Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye’yi ziyaret eden Polonya Dışişleri Bakanı Radek Sikorski’nın hafta içinde Ankara’da temaslarda bulunduğu sıralarda, biz de Polonyalı yetkililer, politikacılar ve düşünce kuruluşu temsilcileriyle Varşova’da Türkiye’nin üyelik perspektifi üzerine görüşmeler yapıyorduk.
Polonya 2011 yılının ikinci yarısında birliğin dönem başkanlığını üstleneceği için, muhataplarımızın söyledikleri önemliydi. Konuştuğumuz hemen hemen herkesin, Türkiye’nin AB’ye üyeliğine bir “lütuf” olarak değil, bir “ekonomik, siyasi ve stratejik zorunluluk” olarak baktıklarını gördük.
Polonya’nın temel yaklaşımı aslında Türkiye’nin üyeliğini destekleyen ülkelerden farklı değil. “AB’ye üye olarak çok yarar sağladık, onun için başkalarının bu olanaktan yararlanmalarını engellemek doğru olmaz” diyorlar.
Konuştuğumuz kişilerin, giderek güçlenerek küresel oyuncu haline gelen Türkiye’yi dışarıda bırakan bir AB’nin etkin bir uluslararası oyuncu olamayacağını sık sık vurgulamaları da dikkat çekiciydi.
Polonya aynı zamanda Avrupa’nın “Atlantik Bağı”na, yani ABD ile ilişkilerine de hayati önem atfediyor. Bu nedenle Türkiye’nin NATO üyeliğini çok önemsiyor. Türkiye’nin NATO’dan ayrılmasının “Avrupa için felaket olacağını” söyleyenler bile oldu.
Sonuçta Varşova’dan, Polonya’nın Türkiye’ye gösterdiği desteğin samimi olduğuna inanarak ayrıldık. Ancak oradaki muhataplarımız, Türkiye’nin Polonya dönem başkanlığı sırasında beklentilerini çok fazla yükseltmemesi konusunda “dost uyarısında” bulunma gereğini de hissettiler. Bunu da iki nedene bağladılar.
İlki, “genişleme” konusunun ve özellikle de “Türkiye meselesinin” bazı AB ülkeleri açısından şu aşamada çok hassas bir konu olması. İkincisi ise Polonya’nın dönem başkanlığı sırasında kendisine asıl hedef olarak “Doğu ile Ortaklık Projesini” seçmiş olması.
Bize söylenenlerden anladığımız şudur: Polonya esas hedeflerini gölgelememek için Türkiye konusunda dikkatli davranacak, zira bu konu yüzünden büyük devletlerle kavgaya girmek istemiyor. Buna karşın ortaya çıkan her fırsatı da Türkiye lehine kullanacak.
“Doğu ile Ortaklık Projesine” gelince, bu proje Polonya’nın sınırından başlayarak Azerbaycan’a kadar uzanan eski Sovyetler Birliği coğrafyasını kapsıyor. Türkiye ise AB ile “üyelik müzakereleri yürüten ülke” olarak buna dahil değil. Sadece “Dostlar Grubu”na dahil.
Polonya’nın arzusu, AB’nin bu coğrafyadaki ülkelerle -vize muafiyeti ve serbestleştirilmiş ticaret rejimlerini de içeren- “Ortaklık Anlaşmaları” imzalaması. Öngörülen işbirliğine siyasi, kültürel ve toplumlararası sosyal ilişki boyutları da dahil.
Varşova bu ülkelerin, Polonyalı yetkililerinin ifadesiyle, “Batı’ya bağlanmalarını” istiyor. Bunu savunma ve ekonomik ihtiyaçları açısından stratejik bir hedef olarak görüyor. Söz konusu yetkililer “Doğu” derken tabii ki Rusya eksenini kastediyorlar.
Polonya’nın bu projeye niçin önem verdiği de böylece ortaya çıkıyor.
Polonyalılar arasında hâlâ açıkça hissedilen bir Rusya fobisi var. Moskova ile Varşova arasında bugün nispeten iyi diplomatik ilişkiler olsa bile, bu fobiyi üzerlerinden kolay atamıyorlar. Polonya tarihine baktığınızda bunun nedenlerini anlamak hiç de güç değil tabii.
Burada Türkiye açısından ilginç bir başka hususu da tespit ettik. Türkiye’nin esken kaydırmasına ilişkin Batı’da yaşanan tartışma burada da var. Ancak asıl endişe Türkiye’nin Ortadoğu’ya veya “İslami Doğu’ya” kayması değil.
“Doğu” derken Rusya’yı kastettikleri için, Ankara ile Moskova arasında gelişen sıcak ilişkileri belli bir kaygı ile izliyorlar. Bu iki ülkenin artan ekonomik güçlerini birleştirmeleri halinde, bunun hem Avrupa’nın enerji kaynaklarını çeşitlendirme hedefini, hem de Polonya’nın uzun vadeli güvenlik çıkarlarını olumsuz etkileyeceğini düşünüyorlar.
Bu yazdıklarımızdan da görüleceği gibi, Avrupa’daki Türkiye tartışması, Türk ekonomisinin büyümesi ve Ankara’nın uluslararası meselelerde Batı’dan bağımsız kararlar almaya başlamasıyla giderek farklı boyutlar kazanıyor.