2020’yi herkese mutluluk, sağlık temennileriyle karşıladık ve ülkenin hararetli gündemine döndük. Bugün olağanüstü toplanacak Meclis’te Libya’ya asker gönderilmesine ilişkin tezkerenin oylaması var. Ve bu görüşmenin de oldukça hararetli, hatta sert geçeceği açık. Çünkü bu tezkerenin doğruluğu ve yanlışlığı konusunda saflar eski yılda olduğu gibi yine zıt kutuplar havasında. Dolayısıyla, öncelikle ülkemiz için hayırlısı ne ise o olsun diyelim ve tezkerenin kabulü durumunda da Libya’ya gidecek Silahlı Kuvvetler’in tüm unsurlarına muvaffakiyetler dileyelim. Yolları açık olsun. Hiçbirinin ayağına taş değmesin. Gittikleri gibi sağ salim geri dönsünler.
Sonra da her hal ve şartta ülkesi için canını feda etmekten kaçınmayan TSK’nın imkân ve kabiliyetiyle Libya’ya asker gönderme konusu da dahil son dönemlerde yaptığı hamlelerin detaylarına odaklanalım. Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:
“TSK’nın ülke savunması
2020’de Türkiye’nin İdlib odaklı karşılaşabileceği iki tehdit var. Biri yeni bir göç dalgası ki şu anda Rusya ve Esad’ın saldırıları nedeniyle İdlib’deki ailelerin Türkiye sınır hattına yakın bölgelere kaçışı sürüyor. Diğeri ise bölgedeki El Kaide, El Nusra, DAEŞ/IŞİD, Heyet-i Tahrir el Şam, Huraseddin gibi radikal terör gruplarının sınırımızdan sızıp içimize girme olasılığı… Özellikle de bir sığınmacı akınından yararlanarak. Çünkü bunlar büyük ihtimalle Türkiye’ye kaçacaklar o gruplar içerisinde belki Suriye vatandaşı olanlar orada kalabilir ama diğerleri Uygurlar falan kaçacaklar. Ya da Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı harekâtlarıyla Türkiye’nin kontrolünde olan bölgelere gelebilirler. Evet, sınırlar ve kontrol altındaki bölgeler iyi korunuyor ama kıyafetlerini değiştirip, saç sakal tıraşı olup sivil halkın arasına katılan teröristi tespit etmek zor. Ve bu teröristlerin Türkiye’de gizli hücreler oluşturması gibi ciddi bir tehdit söz konusu. Hele de
Cumhurbaşkanı Erdoğan “Meclis açılır açılmaz ilk iş asker gönderme tezkeresini gündeme getireceğiz” diyerek, Libya’ya asker gönderme tartışmasında noktayı koydu. Bu arada Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti’nden de “Türkiye’den kara, hava ve deniz olmak üzere üç alanda askeri destek talebi” haberleri geldi... Yani Türk askeri Libya’ya gidiyor. Dolayısıyla, günlerdir süren gider mi, gidecek mi tartışması da artık gönderilecek askerin nasıl olacağı ya da ne anlama geleceği boyutuna evrildi. Bu bağlamda da kararın doğruluğu ve yerindeliği kadar muharip asker gönderilmesinin sakıncaları ve sıkıntı yaratacağına dönük öngörüler de söz konusu. O nedenle, Türkiye ile Libya arasında imzalanan ve 21 Aralık tarihinde Meclis’te kabul edildikten sonra Resmi Gazete’de de yayımlanan güvenlik ve askeri iş birliği mutabakatının ne anlama geldiğini irdelemekte yarar var. Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:
“Türkiye oraya savaşmak için asker
Havadan ve karadan bombaların yağdığı ve her gün onlarca sivilin öldüğü İdlib’de gözyaşı ve göç görüntüleri değişmiyor. Değişmesi de zor çünkü Rusya, rejim güçlerini kullanarak İdlib’deki tansiyonu yükseltiyor. Aynı durum ABD için de geçerli. O da katliama karşıymış havası veriyor ve saldırıları kınıyor, ama gizliden de CIA ve onun kan kardeşi MOSSAD aracılığıyla bölgedeki radikal örgütleri manipüle ediyor. AB ülkeleri ise tam anlamıyla seyirci konumunda. Yani Türkiye’nin dışında kimsenin aklında insanlık trajedisi falan yok. Ve tam anlamıyla oyun içinde oyun gibi bir durum söz konusu. Dolayısıyla, tüm bunlar da İdlib’deki gerginliği ve sadece Türkiye’yi değil, Avrupa’yı da etkileyecek göç hareketliliğini tetikliyor. An itibarıyla da bombalardan kaçan on binlerce insan sınıra dayanmış durumda. Olası gelişmelerle ilgili öngörüler de oldukça tedirgin edici. Özellikle de bölgedeki 30-40 bin silahlı teröristin varlığı
