Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ortadoğu’da Türkiye’yi de yakından ilgilendiren ilginç gelişmeler yaşanıyor. Washington önümüzdeki birkaç yıl zarfında Suudi Arabistan’a 60 milyar dolar tutarında silah satılacağını açıkladı. Paketin daha Kongre’den geçmesi gerekiyor, ama Amerikan basınına bakılacak olursa bu açıdan sorun beklenmiyor.
ABD için bugüne kadar en büyük silah satışını temsil eden bu paketin içinde F-15 savaş jetleri, Apache saldırı helikopterleri ve füze savunma sistemleri gibi ileri teknoloji ile donatılmış çok yetenekli silahların olduğu belirtiliyor.
Askeri ve sivil gözlemciler Suudi Arabistan’ın bu sistemleri İran’a karşı savunma amacıyla aldığını belirtiyorlar. “Suudi Arabistan, İran’dan gelen ciddi bir tehdit hissetmeseydi bu kadar parayı harcamazdı” diyorlar.
Türkiye’den pek görülmüyor bu ama İran’ın Ortadoğu’da her taşın altından bir şekilde çıkıyor olması, sadece Suudi Arabistan’da değil, bölge genelinde endişe ve huzursuzluk yaratıyor. Özetle, Tahran rejimi, sadece Washington’da değil, kendi bölgesinde de istikrarı tehdit eden bir unsur olarak görülüyor.
Bu bağlamdaki diğer ilginç gelişme ise, İsrail’in ABD tarafından Suudi Arabistan’a yapılacak bu rekor düzeydeki silah satışı karşısında hiç ses çıkarmaması ve sessizliği ile bu satışı adeta onaylamasıdır.
Bundan da kolayca İsrail’in Suudi Arabistan’ı tehdit olarak algılamadığını çıkarabiliriz. Yoksa ABD’deki Yahudi lobisi, bu ülkeye satılması planlanan 60 milyar dolar tutarındaki modern silah sistemleri karşısında kıyameti çoktan koparmıştı.
ABD’nin bölgede Suudi Arabistan dışında işbirliği yaptığı diğer önemli Arap ülkelerinin arasında Mısır, Ürdün, Kuveyt ve Katar var. Bu arada FKÖ lideri Mahmud Abbas’ın kontrolündeki Filistin toprakları da bu gruba dahil. Washington bu ülkelerle zaten var olan ilişkilerini, geleceğe dönük olarak stratejik anlamda derinleştirmeyi amaçlıyor.
Bu ülkeler de buna fazlasıyla razı görünüyorlar, zira İran hepsi açısından İsrail’den daha büyük bir tehdit olarak algılanıyor şu anda. Böylece bölgedeki Müslüman ülkeler arasındaki kutuplaşma, tehlikeli bir silahlanma yarışı ile giderek daha da belirginleşiyor.
Bugünkü Ortadoğu’ya baktığımızda, bir yanda ABD yörüngesinde olan Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve Katar’ı görüyoruz. Diğer yandaysa İran, Suriye, Sudan gibi ülkeleri ve bunların destekledikleri Hamas ve Hizbullah gibi radikal örgütleri görüyoruz.
Peki, Ortadoğu’daki siyasi varlığını artan bir şekilde hissettirmeye çalışan Türkiye’yi bu bölünmede nereye yerleştirmek gerekiyor? Hükümet yetkililerine soracak olursanız, doğal olarak, ”biz hiçbir gruba dahil değiliz, tüm ülkelerle ilişkimiz iyi” diyecekler.
Buna rağmen dışarıda, İsrail’in de büyük gayretleriyle, Türkiye’yi İran ile aynı kefede gösterme çabaları tam hızıyla sürüyor. Reuters ajansına konuşan Amerikalı yetkililerinin, Türkiye’yi, İran’a karşı mali yaptırımlardaki “zayıf halka” olarak ilan etmelerini de bu çerçevede değerlendirmek mümkün.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında New York’ta yaşanan randevu polemiği ise Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin yakın zamanda düzelmeyeceğini tekrar gösterdi. Bunu hem Washington, hem de ABD’nin yörüngesinde olan Ortadoğu ülkeleri not etti.
Bu durumda Türkiye’nin, Washington’un zorlamasıyla yeniden başlayan Ortadoğu barış müzakerelerine bir katkıda bulunması olasılığı düşük görünüyor. Türkiye’nin İsrail ile bölgedeki herhangi bir ülke veya grup arasında arabuluculuk yapma potansiyeli de yok şu anda.
Bu durumda, Ortadoğu’da önemi giderek arttığı sık sık tekrarlanan Türkiye’nin bölgede yaşanan bu gelişmelerin tam olarak neresinde olduğunu merak etmemek elde değil. Çünkü bölgedeki gelişmeler, her şey bizim dışımızda cereyan ediyormuş gibi bir görüntü veriyor. Galiba da öyle...