FED’in merakla beklenen aralık ayı toplantısı yine beklentilere paralel gelen bir faiz artışıyla sonuçlandı. Gerek dünkü gerek bir yıl önceki faiz artışında iletişim öylesine net yapıldı ki toplantı artık olay olmaktan çıktı. Bir para politikası kararının böylesine net bir şekilde piyasalara iletilmesi önemli bir yetenek. Bunu hep vurguluyorum. FED Başkanı Janet Yellen da vurguladı. Amaç para politikasının nihai hedeflerini özümseyebilmek.
FED’in azami istihdam ve yüzde 2’lik enflasyon hedefinin olduğunu biliyoruz. İşte bu nedenle, bu değişkenlerin istenen seviyelere yaklaşması faiz kararını da beraberinde getiriyor. Buradan çıkarmamız gereken çok önemli dersler var. Eğer TCMB toplantısı öncesi “kimisi faiz artar, kimisi değişmez, kimisi faiz düşer” diyorsa burada iletişimle ilgili önemli bir sorun var demektir.
Amerika coşacak mı?
Dünkü toplantıya dönersek... FED üyelerinin ekonomiye yönelik tahminlerinde kayda değer bir değişiklik olmamış. Bunun sinyal etkisi büyük çünkü Trump’ın maliye politikasına dair FED üyelerinin ilk değerlendirmesini sunuyor ve bu politikaların FED tarafından çok da ciddiye alınmadığını gösteriyor. Özetle, Trump’ın politikalarının Amerika’yı coşturacağı
Türkiye’nin Rusya, Çin ve İran ile yaptığı ticarette yerli para kullanması fikri gündemde. Bu tasarıya göre, her ülke yaptığı ihracatı kendi parası cinsinden yapacak. Bu şekilde dolara olan bağımlılığın azaltılması hedefleniyor.
Tasarıyı değerlendirirken kritik olan unsur söz konusu ülkelerle aramızdaki ticaret dengesi. Türkiye her üç ülkeyle de bir ticaret açığına sahip. Yani bu ülkelere yaptığımız ihracatın değeri bu ülkelerden yaptığımız ithalattan daha düşük. 2015 itibarıyla, Rusya ile 16 milyar, Çin ile 22 milyar, İran ile ise 2 milyon dolar ticaret açığımız var.
Ne getirir?
Bu bilgiyi göz önünde bulundurarak söz konusu teklifi değerlendirelim:
1) Yerli para birimi cinsinden yapılan ticaret dolara karşı pozisyon alma gerekliliğini azaltarak ticaret maliyetlerini düşürür ve karşılıklı ticareti daha avantajlı hale getirir.
2) Bu durum ticaret açığı olan ülkede ithalatı daha da artırarak ticaret açığını artırabilir.
3) Rusya, Çin ve İran’dan yapacağımız ithalat için dolar kullanmayacağımız için içeride dolar talebi düşerken, bu ülkelerden elde edeceğimiz ihracat geliri de TL cinsinden olacağından, dolar arzı da azalır. Ancak bu ülkelerle ticaret açığımız olduğu için dolar talebindeki
Dolarizas-yon, bir ülke vatandaşlarının yerli para birimi yerine yaygın olarak ABD Doları ya da başka bir yabancı para birimini kullanması anlamına geliyor. Türkiye’de yılların getirdiği bir alışkanlıkla süregelen bu uygulama kökeninde yüksek enflasyonla yaşadığımız yıllardan gelen bir alışkanlığı yansıtıyor. Enflasyona karşı tasarruflarının değerini korumak, uzun vadeli kontratlardan elde ettiği geliri sabitlemek isteyen vatandaş TL yerinde doları tercih ediyor.
Dolarizasyon döviz kurunun sakin olduğu dönemlerde sınırlı boyutlarda kaldığı için gündemi meşgul etmiyor. Ama ne zaman ki döviz kuru ani sıçramalar gösteriyor, o zaman dolarizasyon tekrar hızlanıyor ve gündeme oturuyor.
Türkiye de şu anda böyle bir dönemden geçiyor. Kasım başında 310 TL’ye aldığınız 100 doların kasım sonunda 342 TL’ye yükselmesi ne anlama geliyor?