Fetullahçı Terör Örgütü’ne yönelik yürütülen soruşturmalar ve açılan davalar sebebiyle yurt dışına kaçan ve haklarında yakalama kararı olan çok sayıda kişi var. Bunların hepsi de kendilerine kucak açan ülkelerin hamiliğinde Türkiye aleyhine faaliyetlere devam ediyorlar. Üstelik de Türkiye tarafından ısrarla yinelenen iade edilme taleplerine rağmen... Yani başta ABD ve Almanya olmak üzere birçok AB üyesi ülke FETÖ’cüleri yekten korumaya almış durumda. Adamlar Avrupa’da müze açıyor, konferanslar düzenliyor, kitaplar, raporlar yayınlıyorlar. Avrupa Parlamentosu’na gidip konuşmalar yapıyorlar. Dahası iade edilmemek için yaptıkları iltica talebi taktikleri de ivme kazanmış durumda... Hem FETÖ’cülerin talepleri hem de onları koruyup kollayan ülkelerin buna olumlu yaklaşımları açısından. Ki bunun son örneğini daha bir kaç gün önce Hollanda’nın da “mültecilik” taleplerine yaktığı yeşil ışıkla yaşadık… Dolayısıyla da mültecilik
Libya’ya asker gönderme olasılığıyla birlikte TSK’ya bağlı düzenli birlik yerine tıpkı ABD ve Rusya’da olduğu gibi özel askeri şirketler bünyesindeki paralı asker seçeneğini tartışmaya başladık. Bu bağlamda konuşan üst düzey emekli asker, strateji uzmanı hemen herkesin ortak görüşü de “doğru ve yerinde” olacağı, hatta geç bile kalındığı yönünde. Hem savaş şekilleri de değişen dünyada ülkelerin sahada artık ordularıyla değil, kurdukları veya destekledikleri güvenlik şirketleriyle (Wagner ve Blackwater vb.) faaliyet gösterdikleri realitesi hem doğrudan resmi asker göndermenin olaya fiilen katılma gibi yaratacağı riskler açısından. Dolayısıyla, önümüzdeki günlerde özel askeri şirketler konusunun daha bir ivme kazanacağı açık. Öncelikle de henüz olmayan yasal düzenlemelerin yapılması bağlamında. Yani ihtiyaç ve şart denilen özel askeri şirket seçeneğinin yolu kısa vadede açılabilir. O nedenle nasıl ve kimlerden olabilir konusunu irdelemekte yarar var. Eski Genelkurmay İstihbarat Daire
Türkiye hem sahada hem diplomaside peş peşe yaptığı stratejik hamlelerle Suriye’de olduğu gibi Doğu Akdeniz’de de dengeleri altüst etti. Tabii yine her kirli oyunun baş aktörü konumundaki ABD’ye rağmen... Hem de Amerikan Senatosu’nun Türkiye’yi S-400 füzelerinden dolayı cezalandırmak, Rum ve Ermeni lobisiyle beraber Türkiye ve KKTC’ye karşı Rumlara silah ambargosunu kaldırmak gibi son derece tehlikeli hamlelerinin olduğu bir dönemde... Yani Türkiye kararlı ve dik duruşuyla ABD ve onun güdümündeki ülkelere bir kez daha “Ben olmadan hiçbir denklem kurulmaz” mesajını verdi. Dolayısıyla da bildik “ABD bunun farkında değil mi?” tartışması yine gündemde. Bu bağlamda da son yıllarda ABD ile yaşanan her gerilimde görüş belirten askeri ve istihbari kaynakların kesiştiği nokta şu:
“ABD’nin Türkiye’den vazgeçme lüksü yok. Türkiye çok büyük bir devlet. Askeri açıdan NATO’nun ikinci büyük ülkesi. NATO’nun stratejik hedefleri içerisinde coğrafyası
Kâğıt üstünde ABD ile Türkiye müttefik, hatta stratejik ortak. Aynı ittifakta, yani NATO’da yer alıyorlar. Ancak ABD’nin tavrına ve attığı adımlara baktığınızda bırak müttefikliği tam anlamıyla hasmane bir görüntü söz konusu. Özellikle de S-400’ler ile Barış Pınarı Harekâtı nedeniyle Türkiye’ye yaptırım uygulanmasına dönük hamleleri ve Temsilciler Meclisi’nden sonra, Senatosu’nun da aldığı skandal soykırım kararları dikkate alındığında... Ki bunlarda Türkiye aleyhine çalışan ve şimdilerde ortak hareket eden ABD’deki FETÖ’cüler ile Ermeni, Yahudi, Kürt lobilerinin, yani şer ittifakının payı da büyük. Çünkü onlar da birebir markajla ABD’nin yürütme ve yasama organlarını etkileyip dizayn etmeye çalışıyorlar. Nasılını Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski başsavcısı, emekli Albay Ahmet Zeki Üçok anlatıyor:
“ABD’deki FETÖ’cüler, Ermeniler, Yahudiler PKK’lılar hep birlikte bu tasarının geçmesi için tanıdıkları senatörlerle