Songül Hatısaru

Songül Hatısaru

songul.hatisaru@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Usta oyuncu Güven Kıraç’ın başrol oyuncuları arasında yer aldığı aksiyon-komedi, ‘Şeytan Tüyü’ bu cuma vizyona giriyor. Kendisi bugünlerde Emre Karayel ile kapitalizmi sorgulayan, insan zaaflarının ön planda olduğu ‘Kredi’ adlı tiyatro oyununda da döktürüyor. İspanyol yazar Jordi Galceran’ın yazdığı oyun toplumsal olarak saplanılan borç batağı ve banka kredilerini komedi formunda ele alıyor.

Güven Kıraç, Masumiyet, Takva, Duvara Karşı gibi izleyeni ‘dürten’ ve ‘rahatsız eden’ filmlere ruh katmış bir oyuncu. Hayatın içinden, her gün gördüğümüz, yaşamımızın bir parçası olan ‘arıza tiplere’ can verdi. Öyle ki onu izlerken, türlü kurnazlıklarına, hak yemelerine maruz kaldığımız ‘günlük arızaları’ hatırladık ve hepsinin şahsında Güven Kıraç’a ‘iyi dileklerimizi’ gönderdik! Elbette ki izleyicide yarattığı bu yoğun duygular, onun ‘malzemesini’ nasıl en küçük hücresine kadar analiz edebildiğinin bir göstergesi. Yüz yüze geldiğinizde de bu analiz yeteneğinin altında gerçek bir entelektüel birikim olduğunu görüyorsunuz.

Haberin Devamı

Güven Kıraç’la ‘Kredi’den yola çıkarak tüketim-tasarruf alışkanlıklarını, oyunculuğa bakışını, yeni filmini ve yeni ‘rolü’ babalığı konuştuk.

- Borç batağına batmış insanları anlatan Kredi adlı oyununuzu izlerken sizinle konuşmak isteyen, dertlerini anlatan seyirciler oldu mu?

Katalan yazar Galceran gündelik hayat içinde insanın zaaflarından çok etkilenen, onun üzerinden oyunlarını kuran bir yazar. Kredi isteme meselesiyle başlayan oyun kadın erkek meselesine evriliyor. Oyun yazarın, İspanya ekonomik krizinden biraz etkilenerek, bir parça öncesinde öngörerek yazdığı bir metin.Finansal düzenin bir gün batacağını söylediği önerme oyunda hissediliyor. Bütün bankaların borçlu olduğu ve bir gün batacağına işaret eden bir oyun. Sonra buradan kadın erkek ilişkilerine sıçrıyor. Ama zaten paranın etkilemediği hiçbir alan yok dünyada, her şeye nüfuz ediyor, paranın erozyonunun altında hepimiz kalıyoruz. Seyircilerden, “Ben de borçlanmıştım, insanın başına gelmez zannediyor ama herkesin başına her an her şey gelebiliyormuş” diyenler oldu.Öyle paylaşımları çeşitli yerlerde aldık. “Ben kendimi gördüm sayenizde” dedi birisi Ankara’da mesela. Öğretim okulda olur ama eğitim ailede başlar. Müsrif bir çocuk mu yetiştiriyorsunuz, paylaşımcı bir çocuk mu, az ile yetinen bir çocuk mu, bir şeyin kıymetini bilen bir çocuk mu… Bunlar anne babanın tasarrufunda daha çok... Çocuk ne görürse oradan yürüyor, küçücük bir çocuğa siz binlerce liralık bir şey alırsanız onu çok sıradanlaştırırsınız.

Haberin Devamı

‘Yokluğu bilirdik

- Sizin evde durum nasıldı? Yoksunluğunu çektiğiniz şeyler oldu mu?

İşçi ailesinden geliyorum, böyle çok müreffeh bir durumumuz yoktu. Kimseye muhtaç değildik ama muz yemenin kıymetini bilirdik mesela. Pahalı bir meyveydi çünkü. Almanya’daydık daha önce, muz daha erişilebilir bir şeydi orada. Türkiye’ye geldiğimizde muzun öyle olmadığını gördük. Bunu ayrımsadım tabii çocuk olarak hemen. O meyveyi daha dikkatli tükettim, simgesel bir hale geldi.

