İçişleri Bakanlığı’nın Danimarka ile gerçekleştirdiği “eşleştirme” (twinning) projesi çerçevesinde telefon dinlemeleri konusunda oluşturulan “performans kriterleri” raporunun ikinci bölümünde, özellikle teknik araçlarla yapılan gizli izlemelere ilişkin tanımlamalar oldukça dikkat çekici.
Türkiye’de, devlet ve istihbarat birimlerinin dinleme, izleme çalışmalarını nasıl bir çerçeveye oturtmaları gerektiği açıkça tanımlanan raporun kalan bölümlerini şöyle özetleyebiliriz:
* Teknik araçlarla gizli izleme:
1. Teknik araçlar kullanılarak yapılan gizli izleme, önlenmesi düşünülen suçun işlenmesi noktasında “somut bir tehlike” söz konusu olduğunda gerçekleştirilir. (Teknik araçlarla izleme faaliyeti için de önlenmesi düşünülen suç, iletişimin denetlenmesini haklı kılan CMK 250. maddede belirtilen suçlardan biri olmalıdır.)
2. İletişimin denetlenmesinden farklı olarak gizli izleme tedbirine ancak hakim kararı ile başvurulabilir. (“Gecikmesinde sakınca olan bir durum var” gerekçesiyle başka bir merci bu tedbire başvurulmasına karar veremez. Kanunda açıkça ifade edilmese de kolluk kuvvetleri, hâkime sundukları talep mektubunda somut gerekçeleri belirterek neden bu tür bir tedbirin
Telefon dinlemeleri 2000’li yılların başından itibaren hayatımızın “değişmez bir parçası” haline geldi.
Geçen hafta, telefon dinlemelerinin teknik olarak nasıl yapıldığını konusunda bilgilendirme yapmıştım.
Bu hafta, İçişleri Bakanlığı’nın önemli bir çalışmasından kesitler vereceğim.
İçişleri Bakanlığı, AB müktesebatı kapsamında Danimarka İçişleri Bakanlığı ile “twinnig” (eşleştirme) projeleri yürüttü.
Bu kapsamda, bir çalışma grubu, Danimarkalı mevkidaşlarıyla İçişleri Bakanlığı’nın AB’ye uyumunun sağlanması çerçevesinde raporlar hazırladı.
2012’de kitapçık haline getirilen bu raporlardan biri ise Prof. Dr. Mesut Bedri Eryılmaz’ın kaleme aldığı “Telekomünikasyon yolu ile yapılan iletişimin denetlenmesi, diğer istihbarat faaliyetleri ve MOBESE kameralarının kullanımı” başlıklı kitapçık oldu.
Kitapçıkta, telefon dinlemelerinde aranacak faktörler ve “olması gereken” performans kriterlerine yer verildi.
17 Aralık operasyonu sonrası yükselen tansiyon bir türlü inmiyor.
Bu süreçte en çok tartışılan konulardan biri de telefon dinlemeleri.
Son 15 yıldır yürütülen önemli adli soruşturmalarda, telefon dinleme tutanakları, soruşturmaların içeriğinden daha fazla değer bulur hale geldi.
Devletin güvenlik birimlerinin sistematik telefon dinleme uygulamaları 1970’li yılların öncesine kadar uzanıyor.
Sayısal haberleşme sistemlerin gelişmeye başladığı 1990’lı yılların ortalarına kadar, telefon dinlemeleri hep PTT santralleri üzerinden yapılıyordu. Telefonu dinlemeye alınması planlanan kişiye ait telefon hattı, abonenin bulunduğu bölgedeki PTT santralindeki görevlilerin gözetiminde hattın fişinin paralel sisteme takılmasıyla gerçekleşiyordu.
Halen kullanılan “fişin takılması” ve “fişin çekilmesi” deyimleri buradan doğdu.
Dijital sistemler olarak adlandırılan sayısal iletişim sistemlerinin gelişmesi, telefon dinleme sistemlerinin de modernleşmesini sağladı.
Hükümet ile Fethullah Gülen cemaati arasındaki gerilim sürüyor.
17 Aralık’ta rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla başlayan süreçte hükümet hemen karşı atakla cemaate yakın olduğu bilinen bürokratlara görevden el çektirmeye başladı. Yasal düzenlemeler için düğmeye basılırken, kabine yenilendi.
Tam da bu sırada, İstanbul’daki 2. soruşturmayla çatışma ortamı “tavan” yaptı. Hükümete yakın kaynaklar Erdoğan’ın seçimlere kadar yeni bir “dalga” hareketinin gerçekleştirileceği beklentisi içinde olduğunu açıkça dile getiriyorlar.
Süreç bu kadar bir şiddetli çatışma ortamıyla devam ederken, Hatay’dan gelen haberle tansiyon tavan yaptı.
MİT’in Suriye’ye silah taşıdığı iddiasının gündeme gelmesinin ardından gerek Başbakan Erdoğan, gerekse yeni İçişleri Bakanı Efkan Ala birbirinden sert açıklamalarda bulundu.
Bakan Ala, şüpheli TIR’la ilgili kamuoyuna “devlet sırrı” değerlendirmesini ortaya koydu.
Bu açıklamadan sonra Hatay Valisi Celalettin Lekesiz’in imzaladığı talimat yazısı ve olay yerine giden Kırıkhan Cumhuriyet Savcısı’nın hazırladığı olay yeri tutanağı sosyal medya üzerinden kamuoyunun gündemine yerleşti.