1) Sözleşme gereği kira, maaş gibi ödemesini dolar cinsinden yapacak olan ama geliri TL cinsinden olan işletmeler ciddi bir yük altına giriyor. Önce kâr marjları azalıyor, dalganın devam etmesi durumunda iflas tehlikesi başlıyor. Ödemeyi yapan mağdur durumundayken, eğer alacaklı durumundaysanız, kurdaki yükselişi göz önünde bulundurup TL cinsinden
Türk ekonomisi için hareketli bir dönemden geçiyoruz. Birkaç yıldır tırnaklarımızı kemirerek beklediğimiz Fed’in faiz artırımlarının ikincisi aralık ayında geliyor. Daha da fazlası 2017’de bekleniyor. ABD’de faizlerin artması geçici bir süre için yüksek faizden faydalanmak için Türkiye’ye gelen sıcak paranın geri dönüşünü hızlandırıyor ve TL dolar karşısında hızla değer kaybediyor.
Fed dalgası maalesef bizi en kırılgan olduğumuz dönemde vurdu. 15 Temmuz olayları büyüme rakamlarını etkiledi. Büyümenin aşağı iniyor olması Merkez Bankası’nın değer kaybeden TL’yi kontrol edebilmek için faiz artırmasını zorlaştırdı. Çünkü faiz artırımı kredileri pahalandırarak ekonomik büyümeyi daha da yavaşlatıyor. Ancak bu baskıya rağmen dünkü toplantıda gelen faiz artırımı gerek fiyat istikrarı gerekse finansal istikrarla tutarlı bir adımdı. Zaten piyasaların Merkez’i bu kadar köşeye sıkıştırdığı bir ortamda eğer faiz artırımı gelmeseydi kur ve para politikası hepten kontrolden çıkabilirdi.
Enflasyon korkusu
Dünkü toplantı öncesi duruma bakalım: Kur bir önceki toplantıya göre yüzde 10 değer kaybetmiş. Bu bile, sırf bir önceki toplantıya göre enflasyonun 1.5 puan kadar yükseleceği anlamına geliyor. Bu
ABD piyasaları güllük gülistanlık. Seçimlerden önce felaket senaryosu olarak düşünülen Trump, bir anda “hayallerin başkanı” oldu!.. Piyasalar baş döndürücü bir iyimserlikle Trump’ın vaat ettiği gevşek maliye politikasının ülke ekonomisini coşturacağını fiyatlamaya başladı. Peki, kısa sürede ne değişti?
Herkes, bu soruyu birbirine soruyor. Ne oldu da seçim öncesi piyasaları korkutan Trump şimdi birden kurtarıcı lider olarak görülmeye başladı? Sorunun kolay bir cevabı yok. Trump ile ilgili algının böylesine 180 derece değişmesinde hem Senato hem de Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu yakalamış olmasının bir rolü olabilir. Seçim öncesi anketlerde Trump olasılığı düşük olduğu için hasbelkader başkan olsa bile istediklerini yapamayacak kadar“zayıf” bir başkan olacağı düşünülürken seçim sonrası hem Senato hem de Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu eline geçirmesi “süper” Trump algısını yaratmış olabilir.
Bütçe açıkları...
Peki, Trump vaatlerini yerine getirebilecek mi? Bu daha da zor bir soru. Piyasalar yürütme makamındaki Cumhuriyetçi çoğunluğun Trump’a destek vereceğini fiyatlıyor. Ancak hükümet harcamalarını artırma fikrinin devletin rolünü azaltma yanlısı Cumhuriyetçi görüşe prensip olarak
ABD başkanlık seçimini Trump’ın kazanmasından sonra gözler bir kere daha Fed’e çevrildi. Fed üç aydır piyasaları bir faiz artırımına hazırlıyor. Nitekim aralıkta bir faiz artırım beklentisi düne kadar yüzde 80’leri geçmişti. Peki, Trump’ın başkan seçilmesi Fed’in hesaplarını şaşırtır mı?
