Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle yıllardan beri düzensiz göçün en uğrak güzergâhlarından biri. Resmi verilere göre, yakalanan düzensiz göçmenlerin sayısında 2013’ten bu yana artış var. 2013 yılında 39 bin 890 olan yakalanan düzensiz göçmen sayısının 2018 yılında 268 bine çıktığı görülüyor, bu yılki rakam ise şu an 420 bin ile 430 bin arasında. Bu göçmenlerin bazıları Türkiye’yi hedef ülke olarak değerlendirirken, önemli bir bölümü ülkemizi transit ülke olarak görüyor.
Dolayısıyla da Türkiye 4 milyonu Suriyeli sığınmacı olmak üzere sahip olduğu yüksek miktarda mülteci nüfusun yanında göç hareketlerinin geçiş güzergâhında bulunmasıyla da kilit ülke konumunda. Özellikle de AB ülkelerinin sınır güvenliği açısından. Çünkü bu insanların öncelikli hedefi Ege Denizi’ni geçerek önce Yunanistan’a ve oradan da İtalya, Almanya ve Fransa gibi daha gelişmiş AB ülkelerine ulaşmak. O nedenle de Türkiye’nin düzensiz göç ve insan kaçakçılarına karşı verdiği amansız mücadele aslında doğrudan AB ülkelerini ilgilendiren bir durum. Nitekim bu NATO’nun son Londra toplantısında da liderlerin gündemindeydi ve dünkü Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı ile İçişleri Komiseri’nin Ankara’yı sebeb-i ziyareti de buydu. Ancak onların hâlâ bu işin ciddiyetini ne kadar anladığı noktasında bazı soru işaretleri var. Hele de mücadelenin sorumluluğu ve maliyetini sadece Türkiye’nin üzerine yıkmak niyetleri dikkate alındığında. Yani onların kafasındaki tek çözüm formülü, bu insanlar ya Türkiye’de kalsınlar ya da geldikleri yerlere siz gönderin muhabbeti... Bunun ne anlama geldiğini, zorluklarını İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır (eski BM Mülteciler Yüksek Komiserliği Dış İlişkiler Sözcüsü) anlatıyor:
“Geri göndermeyi sözel olarak çok kolay kullanıyoruz ‘Yakala bunları gönder’ diye ama birçokları kimliklerini falan yok ediyorlar. Dolayısıyla, hangi ülkeye göndereceğini belirlemek çok zor oluyor. Şu anda tespit yöntemi olarak beyan ya da başka belgelere bakılıyor. Örneğin, Türkiye’ye gelmeden önce İran’da yediği bir lokantanın ya da kaldığı otelin makbuzu veya yolcu bileti gibi. Dün Meclis’te kabul edilen yasayla ise artık cep telefonları, bilgisiyar ve diğer elektronik aletleri inceleme imkânı da var. Çünkü insanlar geldikleri yerlerle haberleşiyorlardır.”
Hiçbir şey yoksa?
“O zaman tıkanma oluyor. O insanlara ‘Bak ülkene göndereceğiz, yoksa burada perişan olacaksın’ gibi ikna yöntemi uygulanıyor ya da tahminen bu insan şu ülkeden gelmiş diyorsun ama ülkenin konsolosluğu ‘Yok, bizden gelmedi’ diyor. Bunu tespit etmek için şimdi belli yöntemler geliştiriliyor. Avrupa’da da kullanılan, tek başına belirleyici olmayan ama mesela dil analizi dediğimiz bir yöntem de kullanılmaya başlanacak.”
Ya kimliği, ülkesi belli olanlar?
“Onlar için de durum sıkıntılı. Yani Afganistan’dan ya da başka ülkeden gelenlerin hepsini uçağa bindirip göndermenin kuralları var. Öncelikle bir süreç işliyor o ülkeyle haberleşeceksin, dolayısıyla pat diye, ‘Bir uçağa koydum, o ülkeye geri gönderdim’ diyemiyorsun. Bu uzun bir süre alıyor, bir de bunun masrafı var. Dolayısıyla, geri gönderme merkezlerinde sayı artıyor ve bu büyük bir baskı yaratıyor.”
Yani düzensiz göçmeni bırak yakalamayı, kimliğini veya ülkesini tespit etmek, ettiğinde de geri göndermek ayrı bir dert. Hele de Avrupa’ya gitmeyi kafaya koymuş, bunun için de her şeyi göze almış birisini. Peki, nasıl oluyor da Avrupa ülkeleri bu konunun önemi ve kendilerine yönelik tehdidin farkında değiller ya da olamıyorlar? Çorabatır devam ediyor:
“Tabii ki farkındalar ve herkes endişeli. Çünkü bugün insanlar Irak’ta ve İran’da da sokaklara döküldüler. Dolayısıyla, Türkiye kontrolleri gevşetirse diye Avrupa’da panik var. Onun için de bu konuda Türkiye ile önemli çalışmalar yapılıyor. Mesela entegre sınır yönetimi diye hem doğuda hem batıda epeydir süren bir proje var. Parmak izi, göz okuma gibi birçok dijital sistem geliştiriliyor. Yani bir geçiş noktası olduğu için Türkiye’ye özel ilgileri var. Mesela Merkel ısrarla pek çok sorunu, Suriye konusunu da Türkiye ile görüşmeden çözemeyiz diyor...”