Yerel seçimlere üç ay kala baş gösteren büyük kriz hız kesmeden devam ediyor.
Gerilimi yüksek ortamın 17 Aralık operasyonuyla boyutlanması, emniyet teşkilatını da “hedef” haline getirdi.
İstanbul merkezli operasyon sonrasında İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu ve Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde görevli müfettiş grubu, 17 Aralık operasyonunun “arka planını ortaya çıkarmak” için görevlendirildi.
Müfettişlerin büyük bölümü İstanbul’da çalışmaya başlarken, bir bölümü de Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü’nde araştırmalara başladı. Ankara’daki çalışmanın merkezini Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi oluşturuyor. Müfettişler, KOM Dairesi’nin 17 Aralık operasyonundan haberinin olmadığı iddiasının gerçekten doğru olup olmadığının izini sürerken, İstanbul’da ise görevden alınan polis müdürlerinin kamuoyunda büyük yankı uyandıran operasyonda herhangi bir yöntem hatası yapıp yapmadıklarını özellikle soruşturma dosyası üzerinden detaylı biçimde araştırıyor.
Güncel tartışmalar sürerken, daha önce bu sütunda gündeme getirdiğim, EGM İstihbarat Dairesi’ndeki kayıp cihazlarla ilgili inceleme de henüz sonuçlanmadı.
Emniyet İstihbaratı’ndaki bu incelemede, daha önce bazı
İstanbul’da başlatılan 17 Aralık operasyonunun yansımaları sürüyor.
Siyasi tartışmalar bir yana, soruşturmanın kriminal boyutuyla ilgili gelişmeler çarpıcı.
Operasyonun başladığı günden bu yana, emniyet müdürü, vali, başsavcı ve İçişleri Bakanı’nın daha önceden bilgilendirilmemiş olması nedeniyle de ciddi bir tartışma başladı.
Önce atama dalgası başladı, ardından 2005’ten bu yana yürürlükte olan Adli Kolluk Yönetmeliği, “görülen lüzum üzerine”, acilen değiştirildi. Yeni düzenlemeyle, bundan sonra operasyon yapılmadan önce kentin emniyet müdürü, valisi ve gerekirse İçişleri Bakanı’nın bilgilendirilmesi sağlanacak.
Ancak, gözden kaçan bir nokta var; bu uygulamaya yön veren Ceza Muhakemesi Kanunu’nda değişiklik yapılmadı. Yönetmeliğin yasaya uyumlu olması zorunluluğu düşünüldüğünde, yönetmelik değişikliği pratikte kolaylık sağlayabilir ama hukuki açısından sıkıntı doğurabilir.
Yeni iddia
Yerel seçimler ve dershanelerin kapatılması merkezinde esen iç siyaset rüzgârları, çözüm sürecini şu günlerde ikincil konuma getirdi.
Hükümet ve BDP, neredeyse bir yılı dolacak olan süreci her ne kadar kendi açılarından farklı biçimde değerlendirse de değişmeyen tek durum PKK’nın kış üslenmesiyle birlikte yeni dönemdeki hareket tarzını geliştirme çabalarının devam etmesi olarak görülüyor.
Çözüm sürecinde, “PKK’nın silahlı unsurlarının sınır dışına çekilmesi” koşulunun sadece yüzde 20’sinin gerçekleşmesi; hükümeti en çok rahatsız eden olgulardan biriydi. Bu çerçevede, çekilmenin durdurulması talimatının kimden ya da nereden geldiği sorusunun yanıtı oldukça önemli hale geldi.
Ülkede yaşanan farklı gündeme karşın, PKK ve çözüm sürecini yakından takip etmeye devam eden güvenlik birimleri, bu sorunun yanıtını “Abdullah Öcalan” olarak tespit etti.
Güvenlik bürokrasisinin elde ettiği bilgilere göre, çözüm sürecinin başlamasıyla birlikte, silahlı unsurlarsınır dışına çıkarılması talimatını PKK yönetimine ileten Öcalan, istediği adımların hükümetçe atılmadığını gerekçe göstererek bir süre sonra bu kez çekilmenin durdurulması yönünde talimatını Kandil’e ulaştırdı.
Böylelikle
5 Aralık günü, Türk kadınlarına seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 79. yıldönümüydü.
İç ve dış siyasi gündemin karışıklığı, hak ettiği biçimde kutlanamamasına yol açtı Türk kadınının bu kazanımının.
Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte Türk kadınının hak ettiği yeri kazanmasını hedefleyen Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, 1926’da kabul edilen Medeni Kanun’u esas alarak 1930’da kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkını kazandırdı. Ardından Türk kadınına, 1932’de muhtar, köy ihtiyar heyetlerine seçilme hakkı verilirken, nihayet 5 Aralık 1934’te “Kadınlara seçme ve seçilme hakkı” tanındı.
Böylelikle, Türk kadını 5 Aralık 1934’ten itibaren Türk siyasi yaşamında kendisine yer bulmaya başladı.
Aktif kadın siyasetçilerle tanıştı Türkiye; Tansu Çiller Türkiye’nin ilk kadın Başbakanı oldu.
Ne var ki başta TBMM olmak üzere yerel yönetimlerde kadınların yüzdesi oldukça gerilerde hâlâ.