Türk ekonomisi için hareketli bir dönemden geçiyoruz. Birkaç yıldır tırnaklarımızı kemirerek beklediğimiz Fed’in faiz artırımlarının ikincisi aralık ayında geliyor. Daha da fazlası 2017’de bekleniyor. ABD’de faizlerin artması geçici bir süre için yüksek faizden faydalanmak için Türkiye’ye gelen sıcak paranın geri dönüşünü hızlandırıyor ve TL dolar karşısında hızla değer kaybediyor.
Fed dalgası maalesef bizi en kırılgan olduğumuz dönemde vurdu. 15 Temmuz olayları büyüme rakamlarını etkiledi. Büyümenin aşağı iniyor olması Merkez Bankası’nın değer kaybeden TL’yi kontrol edebilmek için faiz artırmasını zorlaştırdı. Çünkü faiz artırımı kredileri pahalandırarak ekonomik büyümeyi daha da yavaşlatıyor. Ancak bu baskıya rağmen dünkü toplantıda gelen faiz artırımı gerek fiyat istikrarı gerekse finansal istikrarla tutarlı bir adımdı. Zaten piyasaların Merkez’i bu kadar köşeye sıkıştırdığı bir ortamda eğer faiz artırımı gelmeseydi kur ve para politikası hepten kontrolden çıkabilirdi.
Enflasyon korkusu
Dünkü toplantı öncesi duruma bakalım: Kur bir önceki toplantıya göre yüzde 10 değer kaybetmiş. Bu bile, sırf bir önceki toplantıya göre enflasyonun 1.5 puan kadar yükseleceği anlamına geliyor. Bu ortamda piyasalara Merkez’in kararıyla ilgili beklentiyi sorduğunuzda herkes şaşkındı. Kimi bariz enflasyon riskine rağmen faize dokunmaz derken, kimi faiz düşebilir diyebiliyordu. Bence esas sorun burada.
Evet, kurda son yaşananların sorumlusu Merkez değil belki ama para politikasıyla ilgili böylesine bir kafa karışıklığı olması da para politikası iletişimiyle ilgili bir yanlışı gösteriyor. Çünkü Merkez’in para politikasıyla elde etmeye çalıştığı nihai hedef kimse tarafından bilinmiyor.
Suçlu kim?
Bugün gelinen noktada yaşadığımız olumsuzlukların tüm faturasını Merkez’e çıkarmak elbette büyük haksızlık. Gerek kurda son aylarda görülen değer kaybı gerekse ekonomik büyümedeki yavaşlama büyük ölçüde para politikasından bağımsız iç ve dış etmenlerden kaynaklanıyor.
Peki, Merkez’in hiç mi suçu yok? Hayır, elbette var. Merkez’in suçu öyle bir iki aylık bir muhasebe değil zaten. Belki enflasyon hedeflemesi rejiminin başladığı 10 yıllık dönemin muhasebesini yapmak lazım.
2005 sonrası dönemde (bu dönemde enflasyonun bir iki yıl hariç hep hedefin üzerinde kaldı) tam 55 faiz indirimi yapılırken, sadece 9 faiz artırımı yapılmış. Yani genel olarak Merkez Bankası’nın eli enflasyonu düşürmek için gerekli olan faiz artırımlarına gitmiyor.
Bu söylendiğinde genelde aldığım ilk soru şu: Diyelim Merkez mart ayında başlattığı faiz indirimlerini yapmamış olsaydı kur şu anda daha iyi bir yerde mi olurdu? Cevap vermek zor. Ama şunu söyleyebilirim.
Eğer Merkez Bankası 2005 sonrası, fiyat istikrarını öncelik haline getirmiş ve enflasyonu hedefe getirmiş olsaydı bugün Fed ve darbe girişiminin yarattığı olumsuzlukları daha güçlü bir Merkez Bankası, daha düşük enflasyon, daha düşük faiz ve daha yüksek büyüme rakamlarıyla karşılamış olacaktık. Kur yine yükselecek, büyüme yine düşecekti belki ama canımız bu kadar yanmayacaktı.