Türkiye’nin gündemi oldukça hareketli. Suriye’de devam eden süreç, dış siyasetin öncelikli gündem maddesi olmaya devam ediyor. İç siyasette ise; hükümetin dershanelerin kapatılmasına yönelik yasal düzenleme çalışmasına başlamasıyla baş gösteren gerilim günden güne boyutlanıyor.
İki gündem maddesine eklenecek “çok önemli” bir madde daha var: Yerel seçimler.
Hükümetin yaptığı yasal düzenlemeler sonucunda yeni bir yapıya bürünen yerel yönetimlerin yeni başkanlarının belirleneceği 2014’deki seçimler Başbakan Erdoğan açısından büyük önem taşıyor.
Belediyecilikten gelen Erdoğan, kanımca; kaybedeceğini bildiği yerlere bile “yüksek profilli” adaylar koyarak kümülatif parti oy oranını yükseltmenin, böylelikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerine daha kuvvetli bir altyapıyla girmenin hesaplarını yapıyor.
Belediyelerin röntgeni
Bilindiği gibi hükümet, yeni düzenleme sonrasında ülke genelindeki büyükşehir belediyesi sayısını 16’dan 30’a çıkardı. Mevcut büyükşehir belediyelerine, Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Ordu, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van “yeni” büyükşehirler olarak eklendi. Ayrıca, şehirler artık “bütünşehir” olarak
Taksim’deki Gezi Parkı’nda başlayan ilk protesto eylemlerinin üzerinden altı aya yakın bir süre geçti.
Türkiye, 1 Mayıs’ta Taksim’de yaşanan olayların etkisi daha soğumadan, 28 Mayıs gününden itibaren Gezi Parkı sürecini yaşadı.
İstanbul ve Ankara’da başlayan protesto eylemleri dalga dalga tüm ülkeye yayıldı.
Sadece devletin ilgili kurumlarının değil, sokaktaki vatandaşın da hiç beklemediği bir süreçti, bilançosu ağır oldu.
Gezi Parkı eylemlerinin “artçıları” halen görülüyor.
Bu dönem, devlette de bir travma yarattı.
İstihbarat eksikliğinin yanısıra, başta polisin konumu olmak üzere devletin bu işlerle ilgili kurumları tartışmaların odak noktasını oluşturdu.
Suriye’de çatışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Gerek Esad yönetimi, gerek rejim karşıtları binlerce insanın yaşamını yitirmesine neden olan bombalı eylemleri arka arkaya gerçekleştiriyor.
Suriye, son dönemde dışarıdan gelen pek çok yabancının “savaştığı” bir bölge haline geldi.
Örneğin Almanya’da yayımlanan Süddeutsche Zeitung gazetesi, Almanya’da “Deso Dogg” adıyla tanınan eski rap’çi Denis Mamadou Gerhard Cuspert’in, “Türkiye’de bir intihar saldırısına katılacağı”nı öne sürdü.
Ünlü Alman gazetesinin geçen hafta okurlarıyla paylaştığı bu bilgiyi, Pro 7 televizyon kanalı da izleyicilerine duyurdu.
Her iki etkin yayın organı haberlerinde, “2010’da İslamiyeti seçerek adını ‘El-Almani Ebu Talha’ olarak değiştiren eski rap’çi Denis Mamadou Gerhard Cuspert’in 2012’de El Kaide’ye bağlı “Global İslamic Media Front” adlı yapı içinde yer aldığı ve temmuzdan bu yana Suriye Devlet Başkanı Esad karşıtlarıyla savaşmak için Suriye’de bulunduğu” bilgisine yer verdi.
Aynı haberde, Cuspert’in son dönemdeki terörist faaliyetleri çerçevesinde Türkiye’deki Alman temsilciliklerine bomba yüklü araçlarla saldırı yapacağı belirtildi.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kalbi olarak tanımlanan İstihbarat Dairesi Başkanlığı’nda sular durulmuyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın makam odası ile çalışma ofisinde bulunan ve yasadışı dinleme iddialarına neden olan “böcek”lerden sonra başlayan hareketlilik henüz bitmedi.
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın İçişleri Bakanlığı döneminde Kastamonu Emniyet Müdürlüğü’nden Ankara’ya getirilerek Emniyet İstihbaratı’nın başına geçen Ömer Altıparmak’ın mevcut İçişleri Bakanı Muammer Güler tarafından görevden alınmasıyla başlayan atama ve soruşturma fırtınasına yenisi eklendi.
Gözden düşen başkan
Emniyet İstihbaratı’nın başındayken Emniyet Genel Müdürü Mehmet Kılıçlar’ın “yakın çalışma ekibi”nin en önemli isimlerinden olan Altıparmak, istihbarat birimindeki kadro değişikliği sonrasında gözden düştü.
Altıparmak’ın yerine getirilen Engin Dinç ve ekibinin geçmişe yönelik başlattığı ön incelemeler özellikle eski başkan Altıparmak’ın son bir yılı üzerinde yoğunlaştı.