Daha önceki yazılarımda çok ihtimal vermemekle birlikte Trump’ın başkan seçilmesi durumunda Fed’in aralıkta faiz artırmasının zor olduğunu ifade etmiştim. Halen böyle düşünüyorum. Bunun sebebi ise Trump’ın Fed’e faiz artırmaması için baskı yapması ya da Fed’in bağımsız olmaması filan değil.
Hatırlayacak olursak, eylül toplantısı sonrası başkan Yellen “Önümüzdeki aylarda istihdam verilerinin güçlü gelmesi ve ‘önemli bir risk çıkmaması’ durumunda sene sonuna kadar faiz artırımı gelir” demişti. Trump’ın başkanlığı Yellen’in bahsettiği “önemli bir risk” olabilir mi? Bence olabilir.
İki sebepten dolayı:
1 Kısa vadede Trump’ın sürpriz bir şekilde başkan olmasının piyasalarda yarattığı sarsıntının ne kadar çabuk kontrol edilebileceği, bunun daha büyük bir çembere yayılıp yayılmayacağı izlenecek. Bereket versin, aralık toplantısından önce bunu gözlemlemek için Fed’in yeterince zamanı var. Önümüzdeki bir
Fed eylül toplantısından bu yana güçlü bir şekilde seneyi bir faiz artırımıyla bitireceği sinyalini veriyor. O zamandan beri gerek başkan Yellen gerekse diğer Fed üyeleri verdikleri demeçlerle piyasaları bu adıma hazırlıyorlar. Fed’in dün sonuçlanan kasım toplantısı sonrasında basın toplantısı olmadığından faiz kararı beklentisi otomatik olarak aralık ayına atmıştı. Fed üyeleri de bu beklentiyi değiştirmeye uğraşmadı. Nitekim dünkü toplantı sonrası beklentilere paralel olarak faizlere dokunulmadı. Şimdi gözler bir sene aradan sonra beklenen ikinci faiz artışı için aralık toplantısına çevrildi.
Kimi yorumcular Fed’in dünkü metninde de bir önceki sene yaptığı gibi “Bir sonraki toplantıda faiz artırabiliriz” türü bir ifade bekliyorlardı. Fed’in bunu yapmaması aralıkta bir faiz artırımından vazgeçildiği şeklinde yorumlanmamalı. Geçen sene yapılan istisnai bir durum ve Fed tarihinde ilk idi. Bunun sebebi de muhtemelen geçen seneki faiz artırımının yedi sene gibi bir aradan sonra gelen ilk faiz artırımı olmasıydı. Bundan sonrak her faiz artırımından önce benzer bir strateji izleyerek ellerini bağlayacaklarını zannetmiyorum.
Aralık bence çok ciddi bir olasılık olarak masada. Zira Fed
Siyasiler dünyanın her yerinde kısa vadeye odaklanır ve uzun vadede hissedilecek enflasyon bedelini ödemek pahasına bugün sağlanacak büyümeyi tercih ederler. Bu nedenle de sıkı para politikasını beğenmez ve düşük faizi tercih ederler. Son günlerde içeride de Merkez Bankası kararlarına yönelik siyasi demeçlerde bir artış olduğunu gözlemliyoruz.
Siyasi figürler olası merkez bankası kararları hakkında tahminlerde bulunuyorlar. Dünyanın her yerinde olur diyebilirsiniz. Ama bizde farklı olan, piyasaların bu yorumları dikkate alması ve fiyatlama davranışlarına yansıtması. Çünkü piyasalar Merkez’in kararlarının bu demeçlerden etkileneceğine, yani Merkez’in bağımsızlığının zedeleneceğine inanıyorlar.
Kontrol meselesi
Şimdi bu tür demeçlerin nihai amacını düşünelim. Amaç, piyasa faizlerini düşürebilmek. Peki, işe yarıyor mu? Bir süredir bu konu üzerinde çalıştığım içim araştırma bulgularıma dayanarak cevaplayayım. Amacım, Merkez Bankası’nın uzun vadeli piyasa faizleri üzerinde ne kadar kontrolünün olduğunu tespit edebilmek. 2005 sonrası dönemde Merkez yaklaşık 50 kere faiz indirimine gitmiş. Sorduğum soru şu: Merkez Bankası politika faizini indirdiği zaman, uzun vadeli faizler de