- Sizin para ile ilişkiniz nasıl? Kaç kredi kartınız var mesela?

Haberin Devamı

Tek kart üzerinden gidiyorum. Biraz hesaplı kitaplı gitmeye gayret ediyorum. Ama keyfimden kısmak çok arzu ettiğim bir şey değil, bambaşka şeylerden kısıp iyi yemekler yemek, iyi yerlerde bulunmak üzere kurarım hayatımı.

- Tasarruf alışkanlığınız var mı?

Var, var. Bozuk paraları da mesela bir yere koyarım. O bile tatlı bir heyecan oluyor, kaç para olmuş burada diye sayıyorum mesela. 30 lira olmuş misal, çok mutlu oluyorum. Bunun dışında büyük büyük de biriktirmeye gayret ediyorum. Eğer o yılki kazancım yüksek düzeydeyse onun en az yüzde 50’sini koymaya gayret ediyorum.

İyi koca yuvadan çıkar

- Siz peki evde nasıl bir adamsınız? Yemek yapar mısınız, çoraplarınızı toplar mısınız?

Büyük keyiftir benim için yemek yapmak, ruhuma da iyi gelir.Çorapları toplamak ne kelime, evi toplarım. Ben çok düzenli yetiştim. Almanya’da geçti çocukluğum, yuvada büyümüş bir çocuğum. Annem babam orada işçilerken hep yuvaya gittim. Sonra İstanbul’a geldik, Eczacıbaşı’nda işçi olarak çalıştı annem, burada da Eczacıbaşı’nın yuvasına gittim. Yuva kültürü aldığında sabah kalkınca yatağını düzeltirsin, pijamalarını katlarsın, ben de bu alışkanlıkları büyük bir sadakat ile bu yaşıma kadar getirdim. Hiçbir şeyimi de bir tarafa atarak bırakmam. Yuvalar çocuk yaşta insanlara birtakım yaşamsal şeyleri kazandırıyorlar.

- Yuvaya gitmiş adamdan iyi koca olur diyebilir miyiz o halde?

Sadece etrafı toplamak bir kadına yeterse, iyi koca olmak tanımının içine sığarsa evet diyelim buna. Ama kadınlar serseri sever, benim bildiğim öyle.

‘Sulu komediye hayır dedim’

- Filminiz vizyona giriyor. Sizin tiplemeleriniz genelde böyle ufak ufak köylü kurnazlıkları yapan, hayatın içinde küçük küçük üçkağıtlar açan rollerdi. Bu filmde nasıl bir rolünüz var, farklı mı tipleme?

Şener Abininkiler (Şen) de öyleydi. Matrak bir komiseri oynuyorum. Kendi muhitinden bir çocuğun üstüne birtakım cinayetler kalmış, işi gereği bunlara ciddi bir şüphe ile yaklaşmak zorunda. Ben onu kendi meşrebimce tatlı, matrak bir komiser yapmaya çalıştım. Aksiyon komedi filmi, kovalaması çok. Düzeyli bir senaryosu olduğunu düşünüyorum. Ben komedi filmlerine öyle çok göz kırpan bir oyuncu değilim. Kariyerim çoğunluğu dramatik işlerden oluşur, zaten Masumiyet ile başlamış bir serüven var. Takva, Duvara, Karşı, Gönül Yarası hepsi dramatik roller daha çok. Bu benim herhalde üçüncü komedi filmim. Enteresan bir şekilde insanların kafasında, dramatik roller oynadığım halde, komedyen algım da var. Bir şekilde yıllar içinde tesisi etmiş olduğumu görüyorum bunu da. Her zaman söylerim, evet dediklerimden ziyade, hayır dediklerimle varım. Şimdiye kadar yapılmış, sulu diyebileceğim bir sürü komedi filmi teklifleri aldım ama onların hepsine hayır dedim.