Hükümetin başlattığı çözüm süreci kapsamında PKK’nın faaliyetlerini yakından izlemek amacıyla Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan’ın önerisiyle kurum bünyesinde MİKM (Müşterek İstihbarat Koordinasyon Merkezi) kuruldu.
MİT’in sekretaryasında çalışmalarına hızla başlayan merkezin bir tek faaliyeti var:
İstihbaratla ilgili kurumların elde ettikleri bilgileri koordine etmek ve işlevsel hale getirmek.
İşin gerçeği, hükümet, kurumların elde ettiği istihbaratı tek elde toplayabilmek amacıyla dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın isteği doğrultusunda Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nı kurmuştu.
Ancak, zaman içinde görüldü ki istihbaratçılar, sivil bürokratların da görev yaptığı KDGM’ye çok sıcak bakmadı. İstihbarat paylaşımını istenen verimliliği tutturamadı.
MİT’te özel birim
Hükümetin, Kürt sorununu çözüme kavuşturmak amacıyla başlattığı süreç, son dönemde zorlukla yürümeye başladı.
Gerek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın değerlendirmeleri, gerekse başta Abdullah Öcalan, BDP ve Kandil’deki örgüt yönetiminin sert açıklamaları bunu gösteriyor.
İzlenim, her şeyin pamuk ipliğine bağlı olduğu yönünde.
Öcalan, Kandil’in açıklamalarına karşın daha temkinli hareket etmeyi tercih ederken, hükümet bir yandan gelişmeleri izliyor, bir yandan kimsenin bu barış ortamını bozmaya hakkının olmadığı mesajını veriyor. PKK’ya göre ise bu söylemler, yerel seçimlere kadar “zaman kazanmak” amacını taşıyor.
Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi olarak adlandırılan çözüm sürecinde devlet ile PKK arasında adı konulmamış bir ateşkes uygulanıyor.
Öcalan’ın talimatıyla başlatılan örgütün silahlı kadrolarını sınır dışına çekmesi hükümetin istediği ölçüye ulaşmadı.
Hükümetin, “Operasyon yapılmayacak” yönündeki adımına karşın örgütün sadece yüzde 20’lik bölümünün Kuzey Irak’a çekilmesi, farklı yaklaşımların bu süreçte gelişmesine yol açtı.
Gün geçmiyor ki kadına yönelik şiddet haberlerini gazetelerde okumayalım, televizyonlarda seyretmeyelim.
Aile içi şiddet ya da kadına yönelik şiddet olarak tanımlanan olaylar gündelik yaşamımızın ayrılmaz parçası haline geldi.
Elbette, günümüzde iletişimin ileri boyutlara ulaşması bu olayların kamuoyu gündemine gelmesini daha da kolaylaştırıyor. Kimi zaman gazetelerin üçüncü sayfalarında tek sütun olan kadına yönelik şiddet haberleri, kimi zaman olayın içeriği ve tarafların kimliği nedeniyle büyük puntolarla manşetlerde karşımıza çıkıyor.
Hikâyeleri birbirinden farklı kadınlara biçilen rol ise hep aynı.
Üç ayrı fail profili
Erkek egemen bir toplum olduğumuzu yansıtacak biçimde, resmi kayıtlar ve kamuoyuna yansıyan olaylar, erkeklerin kadınlar üzerindeki baskısını gözler önüne seriyor.
Hükümetin büyük önem verdiği demokratikleşme paketinin yankıları sürüyor.
Paketin “olumlu” yansıma bulması beklenen Kürt cephesinde ise farklı görüşler hâkim. Halkın bir bölümü olumlu bulurken, BDP ve seçmen tabanı, “yetersiz” değerlendirmesi yapıyor.
Bütün bu tartışmalar sürüp giderken, çözüm sürecinin en önemli ama sessiz aktörlerinden Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığı, geçtiğimiz günlerde güvenlik bürokrasisiyle ilgili kurumlara önemli bir yazı gönderdi.
Aynı zamanda PKK’nın faaliyetlerini yakından takip eden devletin bir numaralı istihbarat kurumu olan MİT, bu yazısında, PKK’nın artık kurumsallaşmaya gideceğinin sinyallerini verdi.
MİT’e göre, PKK’daki bu değişimin ilk aşaması geçen temmuzda Kuzey Irak’ta gerçekleştirilen 9. Genel Kurul’da alınan bir kararla başlatıldı.
KCK’nın Kandil’deki yönetiminde yer alan Cafer kod adlı PKK’lı, bu toplantı sonunda KCK mali alan genel sorumluluğuna getirildi. Daha önce, örgütün ekonomik ve mali birim sorumlusu olan Rubar kod adlı Hüseyin Boyraz’ın da Cafer kod adlı yöneticiye bağlı olarak mali birimde görev yapmaya devam etmesi kararlaştırıldı.