Yoğun iç gündeme rağmen Türkiye’nin başını çok ağrıtacağa benzeyen füze kalkanı konusuna nihayet ayıracak zamanı bulduk. Bu proje Ankara ile ABD arasında ideolojik bir hal almaya başlayan görüş farklılıklarını tekrar ortaya çıkarma potansiyeline de sahip.
Konunun 19-20 Kasım’da Lizbon’da yapılacak olan ve ittifakın önümüzdeki 10 yıllık “savunma konsepti”nin kararlaştırılacağı NATO zirvesinin de ana gündem maddelerinden biri olacağı artık belli oldu. Türkiye’nin o zamana kadar, Batılı müttefiklerinde var olan “eksen kayması” endişelerini daha da körüklememek için çaba sarf etmesi gerekeceği aşikâr.
İşin özündeki sorunu anlamak aslında zor değil. Bu nedenle meseleyi teknik ayrıntılara boğmaya gerek yok. Ankara, füze kalkanının İran’a karşı olmasını istemiyor. NATO belgelerinde İran’dan söz edilmesine de karşı. “NATO’nun kendisine yeni düşmanlar yaratmaması gerektiğini” savunuyor.
Ankara’ya göre füze kalkanının misyonu, “kolektif savunma anlayışı” çerçevesinde ve ülke ismi verilmeden genel olarak tanımlanması gerekiyor. ABD adına yapılan açıklamalar ise, isim verilse de verilmese de bu projenin ilk etapta, nükleer silah peşinde olduğu varsayılan İran’ı hedeflediğini açıkça gösteriyor.
İran NATO üyelerinin önemli bir bölümü tarafından da, “yakın geleceğin ana tehdit unsurlarından biri” olarak görülüyor. Türkiye ile müttefikleri arasındaki “ideolojik görüş farkı” ise burada devreye giriyor. Zira AKP iktidarı İran’ı bir “tehdit unsuru” olarak görmüyor.
İşin içinde tabii “Rusya boyutu” da var. Türkiye aslında NATO belgelerinde İran gibi Rusya’dan da söz edilmesini istemiyor. Fakat Rusya ile İran’ın durumları biraz farklı. Moskova da aslında, “füze kalkanı bana karşı” diyerek ABD’nin gerçekleşmesi için çaba sarf ettiği bu projeye karşı çıkıyor.
Fakat uzmanlar Rusya ile sorunun daha çok siyasi olduğunu belirliyorlar. Nitekim, İran için böyle bir şey asla söz konusu olamayacakken, NATO Rusya’yı da füze kalkanı projesine davet etmiş bulunuyor. Lizbon’a da davet edilen Rusya’nın bu konuda henüz renk vermemiş olması ise dikkat çekiyor.
Moskova’nın, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Bulgaristan gibi füze kalkanı konusunda hevesli olan eski uyduları üzerindeki siyasi etkisini iyice kaybetmekten hoşnutsuz olduğu kaydediliyor. Bu ülkelerin de zaten füze kalkanı projesini ilk etapta Rusya’ya karşı güvence olarak gördükleri sır değil. Ana kaygıları İran olmasa bile bu yüzden Washington’ın dümen suyundan gidiyorlar.
Öte yandan, belgelerde ismi yer almayacak olsa bile Tahran bu projenin aslında kendisini hedeflediğini biliyor. Güvenlik Konseyi’nde kendisine dönük yaptırımlara karşı oy kullanan Türkiye’yi artık kendi siyasi ekseninde saydığı için, Ankara’nın bu konuda alacağı kararı yakından izliyor.
Bu durumda Türkiye’nin iki tarafı aynı anda memnun etmesi zor görünüyor. Bu nedenle Ankara umutlarını NATO zirvesinde füze kalkanı konusunda bir konsensüsün sağlanamamasına bağlamış bulunuyor. İşin ilginç yanı ise bu çıkışı kendisine sağlayabilecek ülkelerden birisinin Fransa olması.
Paris projenin gerçekleşmesi halinde “kumandanın” kimin elinde olacağı ve sistemin kullanılmasının hangi kıstaslara bağlı olacağı hakkında daha fazla bilgi istiyor. Ancak Fransa’nın sorunu esas itibariyle bir “hükümran haklardan vazgeçme” sorunu olarak ortaya çıkıyor.
Özetle Fransa’nın asıl derdi İran’ın hedef alınması değil. Bu nedenle uzun bir ayrılıktan sonrasında NATO’nun askeri kanadına tekrar dönmüş olan Fransa ile sonunda bir uzlaşmaya varılabileceği sanılıyor.
Ankara açısından bir diğer sorun ise TSK’nın tehdit algılaması gereğince Türkiye’nin bir füze savunma sistemine zaten ihtiyacı olmasıdır. Nitekim bu ihtiyaç her iki Körfez savaşında ortaya çıktı. Genelkurmay’ın bu yüzden “Patriot” tipi füzesavar sistemleri istediği ise biliniyor.
Bu tablodan da görülebileceği gibi, ABD’nin bir ayağını Türkiye’de kurmak istediği füze kalkanı konusu Ankara için Batılı müttefikleri nezdinde yeni bir sınav olacağa benziyor.