‘Oyuncu öyle çok ortalarda görünmemeli’

- Son derece yetenekli bir oyuncusunuz ama fiziksel özellikleriniz, halk arasındaki ‘artist’ tanımının çok uzağında. “Bir de şöyle 1.85 boyum olsaydı” diye iç geçirdiğiniz oldu mu hiç?

Bundan dolayı hiç hayıflandığımı hatırlamam. Dustin Hoffman gibi 1.62 boyundaki bir aktör gelip Hollywood’da Marlon Brando’yu tahtından indirdi. Yapımcılar bize değiştiğimiz için para ödüyorlar. “Al şu parayı bana pilotmuş gibi yap, al şu parayı ressammış gibi davran” diyorlar. Bir oyuncunun önündeki en büyük engel yeni bir şey yaratmak değil, önceki yaptıklarını unutturmak. Yoksa koy herkesi yakışıklı, makışıklı neyse onlar kendileri gibi dolansınlar kameranın önünde. Bir esprisi yok.

- Sizi çok fazla ortalarda da görmüyoruz. ‘Unutturma’ stratejisinin bir parçası mı bu?

Oyuncu biraz merak edilen olmalı diye düşünüyorum. Çok ortalıkta olursanız mesela ben Güven Kıraç’ı çok servis edersem, o talk show senin, bu mecmua benim dolanırsam ortalıkta çok fazla, bindiğim dalı keserim. Çünkü benim işim her seferinde Güven Kıraç’ı unutturmak, öyle bir iş bu. Çünkü ben istiyorum ki benim Asım komiser olduğuma inanın. Herkesin en çok kıymet verdiği en en tepede olarak düşündüğü ne var? Tanrı! Ve biz onu hiç görmüyoruz. Ama hep var mı? Hep var. Biraz az görünmek lazım. İngilizler, ‘hiç oynamamak en iyi oynamaktır’ derler. Konservatuar yıllarından beri peşine düştüğüm cümle bu benim.

‘Eğitim sistemi sorunlu Berlin’e gidebiliriz’

- 48 yaşındasınız. 11 aylık çocuğunuz var. İlk gençlik döneminde aktif bir şekilde yanında yer alamama korkusu yaşıyor musunuz, hayata geç kaldığınızı düşünüyor musunuz?

Çok yüksek bir enerjimin olduğunu hissediyor ve düşünüyorum. Biyolojik olarak eğer ciddi ve sıkıntılı bir hastalık içine girmezsem böyle bir enerji sorunu olacağını düşünmüyorum. Maya, Dünya Tiyatrolar Günü’nde 1 yaşına basacak. Oyuncu babaya hediye olarak geldi.

- Maya’nın eğitimi için plan yaptınız mı?

Okul olmasa mı diye düşünüyoruz. Waldorf diye bir sistem var Almanya’da. Eğitimi reddederek başka bir sistem kurmuş Waldorf. Böyle bir yuvarlak masa etrafında bütün çocuklar oturuyor. Sınav yok, ders yok, ödev yok. Daha birey olmaya ve at gibi koşturulmadan sen birinci geleceksin algısı yaratmadan çocuğun yeteneklerini ortaya çıkarmaya yönelik bir sistem. Kimi çocuğun zehir gibi matematik zekası var, kiminin plastik sanatlara eğilimi var, kiminin belki sesi çok iyi. Bir sürü ıvır zıvır şeyi yapmadan orada yetkinleşmesini ve sivrilmesini sağlayacak bir yol haritası çiziyor çocuğa. Bunu araştırıyoruz. Maya’yı alıp Berlin’e gitmek daha mı iyi olur diye diye düşünüyoruz. Yazları da tekrar İstanbul’da bulunmak. Ben çalışıyorken Başak’ın orada olması, düşünüyoruz bunları. İki üç yıl sonrasını tam öngöremiyorum tabii bugünden ama eğitim sistemine yönelik kaygılarım var.