da paketleme söz konusu olabilir mi? Üçok devam ediyor:
“MİT’in ve kolluk güçlerimizin müşterek operasyonlarıyla dünyanın pek çok ülkesinden FETÖ’cüleri ya da diğer terör örgütü üyelerini getiriyoruz. Ama bunu her ülkede yapamayabilirsiniz, yani ABD ya da AB ülkelerinden bunları getirmek size daha başka problemler yaratabilir. O nedenle, öncelikle ülkelerin halklarına haklılığınızı anlatmanız şart. Onları ikna etmek hükümetleri ikna etmekten daha kolaydır. O yüzden de tabii ki bize hukuksal sorunlar yaratmayacak yerlerde diğer yöntemi yapabiliriz ama bu palyatif tedavi. Aslolan, haklı olduğunuzu bütün dünyaya kabul ettirmek. Nasıl ki Barış Pınarı Harekâtı’nda AB’nin 28 ülkesi, ABD bize işgalci falan diyordu fakat biz hem ABD ile hem Rusya’yla anlaşma yaptık ve artık bize orada işgalci diyen yok. Bu bizim haklılığımızı anlatmanın bir yoluydu. Benzer yöntemleri FETÖ konusunda da yapmalıyız. Bunun için de o ülkelerin insanlarına kendimizi anlatmamız lazım. Bunu FETÖ’cüler ABD’de şiddetle bizim aleyhimize yapıyor. Dolayısıyla, özellikle ABD ve AB ülkeleri başta olmak üzere yepyeni bir lobi sistemi kurmalıyız...”